1 Haziran 2007 Sayı: 2007/21(21)

  Kızıl Bayrak'tan
   Seçim aldatmacasına, gerici-saldırgan politikalara karşı devrimci sınıf mücadelesi!
  Ordu savaş çığırtkanlığı ile düzen içi çatışmada yol almaya çalışıyor!
Komünistler seçimlere sınıfının bağımsız devrimci adayları ile katılıyor!
Düzen cephesi, “üçüncü cephe” ve devrim cephesi
Çamurdan“orta direk/sınıf” ve siyaseti üzerine... Yüksel Akkaya
Ülkeyi sınırsızca ABD emperyalizminin kullanımına açanların ikiyüzlülüğü
  Mitinglerde kadın rengi!
  İşçi-emekçi hareketinden.
  Sendikal anlayış tartışmaları ve Birleşik Metal seçimleri üzerine
  Seçimler, sol hareket ve devrimci sınıf çizgisi
  BDSP’nin seçim çalışmalarından.
  “Öğrenci Sömürü Sınavı Kaldırılsın!”
  Sendikal hakları için işten atılan ve direnişe geçen Esen Plastik işçilerine…
  Gençlik hareketinden...
  Dünya işçi-emekçi hareketinden...
  Seçimler ve devrimci yurtsever tavır / II - M. Can Yüce
  Sermayenin seçim oyununu bozalım
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Ordu savaş çığırtkanlığı ile düzen içi çatışmada yol almaya çalışıyor!

Ankara’da patlayan bombanın arkasından düzen cephesinden verilen tepkiler neredeyse bir savaş haline gelip dayandı. Bombalamanın hemen ardından Genelkurmay Başkanı’nın olay mahalinde boy göstererek yaptığı açıklamayla birlikte savaş çığırtkanlığı ortalığı kapladı.

Genelkurmay Başkanı, henüz patlamanın bombadan kaynaklandığı dahi kesin olarak saptanmamışken hedef olarak Kandil’i ve Kürdistan yönetimini gösteriyordu. Onun bu işareti üzerine düzen cephesi hep bir ağızdan, artık sabredilecek bir durumun kalmadığını, ne pahasına olursa olsun Irak sınırını geçerek PKK’nin askeri varlığının yok edilmesi gerektiğini vaaz etmeye başladı. Histerik savaş çığırtkanlığı yapmakla kalınmadı, Irak sınırına oldukça büyük ölçekte bir askeri yığınak da yapıldı. Dahası bu askeri güç yığınağı, sınırın bombalanması yoluyla açık bir meydan okumaya dönüştürüldü. Ordu Güney Kürdistan’a ha girdi ha girecek görüntüsü yaratıldı.

Ancak düzen güçlerinin bu histerik savaş çığırtkanlığı bir kez daha kursaklarında kalmış görünüyor. Çünkü ilk olarak ABD, kendi onayı dışında gerçekleştirilecek böyle bir harekete izin vermeyeceğini ve bu hareketin karşısında yer alacağını, savaş uçaklarını Türkiye hava sahasına sokarak göstermiş oldu. Belirtmek gerekir ki, ABD PKK’ye yönelik sınırlı bir askeri operasyona açık, fakat ordu bunu kabul etmekten uzak duruyor. Ordunun tutumu hiç de böyle bir operasyonun etkinliğinden duyulan kuşkuya dayanmıyor. Zira, PKK’nin askeri varlığını Kürdistan yönetimine müdahalenin etkili bir malzemesi olarak kullanıyor. Diğer taraftan ise, kapsamı ne olursa olsun PKK’nin askeri varlığını yok etmeye yönelik bir askeri harekatın başarı şansı bulunmuyor. Çünkü, böyle bir harekat sadece Kürdistan halkının değil, bir bütün olarak Irak halkının direnişiyle de karşılaşacağı gibi, askeri başarısı ne olursa olsun siyasal planda yenilgiyle sonuçlanması kesindir.

Aslında başta Genelkurmay olmak üzere düzenin tüm güç odakları da bu gerçeğin bilincindedirler. Fakat bilincinde olmalarına karşın savaş çığırtkanlığı yapmaktan da geri kalmıyorlar. Çünkü şovenizm ve milliyetçilik egemen güçlerin en önemli silahı olduğu ölçüde, bu silahı düzen içi çatışmada kullanmak ihtiyacı duyuyorlar. Öyle ki, mevcut savaş çığırtkanlığının gerisinde esasen iç politik ihtiyaçlar olduğu bir kez daha alanen görülmüştür. Ordu adına konuşanlar, askeri bir harekatın koşullarının olduğunu, ancak harekete geçmek için siyasi karar alınması gerektiğini söyleyerek topu hükümete atıyordu. Fakat hükümet de sahasına atılan bu topu tutmaya niyetli değil; Erdoğan askerden bir talep gelmesi halinde hemen gereken kararı alacaklarını söyleyerek gerisin geri topu Genelkurmay sahasına yolladı. Bunun üzerine emekli generaller medyada boy göstererek askeri harekatın sakıncalarından ve olanaksızlığından dem vurmaya başladılar.

Tüm bunlar da göstermektedir ki, mevcut koşullarda böyle bir askeri harekât daha çok, rejimi ciddi bir krize sokmuş bulunan iç mücadele ekseninde bir anlam taşımaktadır. PKK konusunu AKP’nin konumunu zayıflatmak ve yanısıra ipleri elinde toplamak için sürekli olarak kullanan ordu, bu süreci de başından sonuna kadar bu amaç doğrultusunda kullanmaya çalışmaktadır. Durumun böyle olduğu, bugünden geriye dönülüp bakıldığında çok daha açık bir şekilde görülmekte, çeşitli olgular ve tutumlar arasındaki bağlantılar da günyüzüne çıkmaktadır. Öyle ki, tüm yaşananlar ışığında bakıldığında, Ankara’daki bombalamanın da, bombalamanın hemen akabinde olay yerinde beliren Yaşar Büyükkanıt’ın yaptığı konuşmanın ve sonrasındaki hemen tüm gelişmelerin de bu amaçla kurulmuş bir senaryonun gereği olduğu bugün artık çok daha net bir şekilde görülmektedir.

Belli ki, düzen içi çatışmanın sahnesi olarak seçim sahnesi seçilmekle birlikte, ordunun AKP ile hesabını seçim sandığına bırakmaya niyeti yoktur. Çünkü birçok olgu seçim sandığında bu hesabın görülmesinin ne denli zor olduğunu göstermektedir. Zira, AKP’ye karşı bir seçenek oluşturmak amacıyla düzen partilerine yapılan makyajın tutma ihtimali son derece zayıftır. Dahası tutsa dahi, bunun AKP’yi tümden bertaraf edebilecek bir sonuç yaratma ihtimali neredeyse yok gibidir. 22 Temmuz seçimlerinin rejimin yaşadığı krize bir çözüm bulmak bir yana yaşanan krize yeni halkalar ekleyeceği ihtimali oldukça yüksektir. Bunun için ordu, süreci seçimlere endekslemek yerine oyunu kendi kurallarına göre oynamak istemekte, 27 Nisan’daki müdahaleyle önü açılan olağanüstü koşulları sürdürmeyi ve ipleri tümüyle ellerine almayı hedeflemektedir.

Bundan dolayıdır ki, Ankara’daki bombalamanın ardından yaratılan savaş halinin süreklileştirilmesi ve giderek seçimleri askıya alacak bir “olağanüstü rejim”in yolunun açılması ciddi bir olasılık olarak tartışılmaktadır. Fakat bu yolda ordunun önündeki en önemli engel ABD ve tekeci burjuvazidir. Ordunun 27 Nisan’daki müdahalesine “taraf tutmuyoruz” biçimindeki açıklamasıyla ses çıkarmayan, dahası örtülü bir destek sunan ABD emperyalizmi, daha sonra “sandıktan tarafız” noktasına varmıştır. Bu, ABD’nin orduya daha ileriye gitmemesi konusunda yaptığı bir müdahale olarak okunabilir. Aynı şekilde 27 Nisan müdahalesine sesini çıkarmayan tekelci burjuvazi de kararlı bir şekilde ABD’nin bu tutumunu paylaşmaktadır. Ordunun bu koşullarda konumunu güçlendirmek için kullanacağı yegane hamle kalmaktadır, o da çeşitli provokasyonlar yaratarak halk içerisinde şoven-milliyetçi kalkışmaları örgütlemek ve bunu başta ABD ve tekelci burjuvazi üzerinde bir pazarlık öğesi olarak kullanmaktır. Bugün yapılan da budur; fakat bu yöntemin gerisin geri ordunun yaşadığı sıkışmayı arttırması son yaşanan olayların da gösterdiği üzere yüksek bir ihtimaldir.

Diğer taraftan ise, ordunun hedefinde olan AKP de, baskı rejimini koyulaştırmak üzere onunla yarış halindedir. Öyle ki, AKP ordunun savaş çığırtkanlığında geri kalmadığı gibi, polise sınırsız yetkiler kazandıran yasada olduğu gibi devlet terörünü tırmandıracak düzenlemelere imza atarak ordudan daha atak olduğunu da göstermiştir.

Tüm bunlar, “İşçilerin birliği halkların kardeşliği!” şiarı ve “Düzene karşı devrim!” perspektifiyle devrimci bir karşı duruşun ne denli gerekli olduğunu bir kez daha ortaya koyan gelişmelerdir. Emperyalist güçlerin gölgesinde egemenlik ve ayrıcalık için çatışan düzen güçleri, bu çatışmada avantaj sağlamak üzere halkları birbirlerine düşürecek kanlı provokasyonlara başvurmakta, çatışmalarına emekçi halkı alet etmeye çalışmaktadırlar.

Bu yolda elde edecekleri mesafe, emekçilerin yıkımı, kırımı ve geleceğinin karartılmasından başka bir sonuç yaratmayacaktır. Tüm devrimci ve ilerici güçler bu oyunu bozmak üzere düzene karşı mücadele bayrağını yükseltmek üzere çabalarını yoğunlaştırmak zorundadırlar.


 

ÇHD: “Polis devleti kurumsallaştırılıyor!”

Çağdaş Avukatlar Derneği İstanbul Şubesi meclisten geçirilmesi gündemde olan ve polis devleti uygulamalarının artmasına yol açacak “Polis Vazife ve Selahiyatler Kanunu Tasarı Teklifi”nin yasalaşması halinde muhalif güçlerin ve tüm toplumun karşı karşıya kalacağı antidemokratik uygulamalara ve polis devletinin bu yasayla birlikte kurumsallaşacağına dikkat çekti. 30 Mayıs günü ÇHD İstanbul Şubesi’nde gerçekleştirilen basın toplantısında konuşan avukatlar, hayata geçirilmesi gündemde olan tasarının teknik ve politik olarak değerlendirmesini yaptılar.

Av. Kemal Aytaç yasanın polisin ve devletin elini güçlendirmek için çıkarıldığını söyledi. ÇHD olarak demokrasiyi, insan haklarını savunacaklarını ve ezilenlerin yanında olacaklarını vurguladı. Yasanın en küçük muhalif sese şiddet ve terör getireceğini ifade etti.

Av. Güray Dağ, tasarının temel hak ve özgürlükleri kısıtlamak amacıyla çıkarıldığını ifade etti. Yasanın kendi içerisinde barındırdığı çelişkileri örnekler vererek anlattı. TMY’nin muhalif kesimlere yönelik çıkarıldığını, bu yasanın ise tüm toplumu susturma amaçlı çıkarılmak istendiğini vurguladı. Toplantıda Av. Ebru Timtik de, tasarının yasalaşması halinde yaratacağı sonuçlara dikkat çekti.

Kızıl Bayrak/İstanbul