6 Nisan 2007 Sayı: 2007/13(13)

  Kızıl Bayrak'tan
   Emperyalizme, faşizme, şovenizme ve kölece yaşam koşullarına karşı
1 Mayıs’ta alanlara!
  Liberal aydınların meclis düşleri
Sermaye oligarkları aylar sonra seçilecek hükümetin “yol haritasını” bugünden çizdi…
TÜİK’in 2006 yılına ait ekonomik verileri üzerine...
1 Mayıs tarihi ve “ruhu” üzerine... - Yüksel Akkaya...
 Sömürü ve kölelikten kurtulmak için
1 Mayıs’ta alanlara!
  1 Mayıs üzerine DİSK/Birleşik Metal İşçileri Sendikası Genel Örgütlenme Sekreteri Özkan Atar ile konuştuk….
  1 Mayıs ‘77 katliamını yaşayan devrimci bir işçi anlatıyor…
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Büyükanıt’ın Harp Akademilerindeki konuşması ve düzenin dış politikası...
  ABD’nin desteklediği “barış”tan Ortadoğu’ya hayır gelmez
  ABD, İsrail ve İran - Abu Şehmuz Demir
  İran’a yönelik kuşatma halkları köleleştirme saldırısının devamıdır...
  Filipin devleti ve emperyalist suç ortakları Daimi Halk Mahkemesi’nde yargılandılar!
  Gençlik hareketinden...
  Kızıldere anmalarından...
  Traji-komik oyun, “yeni” perdelerle oynanmaya devam ediyor..- M. Can Yüce
  Sosyal yıkım saldırılarına karşı mücadeleye!
  Günlük Kızıl Bayrak sitesi Mart ayı rakamları...
  Demirel’in çağrısına yanıt:
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Arap Birliği’nin Riyad Zirvesi...

ABD’nin desteklediği “barış”tan Ortadoğu’ya hayır gelmez

Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da 27-29 Mart tarihleri arasında gerçekleşen 19. Arap Birliği Zirvesi, son yılların en önem verilen zirvesi oldu. Zirveye 20 Arap ülkesinin yanı sıra Türkiye, Pakistan, Endonezya, Malezya hükümet veya devlet başkanları ile ABD Dışişleri Bakanı Rice, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon, AB Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Javier Solana katıldı.

Zirve gündeminin odağında “Ortadoğu Barışı”nın canlandırılması vardı. Filistin, Lübnan, Irak, Darfur (Sudan) sorunları öne çıkan konular oldu. Ancak zirveye damgasını vuran, Filistin sorununa “kalıcı çözüm” bulma iddiasıydı.

Bu arada zirve bazı ilklere de sahne oldu. Birliğe üye olmayan dört ülkenin davet edilmesi, ABD, AB ve BM’nin gözlemci olarak zirveye katılmasının yanısıra, zirvede ilk defa BM Genel Kurulu başkanı sıfatıyla Bahreynli bir kadın diplomat katılımcılara hitap etti. Bu arada ilk defa İsrailli bir gazetecinin zirveyi izlemesine izin verildi.

Zirve sonunda yayınlanan ortak bildiri Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa tarafından okundu. Bildiride, “Arap-İsrail çatışmasının barışçıl çözümü için doğru yol olan Arap barış girişimine uygun, ‘toprak karşılığı barış’ temeline dayalı, Arap ulusu için stratejik seçenek olarak adil ve çok yönlü barışı onaylıyoruz” vurgusu öne çıktı. Diğer bölgesel sorunlar da yer verildi.

“Arap Barış Girişimi” onaylandı

Zirveye katılan ülke yöneticileri, Suudi Arabistan’ın 2002 yılında sunduğu planı kabul edildi. “Beyrut Deklarasyonu” olarak da bilinen plan, İsrail’in 1967 yılından bu yana işgal ettiği topraklardan tam olarak çekilmesini, İsrail’in bağımsız bir Filistin devleti kurulmasını ve Doğu Kudüs’ün bu devletin başkenti olduğunu kabul etmesini, 1948-1949 yıllarında İsrail’in zorbalıkla topraklarını gasp etmesi üzerine yurdunu terketmek zorunda kalan Filistinli mülteciler sorununa adil bir çözüm bulunmasını öngörüyor.

Bu taleplerin yerine getirilmesi durumunda tüm Arap ülkelerinin İsrail’le normal ilişkiler kuracağı ve Arap-İsrail çatışmasının sona ermiş kabul edileceği beyan ediliyor.

Bu plan gündeme getirildiğinde, siyonistler tarafından anında reddedilmişti. Gelinen aşamada ise ırkçı İsrail devletinin şefleri, planı tümüyle reddetmiyor ancak mültecilerin geri dönüş hakkı ve Doğu Kudüs’ün statüsüyle ilgili maddelerin plandan kaldırılmasını istiyor. Elbette Bush liderliğindeki neo-faşistler, bu konuda da İsrail’e destek veriyor.

Planın kabul edilmesi Bush yönetimini memnun ederken, bazı İsrail hükümet yetkilileri durumdan rahatsız pozlarına girdi. Bunun yanında siyonist şefler, bölge barışının sağlanması için “ılımlı Arap devletleri” ile diyalog kurulması gerektiğini de söylemeye başladı.

ABD, AB, Mısır gibi güçler de, planın İsrail’in istediği yönde değiştirilmesi için çaba harcıyor. Kamuoyu önünde, İsrail’in planı olduğu gibi kabul etmesi gerektiğini savunan Suudi Arabistan’ın da, gizli tutulsa bile İsrail’le görüşmeler yürüttüğü biliniyor. Nitekim Suudi Arabistan Ulusal Güvenlik Danışmanı Prens Bender bin Sultan, Riyad zirvesi öncesinde İsrail Başbakanı Ehud Olmert’le görüşmüştü. Görüşmeyle ilgili haberler hem İsrail medyasında, hem de El Arabiye, El Cezire gibi televizyon kanallarında yayınlanmış, iki taraftan da yalanlayan olmamıştı.

Doğal olarak durumdan kaygılı olan El Fetih ve Hamas liderleri, mültecilerin geri dönüş hakkının pazarlık konusu edilmemesi için, Suudi Arabistan nezdinde girişimlerde bulundu. Zirve öncesinde Riyad’a giden Hamas’ın siyasi lideri Halid Meşal, zirveye katılan başbakan İsrail Haniye ve Filistin Yönetimi başkanı Mahmut Abbas bu konudaki taleplerini dile getirdiler. Ancak Bender bin Sultan’ın siyonist şeflerin huzuruna çıkması, Filistin tarafının bir oldu-bittiyle karşı karşıya kalabileceğine işaret ediyor.

Kulislerden yayılan haberlere göre, mültecilerin Filistin’e dönüş haklarından vazgeçmeleri için milyarlarca dolar tazminat ödenmesi planlanıyor. Ancak tazminat ödense bile para siyonistlerin kasalarından çıkmayacak. Fatura, başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerine kesilecek. Eğer bu hesap tutarsa, Amerikancı Arap devletleri, Filistin toprağını İsrail’e altın tepside sunmuş olacaklar.

Şeriatçı rejim yeni misyonlar peşinde

Son dönemde Mısır’ı da geride bırakan çıkışlarıyla dikkat çeken Suudi Arabistan rejimi, Ortadoğu’da Amerikancılığın başın çekmeye aday. Önceleri Mısır, kısmen de Ürdün tarafından üstlenilen bu uğursuz misyonu artık fiilen Suudi Arabistan üstlenmiş görünüyor. Üstelik şeriatçı rejim, ABD emperyalizmi için de son derece işlevsel. Zira Suudi krallık aşiretinin ABD bankaları ve finans kurumlarına yatırdıkları petro-doların bir trilyonu aştığı tahmin ediliyor. Amerikan ordusunun yürüttüğü kirli savaş operasyonlarının da zaman zaman bu krallık ailesi tarafından finanse edildiği artık bir sır değil.

Öte yandan sınırsız mali gücü ile bölge devletleri üzerindeki etkisini arttıran şeriatçı Suudi rejimi, “kutsal mekanların bekçisi biziz” havalarına girerek İslamcı hareketler üzerinde de etkili olabilmektedir. Tıpkı Hamas örneğinde olduğu gibi. Bunları yaparken de hem Washington’daki savaş kundakçılarıyla, hem Tel Aviv’deki Filistin cellatlarıyla arayı iyi tutmayı başarıyor. Suudilerin üstlendiği bu “yeni misyon”, petro-dolarları yağmalayan egemen kastın “bölgesel güç” olma hevesine de uygun düşmektedir. Daha önce gerici Mısır rejimi, ABD’den aldığı hibelerle bu misyonu yerine getirirken, artık ABD’ye dolar transfer eden Suudi Arabistan, Mısır’ın pabucunu dama atmış görünüyor.  

Yeni misyona Filistin sorununu “çözerek” adım atan Suudililer, Arap halklarına da hitap eden demagojik söyleme önem veriyor. Örneğin, Riyad zirvesinin ertesinde İngiliz Daily Telegraph gazetesine bir demeç veren Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Suud el-Faysal, İsrail’in savaş veya barıştan birini seçmek zorunda olduğunu belirterek “Tel-Aviv eğer Arap barış planını kabul etmezse, o zaman İsrail’in kaderi savaş efendilerinin eline geçer” diyerek, İsrail’e karşı sert bir üslup kullandı. Zirvenin açılış konuşmasını yapan Kral Abdullah bin Abdülaziz ise, Irak işgalinin yasadışı olduğunu, Araplar’ın yabancı güçlerin bölgenin geleceğini tayin etmesine izin veremeyeceğini söyledi. Dahası Suudi Kralı, “yabancıların gayri meşru işgali ve mezhepler arası çatışmaların, Irak’ta iç savaş riski yarattığı”nı söyleyerek Beyaz Saray’da şaşkınlık yarattı.

Açık ki, bu söylem Arap halklarına hitap ediyor. Bundan dolay ne Washington’da, ne de Tel Aviv’de kayda değer bir rahatsızlık yaratıyor. Zira her iki taraf da, ilişkilerin karşılıklı çıkara dayalı olduğunu ve Arap halklarını avutmaya dönük bir takım söylemlerin bu sağlam ilişkilere zarar vermeyeceğini çok iyi bilmektedir.  

Hiçbir manevra ABD’yle işbirlikçilerini halklar nezdinde aklayamaz

Filistin sorununa iğreti bir çözüm arandığına kuşku yok. Böylesi bir çözüm hem Irak bataklığında çırpınan Washington’daki savaş kurmaylarının, hem İsrail’in, hem de yeni misyon peşinde koşan Riyad’daki şeriatçı rejimin çıkarlarına uygun görünüyor. Bu yönüyle Suudililer’in “çözüm” için harcadıkları çabayı arttıracakları ve gerektiği yerde yağmaladıkları petro-dolarların bir kısmını gözden çıkarmaya hazır oldukları söylenebilir. İsrail’i sıkıştırmamak koşuluyla bu çabaların Bush liderliğindeki neo-faşist çete tarafından da destekleneceğine kuşku yoktur.

Eğer Suudi girişiminin başarısı İran’a karşı “ılımlı Sünni eksen”in oluşumuna katkıda bulanacaksa, siyonist şeflerin, geçici de olsa iğreti bir çözüme yanaşmaları mümkündür. Çünkü eğer “çözüm” sağlanırsa, Amerikancı Arap devletlerinin, “asıl sorun/temel tehlike İran” diyebilme olanağına kavuşabilecekleri varsayılıyor.

Böylesi bir “çözüm”, kısa vadede Filistin halkı lehineymiş gibi görünebilir. Nitekim El Fetih’le Hamas, mültecilerin dönüş hakkından taviz vermemek şartıyla Suudi planını destekliyor. Ancak burada amacın Filistin sorununa çözüm üretmek değil, ABD ile işbirlikçilerini aklama ve halklar arası kutuplaşma yaratma olduğu ölçüde, bu “çözüm” yakın gelecekte hem Filistin hem de bölge halklarına zarar vermeye başlayacaktır.

Gerici güçlere yedeklenmemek için, ezilen halklar özgürleşmeyi kapitalist/emperyalist düzenin efendilerinde değil, anti-emperyalist/anti-siyonist direnişte ve halkların enternasyonal dayanışmasında aramak zorundadır.