6 Nisan 2007 Sayı: 2007/13(13)

  Kızıl Bayrak'tan
   Emperyalizme, faşizme, şovenizme ve kölece yaşam koşullarına karşı
1 Mayıs’ta alanlara!
  Liberal aydınların meclis düşleri
Sermaye oligarkları aylar sonra seçilecek hükümetin “yol haritasını” bugünden çizdi…
TÜİK’in 2006 yılına ait ekonomik verileri üzerine...
1 Mayıs tarihi ve “ruhu” üzerine... - Yüksel Akkaya...
 Sömürü ve kölelikten kurtulmak için
1 Mayıs’ta alanlara!
  1 Mayıs üzerine DİSK/Birleşik Metal İşçileri Sendikası Genel Örgütlenme Sekreteri Özkan Atar ile konuştuk….
  1 Mayıs ‘77 katliamını yaşayan devrimci bir işçi anlatıyor…
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Büyükanıt’ın Harp Akademilerindeki konuşması ve düzenin dış politikası...
  ABD’nin desteklediği “barış”tan Ortadoğu’ya hayır gelmez
  ABD, İsrail ve İran - Abu Şehmuz Demir
  İran’a yönelik kuşatma halkları köleleştirme saldırısının devamıdır...
  Filipin devleti ve emperyalist suç ortakları Daimi Halk Mahkemesi’nde yargılandılar!
  Gençlik hareketinden...
  Kızıldere anmalarından...
  Traji-komik oyun, “yeni” perdelerle oynanmaya devam ediyor..- M. Can Yüce
  Sosyal yıkım saldırılarına karşı mücadeleye!
  Günlük Kızıl Bayrak sitesi Mart ayı rakamları...
  Demirel’in çağrısına yanıt:
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Traji-komik oyun, “yeni” perdelerle oynanmaya devam ediyor...

M. Can Yüce


Bir halkla bu kadar oynanır mı? Ya bir halk, kendisinin, bu oyunun bu kadar çok sıradan bir figüranı haline getirilmesine izin verir mi?

Her iki soruya da geniş ve derin yanıtlar vermek gerekiyor. Ancak biz daha kısa ve anlaşılır yanıtlar vermekle yetinelim. Bu noktada genel duruma bakmakta yarar var. O zaman oynanan traji-komik oyunun “yeni” perdeleri ve bu oyunun özü daha iyi anlaşılır. Önce devlet cephesine bakalım:

Devlet soluk aldırmıyor, soluk aldırmamak için bütün bastırma araçlarını devreye sokuyor. TC, Kürt halkına, Kürt adına ne varsa ona dört bir yandan saldırıyor. DTP’ye göz açtırmıyor. En sıradan söz ve davranışlarını kovuşturma, gözaltı, tutuklama ve cezalandırma bahanesi yapıyor. Şimdiye dek yüzlerce il, ilçe örgütünü basmış, yüzlerce yönetici ve üyesini gözaltına almış ve tutuklamış, onlarca yıla varan ceza davalarını açtırmıştır. Baskı ve saldırılar salt DTP ile sınırlı değil, genel bir planın bir parçası olarak askeri operasyonlar aralıksız sürdürülüyor. “Ateş kes”tiğini açıklamalarına rağmen izi bulunan PKK’liler katlediliyor. Kuzey Kürdistan’a askeri yığınak hep devam ediyor. Bununla Güney Kürdistan üzerinde baskı kurulmak, fırsat ortaya çıktığında askeri olarak müdahale etmenin askeri, siyasal ve psikolojik alt yapısı oluşturulmak ve geliştirilmek isteniyor. Kerkük ve Federe Kürdistan TC’nin en önemli iç ve dış politika konusu olarak canlı tutulmaya çalışılıyor…

Buna karşılık “Kürt cephesi” ne yapıyor? Ne yazık Kürt halkı her şeyden önce ufuksuzlaştırıldı, siyasal program ve stratejik olarak silahsızlandırıldı, bağımsızlık ve özgürlük bilinci tahrip edildi. Bu, dönem dönem oluşturulan sahte gündemlerle kontrol edilmesi güç enerjisi boşa akıtılarak yapıyor. “Silahlı mücadele” adına kanı boşa akıtılıyor. Bütün bu olumsuzluklara rağmen sorunun özünden kaynaklanan devrimci dinamizmi, geçmişten bu güne kazandığı değerlerin itkisiyle Kürt halkı teslim alınamıyor. Her şeye rağmen Newroz’una sahip çıkıyor… Ama bu iki çelik uç, büyük bir paradoksa da işaret ediyor ve bu hep tekrarlanıyor. İşin traji-komik niteliği bu tekrarlanan paradoksun kendisinden kaynaklanıyor.

Açıkça vurgulamak durumundayız ki, mevcut yapısı, çizgisi, duruşu ile PKK devlet için stratejik bir sorun değildir. Tersine içi boşaltılmış, politik ve askeri stratejiden yoksun bırakılmış bir silahlı varlık ve mücadele devletin, özel savaş aygıtının bulamayacağı bir bahane, bir iç ve dış politika aracıdır. Bu, son yılların pratiği ile sayısız kez kanıtlanmıştır.

Son günlerde büyük bir gürültüyle Öcalan’ın “zehirlendiği” yönünde bir gündem yarattılar. Bunun altının ne kadar boş olduğu her geçen gün biraz daha anlaşılıyor. Öcalan’ın son görüşmesinde bu konuda söyledikleri ilginç ve devleti aklamaya yöneliktir. Şöyle diyor:

“Buraya bağımsız bir sağlık heyetinin gelmesi iyi olur. Bu devleti de töhmet altında kalmaktan kurtarır. Burada bana karşı devletin bir yöneliminin olduğuna ihtimal vermiyorum, ama daha önce de söyledim devlet içerisinde bir kliğin yönelmesi olabilir. Bana yönelmek isteyenler var. Bağımsız bir heyetin adaya gelerek sadece toksid ile ilgili değil, kanserojen hastalıklar da dâhil olmak üzere kapsamlı bir check-up yapması gerekir. Bu tarzda bir kontrol iyi olur. Bu devleti de töhmet altından kurtarır.”

Mademki devlet aklanıyor ve sorumluluk bir kliğe yükleniyordu. Peki, bu kadar gürültü neyin nesiydi? Newroz’un özgürlük ve direniş özü, kimliği neden boşaltılmak istendi?

Devletin yapamadığını yapmak istediler. Bir kişinin yaşamının bir halkın temel sorunlarının önüne alınması kime hizmet etti, kime hizmet ediyor? Peki, bunun Kürt halkının temel mücadelesine ve temel istemlerinin kazanılması çabalarına katkısı ne oldu? Halkın enerjisi boşa akıtılacağına, özel savaş ve stratejisine karşı doğru bir programla doğru hedeflere yönetilse halkımızın durumu böyle mi olurdu?

TC, inkâr, imha ve özel savaşta inatla ısrar ediyor. Peki, buna karşı siz ne diyorsunuz? DTP’nin yöneticileri ve üyeleri her gün tutuklanıyor, binaları basılıyor, psikolojik saldırı ile sindirilmeye çalışılıyor. Peki, siz ne yapıyorsunuz, hangi politika ile karşılık vermek istiyorsunuz? Devletin sorumlu olmadığı bir “sağlık sorununu” gündemleştirerek mi, halkın enerjisini bu hedefe kilitleyerek boşa harcayarak mı bu saldırılar karşısında barikat olmaya çalışacaksınız, bu mümkün mü?

Şu anda etkin politika içinde olanların, hangi gerekçeyle olursa olsun İmralı çizgisi altında bir şeyler yapmak isteyenlerin, bu soruları sormadan, yanıtlarını tartışmadan özgür, başarılı ve onurlu bir duruş sergilemeleri mümkün mü?

Belli ki, DTP’nin yöneticileri, “devletten fazla bir şey istemiyoruz, istediğimiz bazı kültürel haklar ve devlet için zorlayıcı olmayan kimlik tanımıdır. Bir de Kürt egemen ve orta sınıfları olarak bu düzenden politik ve ekonomik bakımdan belli bir pay almak, bunun karşılığında bir halkın desteğini devletin arkasına koymak gibi bir çizgiye sahibiz” rahatlığıyla davranmaktadırlar, devletin kendilerini yeterince anlamadığı düşüncesindedirler… Oysa devlet duruşuyla en geri ve teslimiyetçi tarzda da olsa hiçbir Kürt kimliğine ve onun adına siyaset yapılmasına izin vermeyeceğini her fırsata dile getiriyor, bunu “askeri ve psikolojik harekâtları” ile her fırsatta kanıtlıyor.

Burada sorumluluk gerçek yurtseverlere düşüyor. Kendinize sormanız gerekiyor: Nereye gidiyoruz, nasıl bir duruş içindeyiz, politikamız, yolumuz ne? Bu çizgi ve pratik duruşla devleti geriletmemiz mümkün mü? Daha da önemlisi bu çizgiyle en sıradan bir hak kazanmak, siyasette bir ağırlık, uluslararası düzlemde saygın bir yer edinmek mümkün mü?

2004 yılının ortalarında “silahları yeniden ateşlediler”. Bunun İmralı merkezli olduğunu sayısız kez yazdık. Yeniden başlatılan çatışma sürecinin Genelkurmayın iç ve dış politika ihtiyaçlarına oturduğunu da… Yine bu çatışma sürecinde “Kürt tarafının” bir politik program ve askeri stratejiden yoksun olduğunu, salt bu nedenle bu çatışma sürecinde her kaybın anlamsız olduğunu, bunun sorumluluğunun ağır olduğunu vurguladık. Sonra bir süre önce “ateşkes” ilan ettiler. Ama bunun ancak bahara kadar devam edebileceğini belirttiler. Baharda Türkiye’de iç ve dış politika hareketlenecek, gerilim artacak, iç hesaplaşmalar yeni bir aşamaya gelecek ve kılıçlar çekilerek iktidarın kritik ve sembolik mevzileri korunacak veya el değiştirecek… Kılıç çeken taraflardan birinin Genelkurmay olduğu biliniyor… Bu noktada İmralı cephesinde “ateşkesin anlamını yitirdiği” değerlendirmeleri yükseldi. Peki, silahlar neden ve hangi amaç için patlatılacaktı, daha doğrusu var olan silahlar ve silahlı adamların anlamı neydi? Yanıt belliydi, ama Öcalan bunu son görüşmesinde yeniden dile getirdi. Ona göre silahlar yine olacaktı, ama bunlar, “ulusal kurtuluş mücadelesinin bir aracı” olmayacaktı. Halkın can güvenliğini koruyacaktı! Söylenenleri birlikte okuyalım:

“Ne demek silah bırakın! Ben halkın can güvenliğini koruculara mı bırakacağım! Bizim mücadelemizde silah, ulusal kurtuluş mücadelesinin bir aracı değildir. Bunu Türkiye halkının da bilmesi gerekir. Bizim mücadelemiz kurtuluş savaşı gibi silahlı bir mücadele değildir. Bizim mücadelemiz felsefik, zihinsel anlamda özgürlük mücadelesidir. Her zaman silah olacaktır ama bu kendi can güvenliklerini ve halkın can güvenliğini korumak içindir. Bunlar Türkiye’ye karşı güçler değil, öz savunma güçleridir. Öz savunma güçleri her yerde vardır. Bunlar halkın güvenliğini korurlar. Silahlar Kürt kimliğinin, Kürt kültürünün korunmasında, gelişmesinde bir teminattır. Bölgeye 500 bin asker yığmışlar, o halde sen silahını bırak, bırakabilir misin? Bırakırsan seni bitirirler. Onuru ve şerefi olan sonuna kadar direnir.” (31 Mart 2007 tarihli Görüşme Notlarından)

Öcalan ellerindeki silahların tanımını ve işlevini çok açıklıkla yapıyor: “Bizim mücadelemizde silah, ulusal kurtuluş mücadelesinin bir aracı değildir. Bunu Türkiye halkının da bilmesi gerekir. Bizim mücadelemiz kurtuluş savaşı gibi silahlı bir mücadele değildir. Bizim mücadelemiz felsefik, zihinsel anlamda özgürlük mücadelesidir.” Silahın her zaman olacağını, ama bunun halkın can güvenliği için olacağını belirtiyor. İşte tam da burada her zaman yaptığı büyük bir çarpıtmayı bir kez daha yapıyor. Hangi halkın can güvenliğini korudunuz, koruculara karşı hangi halkın, kimin güvenliğini korumaktan söz ediyorsunuz? Korucuları besleyen, örgütleyen ve silahlı bir güç olarak varlığını sürdüren devletten başkası mı? Devlete karşı stratejik bir duruşunuz var mı? Yok, daha önce söylenenler bir yana, “Bizim mücadelemiz kurtuluş savaşı gibi silahlı bir mücadele değildir” demekle böyle bir stratejik duruşun olmadığını zaten hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak kadar açıkça belirtmiş oluyorsunuz. Ama İmralı çizgisindeki yayın organları, “silah, özgürlüğün teminatı” gibi içi boş ve gerçeği yansıtmayan manşetler atarken herhangi bir sıkılma belirtisi göstermiyorlar. Dahası böylece devrimci dinamizmi hangi yalanlarla vurmak istediklerini, tasfiyecilikte devrimci değerleri kullanmanın en temel unsur olduğunu bir kez daha itiraf etmekten geri durmuyorlar…

Açık ki, İmralı partisinin elindeki silahların Kürt halkı açısından bir anlamı yoktur. Aslında bu silahları sayısız kez teslim etmek istediler, ama ellerinde alan olmadı. Dahası Özel savaş aygıtı tarafından bu silahların bir iç ve dış politika aracı olarak kullanılmak istendiği bir sır değildir. Dolaysısıyla bu süreçte yaşamını yitiren her gencimizin kanında Öcalan ve onun şaşmaz uygulayıcılarının elleri vardır. Traji-komik oyunun kurbanı ve figüranı olanlar öncelikle bunu görmek ve nereye götürülmek istendiklerini bilmek durumundadırlar! Yoksa yarın çok geç olabilir…

3 Nisan 2007