6 Nisan 2007 Sayı: 2007/13(13)

  Kızıl Bayrak'tan
   Emperyalizme, faşizme, şovenizme ve kölece yaşam koşullarına karşı
1 Mayıs’ta alanlara!
  Liberal aydınların meclis düşleri
Sermaye oligarkları aylar sonra seçilecek hükümetin “yol haritasını” bugünden çizdi…
TÜİK’in 2006 yılına ait ekonomik verileri üzerine...
1 Mayıs tarihi ve “ruhu” üzerine... - Yüksel Akkaya...
 Sömürü ve kölelikten kurtulmak için
1 Mayıs’ta alanlara!
  1 Mayıs üzerine DİSK/Birleşik Metal İşçileri Sendikası Genel Örgütlenme Sekreteri Özkan Atar ile konuştuk….
  1 Mayıs ‘77 katliamını yaşayan devrimci bir işçi anlatıyor…
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Büyükanıt’ın Harp Akademilerindeki konuşması ve düzenin dış politikası...
  ABD’nin desteklediği “barış”tan Ortadoğu’ya hayır gelmez
  ABD, İsrail ve İran - Abu Şehmuz Demir
  İran’a yönelik kuşatma halkları köleleştirme saldırısının devamıdır...
  Filipin devleti ve emperyalist suç ortakları Daimi Halk Mahkemesi’nde yargılandılar!
  Gençlik hareketinden...
  Kızıldere anmalarından...
  Traji-komik oyun, “yeni” perdelerle oynanmaya devam ediyor..- M. Can Yüce
  Sosyal yıkım saldırılarına karşı mücadeleye!
  Günlük Kızıl Bayrak sitesi Mart ayı rakamları...
  Demirel’in çağrısına yanıt:
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

TÜİK’in 2006 yılına ait ekonomik verileri üzerine...

Sermaye daha da semirirken, emekçiler işsizliğin, yoksulluğun ve kölece çalışma koşullarının pençesinde!

TÜİK 2006 yılına ilişkin ekonomik büyüme rakamlarını açıkladı. Buna göre Türkiye, 2006 yılında yüzde 6 oranında büyüme yaşayarak olumlu gidişatını sürdürüyormuş! Öyle ki, açıklamadan sonra basın toplantısı yapan Devlet Bakanı Ali Babacan, bu “pembe tabloyu” daha da inandırıcı kılabilmek için “sürdürebilir bir büyümeyi” yakaladıklarına dair çok iddialı sözlerle mevcut durumu yorumladı.

Aslında bu durum emekçiler açısından klasik sayılır. Zira yaklaşan seçimler öncesinde hükümetlerin herşeyi güllük gülistanlık göstermeleri neredeyse adettendir. Tek farkla ki, AKP hükümeti bu yöntemi her dönem çok daha bilinçli, çok daha organize bir şekilde gerçekleştirmiştir. Yani işinde bir anlamda profesyonelleşmiştir. Örneğin sosyo-ekonomik sorunlara dair kitlelerin ne zaman tepkisi yükselse, AKP hükümetinin imdadına hemen TÜİK’in bu konuda yaptığı araştırmanın istatistik sonuçları yetişmiştir. Tabii ki bu sonuçlara göre de, ortada öyle “velveleye” verilecek bir durum hiç olmamıştır. Bunu iddia edenler ise Başbakan’ın deyimiyle “bardağın hep boş tarafını gören”, gelişmeleri hazmedemeyen, kötü niyetli ve karamsar kişiler olarak sunulmuştur.

Oysa gerçekliği bir yana bilimsel açıdan bakıldığında dahi TÜİK’in araştırma yaparken kullandığı yöntemler hep tartışılagelmiştir. Enflasyon, gelir ve vergi oranlarının belirlenmesinde, asgari ücret oranının tespitinde ve daha birçok konuda, sonuçlarıyla birlikte yapılış tarzı da hep tartışılmıştır. Zira bu araştırmaların yapılmasında her zaman belirleyici etken siyasi, daha açık ifade ile mevcut hükümete ve onun üzerinden de sermaye düzenine hizmet olmuştur. Örneğin TÜİK’in, bu yıl asgari ücretin ne kadar olması gerektiği yönünde yaptığı araştırmanın sonucu, kendisinden beklenmeyen bir oranda fazla çıkmıştı. Halbuki burada da bir çelişki olmamakla birlikte bunun gerisinde de yine siyasal tercihler bulunmaktadır. 2007 yılının seçim yılı olması ve de AKP hükümetinin bugüne kadar sermayeye hizmet noktasında gösterdiği üstün başarısı, aynı şekilde sandıkta da “faturayı ödeme” noktasında devam edebilirdi. İşte bu kaygılarla bir takım “popülist” icraatlar için efendisinden gerekli izni koparabilmeye ve de masada elini güçlendirmeye dönük bir tercihti. Oysa ki sermayenin, bir seçim yatırımı olsa da AKP’nin asgari ücret konusunda “popülizme” kaymasına ne oranda izin verdiğini görmüş olduk. Kısacası AKP hükümeti kitleleri aldatmak için ve kendi “başarısına” dayanak olması için TÜİK’ten ve onun yaptığı araştırma sonuçlarından faydalanmıştır.

Genel seçimlerin yaklaştığı bu süreçte TÜİK’in bu türden istatistiki sonuçları daha sık gündeme gelecektir. Ancak önemli olan ileri sürülen verilere hangi taraftan bakıldığıdır. İddia edilen ekonomideki yüzde 6’lık büyümenin işçi ve emekçilere nasıl yansıdığına bakmak gerekir. O zaman da rakamların soyut dünyasından günlük yaşamın daha somut verilerine inilebilir. Bu noktada da bir halkın gelir düzeyini ve refah durumunu en iyi yansıtan bir örneğe, cezaevlerinin durumuna bakılabilir.

Nitekim Devlet Bakanı Babacan’ın sanal rakamlarla pembe hayaller yaymaya çalıştığı bir sırada gazetecilerden gelen bu yöndeki can sıkıcı bir soru, yaratmak istediği tüm havayı da bozmuştur. Zira bugün cezaevlerinde yatanların sayısı, 12 Eylül faşist darbesi dönemi dışta bırakılırsa ülke tarihinin en yüksek rakamını yansıtıyor. Birçok cezaevi kapasitesinin neredeyse iki katı kadar insanla dolup taşmış durumdadır. Yatacak yer sorunu nedeniyle yerlerde ikişerli üçerli yatılmaktadır. Sadece bununla da sınırlı değil durum. Aynı gerçeğin bir başka yönü ise, düzenin günden güne büyüyen ve yeni çare arayışlarına konu olan “asayişi” korkusudur. Bu açık olgular, ekonomideki sözde “büyüme”nin halkın büyük bir çoğunluğuna yansımadığının en dolaysız göstergesi durumundadır. Ama kendisine bu gerçekliğin hatırlatılması üzerine, Babacan bu olgusal sonuçların ekonomik ve sosyal değil fakat salt “etik-ahlaki” nedenlerin ürünü olduğu biçiminde pişkince bir yanıt verebilmiştir.

Kuşkusuz söylediklerine kendisinden ve hizmetinde olduğu bir avuç asalaktan başka kimseyi inandıramıyor, onlar da yalnızca inanmış görünüyor. Herşey bir yana, kaygıları büyüten “asayiş” olaylarının temelindeki gerçek nedenler olan yoksulluk ve işsizlik, tüm çıplaklığıyla ve haşmetiyle gözler önünde duruyor. Bu da “ekonomide yaşanan büyümenin” işçi ve emekçilerin “ekonomi”sine hiç yansımadığını gösteriyor. Ama Babacan buna da bir izah buluyor ve konuyu “eğitimle” gerekçelendiriyor. Yani son dönemin moda deyimiyle “eğitim şart” oluyor.

Babacan’ın ekonomide çizdiği pembe tabloya istinaden sunduğu gerekçelerden bir tanesi de, kuşkusuz yine TÜİK’in verilerinden yola çıkılarak, alt kesimin gelirinin arttığı oluyor. Tüm gelir gruplarında reel bir artış yaşandığını söylüyor “ekonomiden sorumlu devlet bakanı”. Oysa gerçekler bunun tam tersini söylüyor. İşçi ve emekçiler günlük yaşamında alım güçlerinin sürekli düştüğünü, gelir durumlarının günden güne kötüye gittiğini yaşayarak görebiliyorlar. Son yıllarda patronların sıfır zam dayatmaları, iddia edilen reel gelir artışının ücretli kesimi kapsamadığını anlatmaktadır. Bu durumda gelirini farklı yollardan (ücret dışında) kazanan kesimler kalmaktadır ki, TÜİK’in verileri de bu kesimi kapsamaktadır.

Evet ekonomi büyüyor ama bunun işçi ve emekçilerin çıkarlarına olmadığı kesin! Talana dönüşen özelleştirmelerle, uygulanan cömert teşviklerle, vergi indirimleriyle, faizlerle, kısacası her türlü vurgun ve talanla, tüm kesimleriyle sermaye sınıfının kârının büyüdüğü bir gerçek. Ancak bunun Ali Babacan’ın iddia ettiği gibi “sürdürebilir” olup olmadığı fazlasıyla tartışmalı. Zira deniz bitmiş, kara gözükmüştür artık. Bir süredir “makro hedefler” kapsamında alınan mesafeyle soluklanan sermaye devletinin önünde şimdi “mikro hedefleri” içeren ve sınıfı daha doğrudan kesen ve çok yönlü yeni saldırıları hayata geçirme işi ve görevi durmaktadır. IMF ve işbirlikçi sermaye sınıfı tarafından tanımlanan ve hazırlanan bu işe ve göreve hangi düzen partisinin ne yolla talip olacağını ise önümüzdeki seçimler gösterecek ve belirleyecektir. AKP hükümeti, “yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır” dercesine bu göreve bir kez daha aday olduğunu söylemektedir. Bu konuda tümünün biribirleriyle yarışacağı ise kesindir.

Bu durumda önemli olan işsizliğin, yoksulluğun, yoksunluğun ve kölece çalışma koşullarının pençesindeki işçi ve emekçi yığınlarının ne söyleyeceğidir.


İTO: Sağlıkta yıkıma hayır!

İTO, kapatılmasına karşı sağlık ocakları önündeki eylemlerini sürdürüyor. 29 Mart günü Kadıköy Merkez Sağlık Ocağı önünde biraraya gelen emekçiler sağlık ocaklarına sahip çıkacaklarını söylediler. Basın açıklamasından önce İTO Genel Başkanı Özdemir Akdağ bir konuşma yaptı. Gerçekleştirdikleri beyaz eylemlere emekçilerin de destek verdiğini, sağlık hakkı için mücadeleye devam edeceklerini söyledi. Gerçekleştirilen eylemler nedeniyle bazı yasaların geçirilemediğini belirtti.

Basın açıklamasını İTO Genel Sekreteri Hüseyin Demir Dizen okudu. Dizen, sağlık hakkına yönelik saldırılara değindi. Aile hekimliği uygulaması ve sağlıkta dönüşüm programı adı altında görece iyi düzeyde sağlık hizmeti veren İzmir’de 243 sağlık ocağının kapatılmasına karşı mücadele edeceklerini söyledi. Aile hekimliği uygulamasını kabul etmeyen hekimlerin çeşitli saldırılara maruz kaldığını vurguladı.

Kızıl Bayrak/İstanbul


Adana: “Aile Hekimliği”ne son!

 Aile Hekimliği pilot uygulamasına alınan İzmir’de bu hafta sonu toplam 1087 aile hekimliği birimine yerleştirme yapılacak olması ve kısa süre sonra da İzmir’de hizmet veren 243 sağlık ocağının kapatılmak istenmesi nedeniyle 29 Mart günü Adana Tabip Odası ve SES Adana Şubesi Reşatbey Sağlık Ocağı önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdiler.

ATO Başkanı Dr. Osman Küçükosmanoğlu tarafından okunan basın metninde “Şu ana kadar pilot uygulamanın hekimlerin, sağlık çalışanlarının ve hastaların memnuniyetini sağlamadığı açık olarak görülmektedir. Nitekim sağlık bakanlığı uygulamayı hekimlere ve diğer sağlık çalışanlarına zorla kabul ettirmeye çalışmaktadır. Aile hekimliğini kabul etmeyenler yerinden edilmekte, hekimler tek tek odalara alınarak kabul etmeyenlerin yerine başka illerden hekimlerin getirileceği söylemi ile meslektaşlarımız tehdit edilmektedir” denildi.

Kızıl Bayrak/Adana