13 Nisan 2007 Sayı: 2007/14(14)

  Kızıl Bayrak'tan
   Burjuva gericiliği Kürt halkına düşmanlıkta sınır tanımıyor...
Şovenist kudurganlığa karşı Kürt halkıyla omuz omuza!
  Ordu-hükümet çatışması sertleşirken düzenin ipliği de pazara çıkıyor!
14 Nisan mitingi sadece cumhurbaşkanlığı için mi?
1 Mayıs çalışmalarından...
1 Mayıs 2007’yi kaybetmek herşeyi kaybetmek gibidir!.. - Yüksel Akkaya
 DİSK/Genel-İş Sendikası Anadolu Yakası 3 No’lu Bölge Başkanı Veysel Demir ile 1 Mayıs üzerine konuştuk…
  Tekstilde ihanet sözleşmesine geçit vermeyelim!
  “Büyüyen ekonomi” canımız ve kanımız
üzerinde yükseliyor!
  “Sözleşmeli köle olmayacağız!”
  NATO: Bir saldırı, savaş ve iç savaş örgütü - H. Fırat
  Gençlik hareketinden...
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Türk ordusu bir kez daha Afganistan’daki işgal güçlerinin komutasını üstlendi!
  Siyonistlerin derdi barış değil yeni
toprak ilhakları!
  Dünyadan...
  GOP’ta cezalandırma!
  ÖSS’ye, paralı eğitime ve geleceksizliğe karşı 1 Mayıs’ta alanlarda olacağız!
  Bültenlerden...
  Ömer, Ramazan, Erdoğan ve Mehmet’in hikayesi
  13-14 Nisan’da gerçekleşecek “GATS, AB Uyum Sürecinde Meslekler Nereye?” sempozyumuna çağrı!
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Burjuva gericiliği Kürt halkına düşmanlıkta sınır tanımıyor...

Şovenist kudurganlığa karşı Kürt halkıyla omuz omuza!

Türk devletinin Musul-Kerkük “ağrısı” Irak’ın işgali ve parçalanmaya doğru gidişi üzerine yeniden depreşmiş bulunuyor. Uşaklığını yaptığı emperyalist işgal kuvvetleriyle paylaşım üzerine bir pazarlık şansı da bulunmadığından, durmaksızın Irak’ın yerel yönetimlerini, özellikle de Kürt yönetimini taciz ediyor. Bu taciz, bir süredir de yapılacak referandum nedeniyle Kerkük üzerinden yoğunlaştırılmış durumda. Bir yandan tarihi emelleri açığa vuran bu tacizler, diğer yandan Kürtler’in devletleşme girişimlerine yönelik tepkisel ve aşağılayıcı açıklamalar, sonunda Kürt yöneticilerin de tepki göstermelerine yol açtı. Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt yönetimi lideri Mesud Barzani, “Eğer Türkiye Kerkük’e müdahale ederse, biz de Diyarbakır ve Türkiye’deki diğer kentlerle ilgili işlere müdahale ederiz” içerikli bir açıklama yaptı.

Barzani’nin bu açıklaması, Türk egemenler cephesinde ortak bir kin ve nefret kusma vesilesi yapıldı. Hükümetinden ordusuna devlet katlarından ve faşistinden “sosyal-demokrat”ına düzen partilerinden ardardına açıklamalar birbirini izlemeye başladı. İçeriği hemen tümüyle aynı olan bu açıklamaların özeti özelde Kürt, genel hatlarıyla ise halk düşmanlığıdır.

Türk devletinin, bir zamanlar imparatorluk sınırları içinde kalması haricinde, Irak ve Musul-Kerkük üzerine hak iddia edebilmesinin hiçbir ulusal-tarihsel zemini yoktur. Kerkük ve Irak’ın başka kentlerinde yaşayan Türkmen nüfus, bu çerçevede en fazla Türkmenistan Cumhuriyeti’ne ilgilenme hakkı verebilir, Türkiye Cumhuriyeti’ne değil. Kaldı ki, Türk devletinin Türkmenler konusunu ne kadar önemsediğinin göstergesi Kerkük’e ilgisi değil, örneğin, doğalgaz alımında kendi ekonomik çıkarlarını bile gözardı ederek Türkmenistan’ı nasıl dışladığıdır. Türkmenistan, başka yerlerden aldıklarının yarı fiyatına vereceğini bağıra bağıra açıklamasına rağmen, Türk devleti gazı fahiş fiyatlarla Rusya’dan almayı tercih etmiştir, üstelik bu kadar pahalıya aldığı gaz, büyük oranda yine Türkmen gazıdır. Son tahlilde, değil Kerkük’teki Türkmenler, yeri geldiğinde “kardeş” Türkmenistan da, Türkiye halkları da Türk devletinin umurunda değildir.

Öte yandan, Diyarbakır “resmen” bir Kürt kenti olduğu oranda, tüm Kürtler’in buradaki gelişmelere ilgi duyması doğal kabul edilmek zorundadır. En başta da Güney Kürdistan’daki bölgesel Kürt yöneticilerinin... Ancak onlar henüz kendi bölgelerinde tam bir egemenlik sağlayamadıklarından, Kürdistan’ın geneliyle ilgilenme imkanlarına sahip bulunmuyorlar. En fazla, Barzani’nin fırtınalar koparan açıklamalarında olduğu gibi, Türk devletinin tacizlerine cevap mahiyetinde bir tepkiye konu edebiliyorlar. Barzani’nin sözlerinde bir tehdit unsuru da bulunmakla birlikte, bunların temelde savunma içerikli sözler olduğu çok açıktır. Nitekim, Türk devletinin Barzani’nin açıklamalarına karşı gösterdiği tepkiler üzerine bir açıklama yapan Federal Kürt Bölgesi Başkanlık Divanı Başkanı Dr. Fuad Hüseyin; “Biz hiç kimsenin sorunlarıyla uğraşmayız. Kimsenin işine karışmayız. Diğer devletlerden Kerkük meselesine karışmamaları çağrısında bulunuyoruz. Kerkük bir iç meseledir ve bu mesele Kürt, Türkmen, Arap, Keldani ve Asurilere has bir meseledir” sözleriyle, Barzani’nin tepkisine neden olanın da aslen bir öz savunmadan ibaret olduğunu gösteriyor. Mesut Barzani’ye sahip çıkan Kürt Parlamentosu’nun açıklaması da aynı minvalde. Kürt Parlamentosu Başkan Yardımcısı Kemal Kerküki’nin, “Bütün Kürdistan halkı, sayın Mesut Barzani’nin yanındadır. Şunu bilmek gerekiyor ki tehdit eden herkese karşı cevap vermek çok normaldir” sözleri de aynı anlama geliyor. Kürtlerin sarfettiği sözler, yeni yeni kurmaya başladıkları egemenliklerine (üstelik daha üst bir egemenin-ABD emperyalizminin- vesayeti altında) yönelik tehditlere verilmiş bir yanıt oluyor. Fakat Türkiye’yi yönetenler Kürtleri hala ilkel aşiretler ve yöneticilerini de aşiret reisi olarak gördükleri, Kürtleri temel ulusal haklarını kullanmaya layık bir halk saymadıkları için, kudurgan bir tepki gösteriyorlar.

Hükümetin başının Barzani’nin açıklamaları karşısında sarfettiği, “Ben şunu tavsiye ederim: Altından kalkamayacakları sözler söylemesinler.... Yerlerini, konumlarını çok iyi tespit etmeleri gerekiyor. Bu sözlerin altında ezilirler.... Bedeli onlar için ağır olur. Biz bir devletiz. Tarihi asırlara dayanan bir devletiz. Bırakın Kuzey Irak’ı, Bağdat’a kadar nasıl bir tarih geçirmişiz. Bu ifadeleri kullanırken çok dikkatli kullanmak lazım“ sözleri, Türk devletinin Kürtler’e yönelik ilkel bakışını açık biçimde ortaya koyuyor. Devletin gerçek yönetim merkezi MGK ise, bu açıklamaların hemen ardından yaptığı toplantıda, ana gündem maddesi olarak Irak ve Kürt yönetimini masaya yatırıyor. Bekleneceği gibi MGK’den Kürtlere yönelik saldırıların şiddetini artırma kararlılığı çıkıyor.

Ancak başbakanın açıklamalarından ve MGK kararlarından da önemli olan, muhalefet partilerinden, kimi sendikalardan gelen açıklamalardır. “Sol”dan CHP ve SHP, “sağ”dan faşistler, sendikal cepheden Türk-İş ve Hak-İş, başbakanın sözlerini de aşan azgınlıkta açıklamalarla yerlerini alıyorlar düzen cephesinde. Özellikle bu sonuncuların, sendika konfederasyonlarının başındaki hainlerin böyle açıktan saf belirlemesi, diğerlerinden farklı olarak, düzen gericiliğinin karşısında, halkların kardeşliği safında konumlanması gereken işçilerin aldatılması, kendi kendilerine ihanet anlamına gelecek şekilde düşman saflarına yerleştirilmeleri amacı da taşıdığı için, daha büyük bir önem taşıyor. Sermayenin faşist düzeni, gericilik saflarını sıkılaştırmakla kalmıyor, devrim saflarından çalma kitlelerle kalabalıklaştırmaya çalışıyor.

Elbette Türk-İş ve Hak-İş’in açıklamaları üye kitlesini bağlamıyor. Bu konfederasyonlara bağlı sendikaların üyesi işçilerin de, halkların kardeşliği şiarıyla, düzene karşı mücadele saflarında yerlerini almaları gerekiyor. Yaklaşan 1 Mayıs faaliyetlerinde konfederasyonların bu gerici, bu işçi ve halk düşmanı açıklamalarının yeterince teşhir edilebilmesi ise büyük bir önem taşıyor.

Düzen gericiliğinin Kürt düşmanlığıyla sınırlı bir reflekse sahip olmadığı, ileri olan her şeye, en başta da işçi sınıfı devrimciliğine karşı amansız bir kin ve düşmanlık beslediği biliniyor. Daha da ötesi, Kürt düşmanlığının temelinde de Kürtler’in devrimci bir çözüme yönelmesi korkusu yatıyor. Kürtler’in hak ve özgürlük taleplerine karşı her fırsatta kullanmaya çalıştıkları gibi, Kürt hakim sınıfları içindeki gericilerle pekala sıkı işbirliğine girebiliyor, hatta onlara devlet kademelerinde yer bile ayırabiliyorlar. Elbette bu, onların Türk kimliğiyle özdeşleşmeleri temelinde gerçekleşiyor, ama yeri geldiğinde “falanca da Kürt, filanca da Kürt” sahtekarlığından da geri durmuyorlar.

Barzani’nin açıklamaları üzerinden kudurganlaşan Kürt düşmanlığı, yöneltilen tehditler, Irak’ın işgalci egemenleri karşısında, bu topraklara yönelik gerçek bir tehdit oluşturmuyor kuşkusuz. Fakat, asıl konu Kerkük olduğu halde, Irak’a verilen nota ve MGK kararları üzerinden bakıldığında, dönüp dolaşıp PKK konusuna, yani aslında Kuzey Kürtleri’ne geliyorlar. Barzani’ye yöneltilmiş görünen tehdit, aslında Türkiye’deki Kürtler’i işaret ediyor. Gerçi ek bir tehdide ihtiyaç bırakmıyorlar. Aylardır yoğunlaştırılmış bir saldırı altında yerel yönetimler, DTP üzerinden yasal örgütlenmeler tam bir ablukaya alınmış, azgın bir saldırganlığın odağı haline getirilmişlerdir. Newroz’u önceleyen günlerde başlatılan ve ardından askeri operasyonlarla kırsala da sıçratılan bu tırmandırılan yeni savaş hali, Kürt halkı için yeterli bir tehdit unsuru. Buna rağmen bununla da yetinmiyor, Güney Kürtler’i üzerinden de tehdit savuruyor, Kürtler’i aşağılamak, horlamak, hakir görmek için her fırsatı kullanıyorlar.

Burjuva gericiliğinin bu saldırıları karşısında Kürt halkının yalnız bırakılmaması, giderek sıkılaştırılan gericilik safları karşısında devrim ve sosyalizm saflarının güçlendirilmesi gerektiği ortadadır. Devrimci baharın bir kez daha biraraya getirdiği ve ortak hareket konusunda 1 Mayıs’a doğru daha güçlü birliktelikler için çaba gösteren devrimci hareket cephesinde, bu konuda ciddi bir sorun bulunmuyor. Ancak düzen gericiliği karşısında safların daha geniş tutulabilmesi gerekiyor. Başta işçi sınıfı ve emekçi kitleler olmak üzere, ülkenin tüm ilerici, demokratik potansiyelini halkların kardeşliği için, gericilik ve halk düşmanlığı karşısında birleşmeye, tutum almaya sevkedebilmek gerekiyor. Emekçi kitlelere, karşısında birlikte ve güçlü biçimde durulmayan gericiliğin Kürt düşmanlığıyla sınırlı bir hedefe sahip olmadığı, her ileri hareket ve oluşuma karşı korku ve düşmanlık beslediği, Türkiye’nin yakın tarihi üzerinden hatırlatılmalıdır. Ülkede ileriye doğru her gelişmenin önünü askeri faşist darbelerle kesen onlardır. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin tarihsel hak ve kazanımlarını gaspeden, aç ve sefil sürüler haline getirmeye çalışan, ilerici aydınları kontrgerilla suikastleriyle susturan, üniversiteleri tüm ilerici demokrat potansiyellerden temizleyip birer gericilik kalesi haline getiren onlardır. Kürtler’e düşman olan gericilik, hepimize düşmandır.

Diğer yandan, sistemli hale getirilen yoğun saldırılar altında bunalan, artık yok sayılamadığı noktada aşağılanarak, horlanarak rencide edilmeye çalışılan Kürt halkı da, yüzünü daha fazla işçi ve emekçi kitlelere, devrimci ve sosyalist harekete dönmelidir. Türk devletinin attığı her adım, işçi ve emekçi kitlelere olduğu kadar, Kürt halkına da, kurtuluşun birleşik mücadeleden geçtiğini kanıtlamıştır ve kanıtlamaktadır. Gelişmeler, döne döne devlete ve düzene bağlanan umutların temelsizliğini gösteriyor. Yoğunlaştırılan askeri saldırılar, son ateşkesin de öncekilerle aynı akıbete uğradığını anlatıyor. Sermaye devletinin sözlüğünde, barış, kardeşlik, hak, hukuk, özgürlük gibi sözcüklere yer bulunmuyor. Bu ve benzeri sözleri sarfeden herkese, her kesime karşı azgın bir kin ve düşmanlık besliyor. Bu yönlü istemleri susturabilmek için her yol ve aracı mübah görüyor.

Sistemin saldırılarından korunmanın tek yolu, devrim ve sosyalizm mücadelesini yükselterek onun korkularını büyütmekten geçiyor. Kürt halkı da diğer tüm muhalefet odaklarıyla birlikte işçi sınıfının sosyalizm bayrağı altında toplanmalı ve sisteme karşı mücadelede birleşmelidir. Unutulmamalıdır ki, ayrı devlet kurma hakkı dahil, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının kayıtsız-şartsız kabulü, sadece işçi sınıfı sosyalizminde mevcuttur. Kürt halkının tek kurtuluşu devrimde, işçi sınıfının sosyalist iktidarındadır.


Türkiye Barzani’yi “sahib”ine şikayet etti!

Mesud Barzani’nin “Türkiye Kerkük’e karışırsa biz de Diyarbakır’a karışırız” sözleri Türkiye’yi “ayağa kaldırdı”. Özelde Barzani ve Irak Kürt yönetimine, genel olarak da tüm Kürtlere yönelik birikmiş bütün kinler kusuldu. Hükümetinden muhalefet partilerine, ordusundan medyasına ve “sivil toplum kuruluşları”na kadar, devlet ve düzen cephesindeki tüm gericilik ortaya döküldü.

Kürtler aşağılandı. Komşu bir ülkenin yöneticilerine “aşiret reisi” muamelesi çekildi. Akılları sıra bu yolla Kürtlere hakaret ediyor, onları küçük düşürdüklerini sanıyorlar. Hükümetin başındaki zat, “hadlerini bilsinler, sonu kötü olur!” türünden hakaret ve tehditler savururken, MGK kararları da “askeri müdahale” tehdidinde bulundu. Devlet katında süren bu tehditler faşist cenaha yeterli gelmemiş olacak ki, BBP’nin başındaki zat ağzından köpükler saçarak, “Diyarbakır’da yargılayıp, Habur’da asmak”tan sözedebildi.

Ancak, düzenin en gerici odakları böyle uluyadursun, devlet cephesinden bol keseden savrulan tehditlerin hiçbir maddi zemine sahip olmadığı çok iyi biliniyor. Irak’a, Kerkük’e müdahale yönünde ilk girişimlerinden başlarında Aamerikan çuvalıyla dönmüşler, sonra da kendilerini affettirebilmek için efendilerinin önünde bin takla atmak zorunda kalmışlardı. O gün bu gündür, Irak’a müdahaleye ilişkin her açıklamaları, hemen, ABD’den bir karşı uyarı açıklamasıyla yanıtlanıyor. Türk devletinin bu durumu, emperyalist bir gücün peyki haline gelen bir devletin, onun çıkarları haricinde ve izni dışında parmağını bile oynatamayacağının tipik örneğini oluşturuyor.

Nitekim, Barzani’nin açıklamaları konusunda da Türk devleti, iç politika malzemesi atıp tutmaları ötesinde, asıl girişimini, Barzani’yi ABD Dışişleri’ne şikayet tarzında gerçekleştirmiş bulunuyor. Açıklamaların kamuoyunda duyulması üzerine, Türk devletinin “resmen” iki girişiminden biri, Dışişleri Bakanı Gül’ün ABD Dışişleri Bakanı Rice’yi arayıp Barzani’yi şikayet etmesidir. Diğer resmi girişim de, Irak hükümetine nota göndermek oldu. Fakat, Barzani ile sürtüşmenin konusu Kerkük olmasına rağmen, Irak’a verilen notanın konusu PKK’dir. Türk devleti aklı sıra Irak ve Kürtler’le, bu arada dünya ile oyun oynamaktadır.

Fakat hiç kimseyi kandırma imkanına sahip değiller. Irak’taki bölgesel Kürt yönetimi ve ona arka çıkan Irak devlet yönetimi, Türkiye’nin acemice sahnelemeye çalıştığı bu oyunlara tepki göstermeye başladı. Ülkedeki tüm kargaşaya ve iktidarsız iktidarına rağmen, Irak hükümetinin aldığı tutum, gerçekte ABD tarafından kurulmuş olmasıyla doğrudan ilişkilidir. Emperyalist işgal kuvvetlerinin işbirlikçisi bu egemenlerin tutumu da Türk devletinin tutumundan farklı değildir. Tüm uşak ruhlulara hakim bu tutum, aciz karşısında aslan, güçlü karşısında kedi kesilmekten ibarettir. Türk devletinin tacizlerine tepki gösterme haklılığı, Irak yönetiminin bu cüreti efendisinden aldığı gerçeğini karartmamalıdır.



 

Sendikal ihanet Türk şovenizminin hizmetinde!

Barzani’nin açıklamaları Türkiye’nin tüm ırkçı, gerici, faşist odaklarını bir kez daha birleştirmiş bulunuyor. Hemen tüm kurumlarıyla devlet, faşistinden ‘sosyal demokrat’ına kadar tüm düzen partileri, Kürt düşmanlığı konusunda yarışa girişmiş durumdalar. Kim Kürt halkını daha fazla aşağılayabilir, kim daha sunturlu küfürler icat edebilir, kim daha etkili tehdit savurabilir, kim ağzından daha fazla köpük saçabilir...

Hepsi düzenin has adamı, asli kurumu. Kürt halkını 80 yıldır sindirmeye çalışıp bir türlü sindiremeyen, 80 yıllık uğraşının ardından hala şiddetli karın ağrılarıyla kıvranan sermaye düzeni ve devleti katında, bunlar, şiddetli tepkiyi haketmekle birlikte ‘anlaşılır’ bir durumdur. Düzen, varlık ve egemenliğinin gereğini yerine getirmeye çalışıyor.

Ama bu kampa kendiliğinden dahil olan başka bazıları var ki, onların tutumunu ne anlamak mümkün ne de sadece ‘şiddetli tepki’yle yetinmek...

Onlar, Türk-İş, Hak-İş adlarıyla faaliyet gösteren işçi sendikaları konfederasyonlarıdır. Sermaye düzeninin gerçek mağduru işçilerin örgütlerinin başını işgal etmiş, bu örgütleri ve işçinin alınterini, beynini sermaye sınıfına ve düzenine peşkeş çekmektedirler. Sermaye sınıfı ile işçi sınıfı, düzen ile devrim arasındaki her kritik çatışma sürecinde, bunların görevi sınıfı satmak, sıkışan sermaye düzenini düze çıkarmak olmuştur. Düzenin ve devletin işçi sınıfına karşı her saldırı atağı, bunların ihaneti sayesinde başarıya ulaşmaktadır. Mezarda emeklilik yasası da onlar sayesinde çıkarılabildi, bir kölelik yasası olan yeni iş yasası da... Onlar DİSK’i kapatma çabasında devletin başlıca destekçileri oldular, faşist darbelerde tüm işçi emekçi örgütleri kapatılırken, sadece bu hain bürokratların sendikaları bu hizmetleri karşılığında açık kaldı. Sınıfı sömürmeye ve düzene peşkeş çekmeye devam ettiler.

Nitekim geldikleri noktada, en gerici, faşist düzen ve devlet kurumlarıyla yarışa girmiş bulunuyorlar. Barzani’nin açıklamaları sonrasında yükseltilen şoven-ırkçı Kürt düşmanlığı kampanyasında, Türk-İş yarışın başını çekmeye çalışıyor. Üstelik sonradan kıvırma payı olsun babında, herhangi bir yönetici adına değil, yönetim kurulu adına açıklama yapan Türk-İş, ‘Bağımsızlığımıza, birlik ve bütünlüğümüze yönelik bu sözler, artık Türk milletinin sabrını taşırmaktadır’ ifadeleriyle, sadece üyelerinin de değil, Türk milletinin sözcülüğüne soyunmaya kalkıyor.

Türk-İş’in bu ifadeleri, aslında, örgütün adı gereği işçi temsilcisi falan olmadığını, ‘Türk milleti’nin, yani onun adına egemenlik sürdüren burjuvazinin temsilciliğini/sözcülüğünü yaptığını da kanıtlıyor. Türk milliyetçiliği de, özünde, bu sınıfın ideolojisidir ve bu ideoloji sadece Kürtlere değil, sırası geldiğinde Ermenilere, Yunanlılara, Ruslara, Araplara, en yakın komşu halklar en başta olmak üzere tüm dünya haklarına düşmandır.

Fakat işçi sınıfı ve örgütleri cephesinden daha önemli olmak üzere, Türk milliyetçiliği öncelikle işçi ve emekçi düşmanlığıyla malüldür.

‘77’nin kanlı 1 Mayıs’ında katledilen onlarca işçi dahil, yüzlerce işçi, emekçi, devrimci, sosyalist, bu faşist katillerin kurşunları, satırları, bıçakları, zincirleriyle öldürülmüş, idam sehpalarında, işkence tezgahlarında can vermiştir.

Azılı işçi düşmanlarının saflarında uluyan Türk-İş ve Hak-İş yöneticilerinin, işçi sınıfına bu ihanetlerinin hesabını vermekte çok zorlanacakları açıktır.