6 Nisan 2007 Sayı: 2007/13(13)

  Kızıl Bayrak'tan
   Emperyalizme, faşizme, şovenizme ve kölece yaşam koşullarına karşı
1 Mayıs’ta alanlara!
  Liberal aydınların meclis düşleri
Sermaye oligarkları aylar sonra seçilecek hükümetin “yol haritasını” bugünden çizdi…
TÜİK’in 2006 yılına ait ekonomik verileri üzerine...
1 Mayıs tarihi ve “ruhu” üzerine... - Yüksel Akkaya...
 Sömürü ve kölelikten kurtulmak için
1 Mayıs’ta alanlara!
  1 Mayıs üzerine DİSK/Birleşik Metal İşçileri Sendikası Genel Örgütlenme Sekreteri Özkan Atar ile konuştuk….
  1 Mayıs ‘77 katliamını yaşayan devrimci bir işçi anlatıyor…
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Büyükanıt’ın Harp Akademilerindeki konuşması ve düzenin dış politikası...
  ABD’nin desteklediği “barış”tan Ortadoğu’ya hayır gelmez
  ABD, İsrail ve İran - Abu Şehmuz Demir
  İran’a yönelik kuşatma halkları köleleştirme saldırısının devamıdır...
  Filipin devleti ve emperyalist suç ortakları Daimi Halk Mahkemesi’nde yargılandılar!
  Gençlik hareketinden...
  Kızıldere anmalarından...
  Traji-komik oyun, “yeni” perdelerle oynanmaya devam ediyor..- M. Can Yüce
  Sosyal yıkım saldırılarına karşı mücadeleye!
  Günlük Kızıl Bayrak sitesi Mart ayı rakamları...
  Demirel’in çağrısına yanıt:
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İşbirlikçi egemenlerin iradesizliği...

İsrail büyükelçisinden AKP hükümetine azarlama!

Geçen hafta Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da gerçekleşen Arap Birliği zirvesine katılan başbakan Tayyip Erdoğan, Filistin yönetimi başkanı Mahmut Abbas ve başbakan İsmail Haniye ile ortak bir görüşme yapmıştı. Görüşme sonunda Filistinli yöneticileri davet eden Erdoğan, kendilerini Türkiye’de ağırlamaktan memnun olacağını söylemişti.

Diplomatik nezaket kurallarına göre yapılan görüşmenin ardından gelen bu olağan davet, basına yansımasıyla “olağanüstü etkiler” yaratınca, Tayyip’le müritleri zor durumda kaldı. Zira başbakan, Ortadoğu’da ABD planları çerçevesinde etkin rol üstlenmek hevesinde olan Türk egemenlerinin niyetini beyan etmenin ötesine geçmemekle birlikte, siyonistleri hesaba katmayı unutmuştu.

“Kasımpaşalı Tayyip”, bir kez daha Filistinli yetkililerle iki laf ettiğine edeceğine pişman oldu. Çünkü haberi alan siyonist rejim anında harekete geçti. Tabii her zamanki küstah üslupla sorulan sorulara yanıt vermek, İslam üzerine politika yapan Tayyip ve müritleri için pek hoş bir durum değildi. Zira dini istismar ederek siyasi rant elde eden AKP şeflerinin, “Müslüman” Filistin halkının cellatlarına, neredeyse sarf ettikleri her sözün hesabını vermek zorunda kalmaları ironik bir manzara oluşturmaktadır.

Başbakanın davetinin basına yansıması üzerine İsrail’in Ankara Büyükelçisi Pinhas Avivi, yıldırım hızıyla dışişleri bakanlığı yetkililerinden konuyla ilgili açıklama istedi.

Eli ayağına dolaşan dışişleri görevlileri “ivedilikle”, “ortada somut bir davetin olmadığını, başbakanın nezaket icabı böyle bir davette bulunduğunu, dolayısıyla Filistin başbakanının Türkiye’ye gelmesinin sözkonusu olmadığını” açıkladı.

Ancak bu açıklama siyonist takımını teskin etmeye yetmedi. Hamas’la kurulacak “küçük bir temasın ikili ilişkileri bitireceğini” söyleyen siyonist rejimin Ankara büyükelçisi yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Haniye, bir sabah gözümüzü açtığımızda Ankara’da olursa gerçekten felaket olur. Hamas, Ankara’yı diyaloga zorlamak gibi bir oyunun içindeyse Ankara da ‘teröristlerle görüşmüyoruz’ diyerek onları zorlamalı.

Erdoğan ile heyeti ‘nezaketen’ diye iddia ettikleri davetle bizi çok üzdü. Biz, Türkiye’nin terörle savaşına destek vermek isterken, Hamas’la konuşmaları bile çok yanlıştı. İsrail, Haniye’nin gelmeyeceği konusunda Ankara’dan açık garanti beklemiyor, ama ilişkilerin geleceği açısından samimi açıklama istiyor.”

İsrail büyükelçisinin bu küstahça sözleri üzerine dışişleri görevlilerinin yaptığı açıklama, Ankara’daki işbirlikçiler adına tam bir utanç belgesidir. İsmail Haniye’nin Nisan’da Türkiye’ye geleceği açıklamasının kendilerini de “şoke” ettiğini öne süren dışişleri görevlileri şunları söyledi: “Ortada ne açık davet var, ne de davetin kabulü. Haniye’nin Ankara’ya gelemeyeceğini açıkça söyleyebiliriz. Yanlış anlama var, İsrail’in daha fazla büyütmeyeceğine inanıyoruz.”

Amerikancı Türk egemenlerini gülünç duruma düşüren, İsrail’in Ankara’daki temsilcisinin tehditlerinin yanısıra, ABD’de Ermeni soykırımı yasa tasarısına karşı “mücadele” eden Yahudi lobisinin tutumu oldu. Lobi sözcülerinin, “eğer haber doğruysa, soykırım yasa tasarısına karşı desteğimizi unutun” mesajı, dışişleri görevlilerinin paniklemesine yetti.

Bağımsız olduğunu iddia eden 70 milyon nüfuslu bir ülkenin hükümeti, bu panik halleriyle, bir büyükelçinin küstahça azarlarını sineye çekmekle kalmadı, başbakanının ağzından çıkan sözleri de gönül rahatlığıyla yutabildi.

İşbirlikçi egemenlerin bu iradesizliği, ırkçı-inkarcı ve katliamcı olan bir devlet geleneğini temsil etmelerinden kaynaklanıyor. Zira ezilen halklar şahsında insanlığa karşı işlenen ağır suçların yükünü sırtında taşıyan bir rejim, benzer suçları işleyenlerin desteğine muhtaç olduğu için, yeri geldiğinde her çeşit azarı sineye çekmekten kurtulamaz.


Manisa’dan Mardin’e kanlı yolculuk...

Kürdün ölüsü de dirisi de eziyete mahkum!

Batı’da mevsimlik tarım işçiliği yapan yoksul Kürtler’in yaşadığı dram herkesin malumu. Tarım işçiliği zaten baştan sona sefaletten ibarettir, lakin bu işçi hem Kürt, hem mevsimlik olunca sefalet baştan aşmaktadır. Öyle ki, onlar için ölüm de kurtuluş olmuyor. Kürt’ün ölüsü de adeta dirisi gibi eziyet çekmeye mahkum edilmiş bulunuyor.

Son örnek, Mardin’den Manisa’ya tarım işçiliği için gelen Eken ailesinden 7 kişinin malum taşıma kazalarından birinde hayatını kaybetmesi üzerine yaşandı. Ailenin geri kalanları cenazeleri memleketleri Mardin Mazıdağı’na götürmek istemiş, ancak paraları olmadığı ve kaymakamlık ve valilikten de yardım alamadıkları için çaresiz kalmışlardır. Sonunda bir çare bulunur. Bir vatandaş minibüsünü tahsis eder. Ve Eken ailesinin 7 ferdi, koltukları sökülen minibüste, battaniyelere sarılmış ve istiflenmiş biçimde memleketlerine doğru son yolculuklarına çıkarlar. Bu taşınma hali, hükümetin başındaki zat tarafından ‘tavuk ölüsü bile böyle taşınmaz’ veciz sözleriyle sözde tepki konusu ediliyor. Fakat olayın üzerinden 2 hafta geçtikten sonra. Ve partisindeki bir ‘Kürt’ün(!), Dengir Mir Mehmet Fırat’ın, Mardin’deki teşkilat toplantısı nedeniyle olayı öğrenmesi ve MYK’da anlatması üzerine...

Olayın medyada yer bulabilmesi de, Erdoğan’ın bu popülist çıkışı sayesinde gerçekleşmiş bulunuyor. Olay, 9 tarım işçisinin katliam gibi ölümleridir. Ancak haberde ölenlere ilişkin bir bilgi, bir ayrıntı bulabilene aşkolsun. Haber tümden, Erdoğan’ın popülist propagandasına tahsis edilmiş durumda. Erdoğan cenazelerin taşınma şekline nasıl tepki göstermiş, Erdoğan hangi valileri aramış, nasıl azarlamış, Erdoğan neler söylemiş... Özetle varsa yoksa Erdoğan...

Oysa medyada sadece 9 rakamıyla yer bulan bu insanlar, daha iki hafta önce, acıları, özlemleri, sevinçleri, yoksullukları, yoksunluklarıyla, kanlı-canlı birer insandılar. İstif halinde memleketlerine taşındıkları minibüste ise, artık sadece kanlı cesetleri yatmaktaydı. Daha iki hafta önce, her birinin ayrı bir görüntüsü, farklı kişiliği, arzuları, hayal kırıklıkları, sevgileri, nefretleri... vardı. Belki elimizdeki ekmeğin buğdayına, belki ısırdığımız elmaya onların eli dokunmuştu. Büyük ya da küçük, ama nasırlı, ama çatlak, ama üretken elleri. Fakat onlar sadece ‘basit’ birer tarım işçisi değil, aynı zamanda Kürt’tüler. Ve bu memlekette bir Kürt’ün, burjuva medyaya haber konusu olabilmesi için ya ölmesi, ya öldürmesi gerekirdi. Onlar da, Batı’ya, Batı’nın tarlalarına, bahçelerine tarım işçiliğine sefer eden onbinlerce yoksul Kürt’ten 9’u, yaşamları gibi feci bir kazayla ölüp haber oldular. Oldular ama sadece sayısal olarak. Ne adları vardı, ne ünvanları; yaşadılar da mı öldüler, yoksa hiç yaşamamışlar mıydı bu rezil düzende, anlaşılamadı.

Erdoğan efendinin, medyada onca anlatılan tepkisi, hiç kuşku yok ki, seçim öncesi ucuz popülizmidir. Yoksa, bu şahsın ne menem bir Kürt düşmanı, ne menem bir emekçi düşmanı olduğunu dünya alem bilmekte. Daha dün, düzenin terör güçlerine, Kürtleri ‘kadın çocuk demeden’ ezme komutu veren o değil miydi? Aylardır süren, parti yöneticilerinden belediye başkanlarına kadar yüzlerce Kürt’ün gözaltına alınması, soruşturma ve işkenceye tabii tutulması, onlarcasının tutuklanıp cezaevlerine tıkılması, onun başında bulunduğu hükümetin kararlarıyla gerçekleşmiyor mu?

Hükümeti kurduğu günden beri, çıkardığı tüm yasalarla, kararnamelerle işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin sefaletini kat kat artıran; AB istiyor, İMF dayatıyor bahaneleriyle ve ‘uyum yasaları’ adı altında hak gasplarını gerçekleştiren; özelleştirmelerle, taşeronlaştırmalarla işsizler ordusunu büyüten; ülkenin fabrikalarını, topraklarını, toprakaltı/topraküstü zenginliklerini emperyalist tekellere peşkeş çeken; işçi ve emekçi gençliği ABD ordusuna piyon olarak yazdırmaya, ABD’nin peşinde Ortadoğu serüvenine çıkmaya kalkan... Tayyip Erdoğan ve onun hükümetidir.

O zaman, Kürt işçisinin ölüsü üzerinden demagoji yapmaya kalkması, ölülerimizle alay etmek dışında bir anlam ifade etmiyor. Tayyip bey ölülerimizin başına basarak oylarımızı kapmaya çalışıyor. O’ndan ve onun gibilerden bu yaptıklarının hesabı sorulmalıdır. Bu hesabı soracak olan da, sefaletin kucağına ittiği işçi ve emekçiler, ölüleriyle bile dalga geçtiği Kürtler’dir.