13 Nisan 2007 Sayı: 2007/14(14)

  Kızıl Bayrak'tan
   Burjuva gericiliği Kürt halkına düşmanlıkta sınır tanımıyor...
Şovenist kudurganlığa karşı Kürt halkıyla omuz omuza!
  Ordu-hükümet çatışması sertleşirken düzenin ipliği de pazara çıkıyor!
14 Nisan mitingi sadece cumhurbaşkanlığı için mi?
1 Mayıs çalışmalarından...
1 Mayıs 2007’yi kaybetmek herşeyi kaybetmek gibidir!.. - Yüksel Akkaya
 DİSK/Genel-İş Sendikası Anadolu Yakası 3 No’lu Bölge Başkanı Veysel Demir ile 1 Mayıs üzerine konuştuk…
  Tekstilde ihanet sözleşmesine geçit vermeyelim!
  “Büyüyen ekonomi” canımız ve kanımız
üzerinde yükseliyor!
  “Sözleşmeli köle olmayacağız!”
  NATO: Bir saldırı, savaş ve iç savaş örgütü - H. Fırat
  Gençlik hareketinden...
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Türk ordusu bir kez daha Afganistan’daki işgal güçlerinin komutasını üstlendi!
  Siyonistlerin derdi barış değil yeni
toprak ilhakları!
  Dünyadan...
  GOP’ta cezalandırma!
  ÖSS’ye, paralı eğitime ve geleceksizliğe karşı 1 Mayıs’ta alanlarda olacağız!
  Bültenlerden...
  Ömer, Ramazan, Erdoğan ve Mehmet’in hikayesi
  13-14 Nisan’da gerçekleşecek “GATS, AB Uyum Sürecinde Meslekler Nereye?” sempozyumuna çağrı!
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İşçilerin birliği, halkların kardeşliği için 1 Mayıs’ta alanlara!

1 Mayıs, tüm dünyada işçi sınıfının uluslararası birlik, dayanışma ve mücadele günüdür. Kendi sömürü düzenini devam ettirebilmek için işçi ve emekçileri ezen patronlar sınıfına karşı işçi sınıfının direniş bayrağıdır. 1 Mayıs, kapitalist sömürü düzenine öfkemizi, eşit ve özgür bir dünyaya olan özlemimizi haykırdığımız günün adıdır.

Kardeşler;

Sömürücü zorbalar, kendi bezirgân saltanatlarını tüm dünyada egemen kılabilmek için saldırmaya devam ediyorlar. Fabrikalara ve atölyelere, iş aletleri ve makinalara el koyuyor, bizlerin emeği ile var olan tüm zenginlikleri kendi özel mülkleri haline getiriyorlar. Onlar, kârlarını her geçen gün arttırırken bizlere açlık ve sefalet düşüyor. Fabrika ve atölyelerdeki kölelik uygulamaları, sefalet ücretleri, sağlıksız ve güvencesiz çalışma ortamları, sağlık, sigorta, emeklilik, kıdem tazminatı gibi en temel sosyal haklarımızın gaspı ile hayatımız her geçen gün daha da fazla cehenneme dönüştürülüyor.

1 Mayıs, tüm bu kölelik koşullarına “Artık yeter!” diyeceğimiz, insanca çalışma ve yaşam koşulları için taleplerimizi haykıracağımız günün adıdır.

Sadece alınterimizle var ettiğimiz zenginliklere el koymakla kalmıyor, dünyadaki tüm yeraltı ve yerüstü zenginliklerini de sürekli yağmalıyorlar. Petrol ve daha fazla kâr uğruna halkların üzerine bombalar yağdırmaktan çekinmiyorlar. Özellikle Ortadoğu onyıllardır emperyalizmin kirli planları ile kana bulanıyor. Filistin halkı siyonizmin saldırılarına uğrarken, ABD Irak’ı işgal ediyor. Şimdi de tüm emperyalistler el ele vererek yeni işgal planları yapıyorlar.

1 Mayıs, tüm bu kanlı işgallere ve yeni işgal girişimlerine “Dur!” diyeceğimiz, emperyalizm ve siyonizmden katliamlarının hesabını soracağımız günün adıdır.

Emperyalizmin ülkemizdeki işbirlikçisi olan sermaye iktidarı da içerde ve dışarıda tüm bu saldırıların ortağı oluyor. Bu saldırıları rahatından hayata geçirebilmek için ise halkları birbirine düşman etmeye çalışıyor. Dün topluma yaydıkları şovenizm zehiri ile Ermeni gazeteci Hrant Dink’i katledenler, bu katliamın karşısında yüz binlerin kardeşlik gösterisinden duydukları korkuyla Kürt halkına karşı on yıllardır yürüttükleri saldırıları daha da azgınlaştırarak devam ettiriyorlar.

1 Mayıs, sermaye düzeninin işçi ve emekçileri birbirine düşürme girişimlerini boşa çıkaracağımız, halkların kardeşliği şiarını yükselteceğimiz günün adıdır.

Kardeşler;

Bugün dünyanın çeşitli ülkelerinde işçi sınıfının bilinçli bölükleri, emeği ücretli kölelikten, halkları emperyalist barbarlıktan kurtarmak için mücadele ediyor. Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya, insanlığın eşit ve özgür geleceği için her 1 Mayıs’ta dünyanın dört bir yanında milyonlarca işçi ve emekçi alanlara çıkıyor, taleplerini haykırıyor.

Birlik ve dayanışmaya en çok ihtiyacımızın olduğu bu dönemde, bu mücadeleye ortak olmak bizlerin de en temel sorumluluğudur. 1 Mayıs’ın mücadele geleneğine sahip çıkalım. Kapitalist sömürüye ve emperyalist barbarlığa karşı işçilerin birliği, halkların kardeşliği için 1 Mayıs alanlarında olalım.

(OSB-İMES İşçi Bülteni’nin Nisan sayısından alınmıştır)



 

“Bugün bize düşen görev G-U işvereni karşısında bir bütün halinde dimdik durmaktır!”

Merhaba arkadaşlar;

Öncelikle her şeyin en iyisine layık olan, ezilmeye, sömürülmeye karşı bir araya gelerek örgütlenen, alınterinin mücadelesini veren bütün işçi sınıfını selamlıyorum.

Arkadaşlar, bizler G-U işçileri olarak 2006 Ocak ayından itibaren başlatmış olduğumuz bu mücadelede sona doğru yaklaşıyoruz. Her ne kadar G-U işvereni bunu engellemeye çalışsa da, inanıyorum ki zafer örgütlü bir şekilde bugüne kadar gelen G-U işçilerinin olacaktır. Evet arkadaşlar bugün geldiğimiz noktada halen G-U yönetimi bizlerin taleplerine komik teklifler sunmaktadır. Soruyorum sizlere arkadaşlar, biz G-U işçileri bu sunulan 30 kuruşları mı hak ediyoruz? Artık örgütlülüğümüzü, birlik beraberlik içinde olduğumuzu ispatlamamızın zamanı gelmedi mi?

Unutmayalım ki; bir zamanlar emeğinin karşılığını istedi diye suçsuz yere arkadaşlarımızı işten atan G-U yönetimidir.

Unutmayalım ki; bir zamanlar “Sen de sendikaya imza attın mı?”diye bizleri sorguya çeken G-U yönetimidir.

Unutmayalım ki; 5S, Kayzen diye tutturup bizleri daha fazla sömürmeyi hedefleyen G-U yönetimidir.

Ve unutmayalım ki, şu geçen toplu sözleşme döneminde bizleri temsilen masada oturan sendika yönetimiyle anlaşamayan yine G-U yönetimidir.

Bizler, G-U işçileri olarak patrondan hak ettiğimizden fazlasını istemedik. Üstelik geçen bir yıl içerisinde üretimin artmasıyla istediklerimizin karşılığını da peşinen fazlasıyla ödedik.

Arkadaşlar, biz G-U işçileri olarak üzerimize düşeni bugüne kadar fazlasıyla yaptık. Gece gündüz çalıştık, üretimi arttırdık. Karşılığında G-U yönetimi bizlere 30 kuruşluk zammı reva görüyorsa, bundan sonraki dönemlerde fedakârlık yapması gereken G-U yönetimidir.

Bir zamanlar patron sendikalaşmamızı engellemek için nasıl ki, her yolu denedi. Şimdi sıra biz G-U işçilerindedir. İstediklerimizi gerçekleştirmek istiyorsak, alınterimizin karşılığını almak, soframıza yeni bir şeyler katmak istiyorsak, bizlere düşen görev sonuna kadar emeğimizin mücadelesini vermektir. Sizleri kararlı bir şekilde, tek yumruk tek yürek olarak işverene sunmuş olduğumuz taslağın arkasında durmaya davet ediyorum.

Unutmayalım ki bugüne kadar böyle bir şansımız yoktu. Eğer bugün varsa ve ileride G-U yönetiminin elde ettiğimiz hakları gaspetmeye çalışacağının farkındaysak, bugün bize düşen görev G-U işvereni karşısında bir bütün halinde dimdik durmaktır. Evet dostlar, iş yavaşlatmak gerekiyorsa yavaşlatırız, aç kalmak gerekiyorsa kalırız, greve çıkılacaksa çıkarız. Kim durdurabilir soruyorum sizlere. Korkması gereken biz emekçiler, sömürülenler değil, sömürenlerdir. Zafer inanan, emeğin mücadelesini veren biz G-U işçilerinin olacaktır.

“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

Ve bir orman gibi kardeşçesine!”

G-U’dan bir işçi

(OSB-İMES İşçi Bülteni’nin Nisan sayısından alınmıştır)


 

İşçilerin örgütlenme sorunları üzerine...

“Sendikalar bitti, sendikacılık bitti, sendikal hareket öldü.” Sermayenin propaganda merkezlerinden çıkan bu sözler, sendika bürokrasisi tarafından da “Sendikaları bitirdiler, sürekli üye kaybediyoruz” biçiminde bir yakınmaya dönüştürülüyor. Bu yıkıcı propaganda işçilerin sendikalaşma eğilimini kırmayı hedeflemektedir. İşçi ve kamu emekçisi sendikalarının bir çoğu, özellikle hareketin gerileme dönemlerindeki ritmine bakarak sermayenin bu “Psikolojik savaş harekâtı”nın etkisinde kalmıştır.

Sendikal hareket bir yığın hareketidir ve her yığın hareketi zaman zaman yükselip, zaman zaman da durağanlık gösterebilir. Bugün yürütülen propaganda ‘90’ların başında olduğu gibi işçi sınıfının ortadan kalktığı propagandasının devamıdır. Milyonlarca gencin sendikasız, sigortasız ve en ilkel koşullarda üretim yapan sanayi sitelerindeki atölyeler ve organize sanayi bölgelerindeki fabrikalarda çalışmaya zorlandığı koşullarda örgütsüz bir yığın ortaya çıkıyor ve sendikaların bu yığını örgütlemesi de zorlaşıyor. Örneğin, özellikle özelleştirmenin de hızlanmasına bağlı olarak pek çok sendika üyelerinin önemli bir kısmını kaybetmiştir. Dahası bazı sendikalar işçi yığınlarını saflarına katarak ayakta kalmak yerine patronlar ve hükümetlerle uzlaşarak, işçileri satarak ayakta kalmayı tercih etmişlerdir. İşte bu yaygın örgütsüzlük ve sendika bürokrasisinin uygulamaları gerçekte işçi sınıfının yanında olan sendikalara zarar verirken, işçiler arasında da sendikalaşma eğilimlerine darbe vurmaktadır.

Ancak bunlar gerçeğin bir yanıdır. Diğer taraftan bütün dünyada olduğu gibi Türkiye işçi sınıfı açısından da gerçek anlamda kitlesel bir sendika hareketi daha net olarak kendini ortaya koymaktadır. “Bitti”, “iflas etti” denilen sendikacılık işçilerin birlikte ve kararlı şekilde hareket etmelerine dayandığında neler yapabileceğini göstermiştir. Yüzbinlerce işçinin grevler, direnişler ve büyük sokak eylemlerinin yarattığı sarsıntıya dayanamayıp yıkılan hükümetler oldu. Yine son 10-15 yıllık süreçte kamu emekçilerinin daha önceki yıllarda görülmemiş bir biçimde yasal engellere rağmen sendikalarını sahiplenip yüzbinlerle ifade edilen kitlesellikle örgütlenip taleplerini büyük gösterilerle ve grevlerle ifade edişine tanık olduk.

Öte yandan bu süreç içerisinde sanayi ve organize sanayi bölgeleri, ülkenin nerdeyse her yanında boy verdi. Yaklaşık 6 milyon işçi bu işletmelerde kölelik koşullarıyla kıyaslanabilecek zor şartlarda çalışmaya zorlanıyor. Ülkenin dörtbir yanındaki bu işletmelerde ‘3 S’ diye ifade edilen; sendika, sigorta, sekiz saat iş günü mücadelesiyle beraber işten atmalara karşı sayısız eylemlere başvuruldu. Bu direnişler Gaziantep-Ünaldı’da doruğa çıktı. 20 bin Ünaldı işçisi bir aylık bir grevle taleplerini önemli ölçüde kabul ettirdi. Bu hareket uzlaşmacı sendikacılığa karşı gelişen sendikal hareketin dayanağıdır. Ve gerçek işçi sendikalarının hüviyetini kazanması için bu yığınsal hareket oldukça önemlidir. Sanayi siteleri ile organize sanayi bölgeleri, çalışma koşulları ve işletme büyüklüğü bakımından farklıdır. Bu farklılıklara rağmen onbinlerce işyerinde mücadelenin sorunları birbirine çok yakındır. Koşullar sermaye tarafından tek taraflı olarak belirleniyor. İşçiler kuralları belli bir iş aktiyle çalışmıyor. Üretim sipariş üzerine ve fason olarak yürütülüyor ve bu imkandan yararlanan patronlar sıkça işçilerin işlerine son vermekte. Bu durum işçilerin bir işyerinde uzun yıllar çalışmasına olanak sağlamamaktadır. Tam aksine kimi zaman patronların işçilerin işine son vermesi kimi zaman işçilerin daha iyi koşullarda bir iş bulma isteğiyle işten ayrılması işyerleri arasında bir sirkülasyon yaşanmasına sebep olmaktadır. Bu da işçilerin arasında örgütlenmenin handikaplarından birisi olarak ortaya çıkmakta ve işçilerin biraraya gelip aralarında birlik kurmasını zorlaştıran bir etken olmaktadır. Yine de bütün bu çok yönlü kıskaca karşın işçi sınıfının acil talepleri mücadelenin zeminini her geçen gün genişletmekte, her geçen gün sınıfın yeni kesimleri şu ya da bu taleple hareketlenmektedir. Yaşanan koşullar gözönüne alındığında bu mücadelenin ancak, geçmiş mücadelelerin teorik ve pratik birikimlerinin temsilcisi ileri işçi kesimleri, sınıftan yana sendikacılar, en önemlisi işçinin kendi kararlı duruşu ve taleplerine sahip çıkışıyla, örgütlü mücadelenin gerekliliğine olan inancıyla başarıya ulaşacağı ortadadır. Sendikalar ilk ortaya çıktıklarından bugüne bütün diğer işçi örgütlerinden farklı olarak, dil, din, mezhep, milliyet, ırk siyasal görüş vb. hiçbir fark gözetmeksizin bütün işçileri birleştiren kurumlar olmuştur.

Sendikal hareket bir yığın hareketidir ve bizim yeni örgüt biçimleri icat etmemiz gerekmez. Ya da sanayi sitelerinde ortaya çıkan örgütlenmeler, dayanışma dernekleri, kurultaylar kitlelerin bu biçimler içinde yer almasının hangi etkinliklerle sağlanacağı, hangi araçların kullanılacağı faaliyetin önünde yer alanların gayret ve bilgi birikimlerine bağlıdır. Sendikal eylem için, illaki sendikaların çatısı altında olmak gerekmez. İşçilerin günlük talepleri uğruna giriştiği her eylem sendikal bir eylemdir. Ancak işçilerin kazanımlarının istikrar kazanması ve aralarındaki birliğin somutluk kazanması da ancak resmen sendikalı olmalarıyla mümkündür. Bu yüzden de dernek, kurultay ya da herhangi bir işyerindeki sendikal birlikleri sendikalara taşımak unutulmaması gereken bir görevdir.

Deniz-Bir ofset işçisi

(Topkapı İşçi Bülteni’nin Nisan sayısından alınmıştır)


1 Mayıs dünya işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günüdür. Her yıl 1 Mayıs’ta bütün ülkelerin işçileri dil, mezhep, ulus, cinsiyet farkı gözetmeksizin baskı ve sömürüye karşı mücadelede birleşirler.

1 Mayıs’ta dünyanın dört bir yanından enternasyonal mücadele bayrakları yükseliyor. Bu yıl işçi sınıfı 1 Mayıs’ı sermayenin saldırılarının giderek yoğunlaştığı, buna karşı örgütlü bir mücadelenin giderek daha büyük bir ihtiyaç haline geldiği koşullarda karşılıyor. Karşı karşıya kaldığımız düşük ücretler, Kıdem Tazminatı Yasa Tasarısı, özelleştirmeler ve birçok saldırıya karşı bu yılki 1 Mayıs bir cevap olacak.

Bu 1 Mayıs’ı Türkiye işçi sınıfı için anlamlı kılan çok daha özel bir neden var. Bu yıl 500 bini aşkın işçi ve emekçinin katılımına ve buna karşılık sermaye iktidarının kanlı bir saldırıyla 36 işçinin ölümüne sebep olduğu ‘77 1 Mayıs’ının 30. yılı! İşçi sınıfı 30. yılında ’77 1 Mayıs’ında dökülen işçi kanının hesabını soracak ve onların mücadele geleneğine sahip çıkmak için Taksim’de olacaktır!

Yalnızca Türkiye’de değil, dünyanın dört bir yanındaki işçilerin karşılaştıkları benzeri saldırılara karşı tüm ülkelerde işçi sınıfının verdiği cevap olacaktır.

Topkapı işçileri de bu saldırılara karşı kendi taleplerini haykıracaktır.

Biz Topkapı’da çalışan matbaa, metal ve tekstil işçileri olarak, bütün işçi kardeşlerimize sesleniyoruz:

1 Mayıs’ta iş bırakarak alanlarda olmalıyız. Katledilen onca işçi kardeşimizin anısına ve haklarımızı elimizden almaya çalışan bu sisteme ve sermayeye karşı tek bir vücut olalım. Topkapı İşçileri pankartının altında buluşalım.

* Birlik içinde olmalı, örgütlenmeliyiz. Çünkü bir avuç asalak gücünü bizim örgütsüzlüğümüzden almaktadır.

* Dayanışmayı yükseltmeliyiz. Çünkü, aynı sınıfın neferleriyiz, sorunlarımız bir ve ortaktır.

* Mücadele etmeliyiz. Çünkü haklarımızı, özgürlüğümüzü elde etmenin başka bir yolu yoktur.

Topkapı İşçileri

(Topkapı İşçi Bülteni’nin Nisan sayısından alınmıştır)