8 Aralık 2006 Sayı: 2006/48 (48)
  Kızıl Bayrak'tan
   Emekçilerin ve halkların direnişini zorbalıkla bastıramazsınız!
  Demokrat” maskeli Ağar’ın yayılmacı emelleri
  Asgari ücretin belirlenmesinde bildik oyun bir kez daha sahneleniyor...
  Sermayenin sinsi tuzağı...
Sömürü ve soygun bütçesine karşı kamu emekçileri 14 Aralık’ta iş bırakıyor…
Yapı Yol-Sen Eğitim ve Basın Yayın Sekreteri Halil Tümtürk ile iş yavaşlatma eylemi üzerine konuştuk...
Asgari ücret üzerine işçilerle konuştuk...
 Gençlik faşist saldırganlığa boyun eğmeyecek!
  Trabzon’da çalışmalarımız sürüyor...
  Ortadoğu'yu Balkanlaştırma planı!..
  İşçilerin ve devrimci öncü işçilerin birliği sorunu
  Sınıf çalışmamızın ulaştığı yeni aşamanın özlü bir ifadesi!
  Volkan Yaraşır’ın İstanbul İşçi Kurultayı’nda yaptığı konuşma...
  Komanteks'te sendikasızlaştırma saldırısı
  MHP: Değişen ya da değişmeyen ne?/3 - Yüksel Akkaya
  Zaferi üçüncü kez Hugo Chavez’in!
  Seçimlerin kıskacında ümitsiz aşk: Avrupa Birliği üyeliği - Yüksel Akkaya
  Lübnan karanlık bir sürece çekiliyor - Abu Şehmuz Demir
  “Beterin beteri var” tesellisi ve tecrit güzellemesi…
  Proletaryanın ilk isyan çığlığı... “Çalışarak yaşamak ya da savaşarak ölmek!”
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Neofaşist çete ile bölgedeki işbirlikçileri seferber durumda…

Ortadoğu’yu Balkanlaştırma planı!..

Savaş makinesinin etkili, acımasız darbeleriyle halkların köleliğe razı edilebileceğini varsayan emperyalist ABD rejimi, Bush liderliğindeki neofaşist ekibin Beyaz Saray’a yerleşmesiyle saldırıya geçmişti. Afganistan işgaliyle başlayan seferin hedefinde bir kez daha Ortadoğu halkları vardı. Irak, İran ve Suriye yönetimlerinin yıkılması, ABD kuklalarının işbaşına getirilmesi, ardından Filistin-Lübnan direnişinin ezilmesi… Tüm bunlar “Yeni Amerikan yüzyılı”nın “görkemli açılış” gösterisi olacaktı.

Büyük Ortadoğu/büyük İsrail projesinin hayata geçirilmesini hedefleyen bu fütursuz plan, “tarihin sonu” tezine dayandırılmış, bu teze inan ahmaklar ise halkların hiçbir direnişiyle karşılaşmadan, hatta çiçeklerle karşılanarak istedikleri ülkeyi işgal edebileceklerini varsaymışlardı. Nitekim Irak’ın ABD ordusu için bataklık haline geldiğinin resmen de kabul edildiği günlerde, neofaşist çetenin etkin isimlerinden (hâlihazırdaki Dünya Bankası Başkanı) Paul Wolfowitz, işgal öncesinde direnişi hiçbir şekilde hesaba katmadıklarını söyleyerek bu konuda hata yaptıklarını itiraf etmiştir. Bilindiği gibi Amerikan rejiminin BM’yi aşağılayıp diğer emperyalist güç odaklarını elinin tersiyle bir kenara itmesi, bu çarpık inancın sağladığı güvenle de bağlantılıydı.

Saldırganlar işgali savunamaz hale düştüler

Bush’la neofaşist ekibini Beyaz Saray’a taşıyan Cumhuriyetçi Parti’nin ara seçimlerde uğradığı hezimet, ABD emperyalizminin Ortadoğu politikasının iflasının tescili oldu. İflasın politika değişikliğini zorunlu kıldığı ise artık bir sır değildi. Bush ile ekibi bu yönde bir hazırlığa başlarken, rejimin has savunucuları da zaman yitirilmemesi gerektiği yönünde telkinlerde bulunmaya başladı. Pentagon’un bazı etkili isimleri ise, Irak’ın Vietnam’dan beter hale geldiğini dile getirerek, zaman geçirmeden yeni çıkış yolları aramak gerektiğini Bush’a hatırlattılar.

Bu arada gelinen yerde Irak’ın işgalini ne generaller, ne saldırganlık ve savaş politikasının akıl hocaları, ne savaş borazanı ABD medyası, ne de neofaşist çetenin mensuplar savunabiliyor. Hiçbiri yüzbinlerce Iraklı ile binlerce Amerikalı’nın hayatına malolan bu vahşi girişimi sahiplenecek gücü kendinde bulamıyor artık. Küstah Amerikan rejimini bu noktaya gerileten, kuşkusuz ki, direniş yolunu tutan halkların, dünyaya hükmetme hevesindeki bu zulüm imparatorluğuna boyun eğmeyeceklerini kısa sürede göstermiş olmalarıdır.

Bataklıktan çıkış için girişimler başladı

Irak bataklığının derinleşmesiyle dağılmaya başlayan neofaşist çeteden artakalan Bush, yardımcısı Dick Cheney ile Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın aynı hafta içinde Ortadoğu’ya gelmeleri, “politika değişikliği”, başka bir ifadeyle bataklıktan çıkış arayışına hızlı bir giriş yapıldığının somut göstergesi oldu.

Bush, Ürdün’ün başkenti Amman’a gelerek, Amerikan ajanı kral Abdullah ve Irak “başbakanı” Nuri El Maliki ile zirve yaptı. Ardından Iraklı bazı Şii ve Sünni güçlerin temsilcilerini Washington’a davet etti. Aynı günlerde Bush’un yardımcısı Dick Cheney’de, Suudi Arabistan’a “sürpriz” bir ziyaret gerçekleştirerek, ortaçağ kalıntısı rejimin şefleriyle, kapalı kapılar ardından uzun görüşmeler yaptı. Bölgeyi ziyaret eden Rice ise, Filistin sorununa “çözüm” bulmaya odaklanmış görüntüsü vermeye çalıştı.

Bir haftaya sıkıştırılan bu yoğun görüşme trafiği, halkları köleleştirme projesinin ciddi açmazlarla karşı karşıya olduğunu gösterirken, öte yandan bu açmazları aşıp yola devam edebilmek için bölgedeki ABD işbirlikçisi soysuzlara aktif roller biçildiğini de gözler önüne serdi. Çete artıkları Cheney-Rice ile şefleri Bush’un ziyaretleri sonrasında görülen dikkat çekici gelişmeler, işbirlikçi takımının Washington’dan gelen emirlere uygun tutumlar almaya hazırlandığına işaret ediyor.

ABD işbirlikçisi rejimlerin seferberliği

Son günlerde İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün rejimlerinin, yani Ortadoğu’daki ABD işbirlikçisi güçlerin, aynı kaynaktan gelen emirlere uygun pozisyonlar almaya başladığı gözleniyor.

Irkçı-siyonist İsrail rejiminden başlarsak… Başbakan Ehud Olmert, kendisinden beklenmeyen bir adım atarak, Filistin devletinin kurulması için tavizler vermeye hazır olduğunu ilan etti. İsrail’in, Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’la yapılacak doğrudan görüşmeler sonucu kurulacak bir Filistin devletini kabul edeceğini söyleyen İsrail başbakanı; barış için önemli miktarda topraktan çekilmeye de hazır olduğunu belirtti. Kaçırılan askerleri Gilad Şalit’in serbest bırakılması halinde, kendilerinin de çok sayıda Filistinli mahkûmu serbest bırakmaya hazır olduklarını vurgulayan siyonist şef, bu mahkûmlar arasında uzun süredir hapiste olanların da bulunacağını belirtti.

Hiçbir şekilde inandırıcı bulunmayan bu vaatlerin yanısıra Ehud Olmert, Filistinliler’in seyahat özgürlüğüne yönelik kısıtlamaları kaldırabileceklerini, Filistin hükümetine ait dondurulan fonları da yeniden kullanıma açabileceklerini de söyledi. İsrail Çevre Bakan ise, yaptığı bir radyo konuşmasında, “Eğer Mervan Barguti’nin serbest bırakılması, Filistin Özerk Yönetimi’nin terörizme dürüst bir şekilde mücadele etmesini sağlar ve Mısır’dan kaçak yollarla silah sokulmasını engellerse, ben Barguti’nin serbest bırakılmasından yana olurum” dedi.

İsrail’in bir diğer girişimi de, Lübnan’daki “Suriye karşıtı” güçlere açıktan destek vermesidir. Dört ay önce Lübnan’ı yerle bir eden siyonistler, Hizbullah şahsında direnişçi kesimlerin giderek güçlenmesinden duydukları rahatsızlığın da etkisiyle, “batı yanlısı” başbakan Fuad Sinyora hükümetinin koruma altına alınması için çağrıda bulundu.

Ankara’daki Amerikancılara gelince… Biri dine, öbürü laikliğe sahip çıktığını iddia ederek iktidardan, demek oluyor ki, artı-değer yağmasından daha büyük pay almak için çatışan iki gerici cephe, her zaman olduğu gibi savaş kundakçılarına yaranmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar. Ordu şahsında temsil edilen laikçi kesim, savaş aygıtı NATO’nun oluşturduğu vurucu güce bağlı kara birliklerinin komutanlığını, 3 bin askerle hazır kıta bekleyerek üstlenirken, şeriatçı kesimin başı Tayyip Erdoğan, hiç hesapta olmadığı halde, birden İran’a gitti.

Birkaç gün arayla meydan gelen bu gelişmeler, sermaye iktidarının bir bütün olarak emperyalist/siyonist saldırganlığın hizmetinde olduğunu birkez daha teyit etmiştir.

Bir taraf savaş aygıtının tetikçiliğine soyunurken, diğer taraf ise komşu halkları kıyımdan geçirenlerin tehdit mesajlarını İran’a taşıyor. Bu ibret verici yarış, Ankara’daki iktidar kavgasından galip çıkmanın Washington’dan gelecek desteğe bağlı olduğunu bilen gerici güç odaklarının, üstün duruma gelme manevrasının bir parçasıdır aynı zamanda.

Türk burjuvazisi adına ABD’ye sunulan askeri/politik/diplomatik destek, gelinen yerde Irak bataklığından çıkabilmek için İran ve Suriye yönetimlerinin rol alması gerektiği yönündeki açılımın ruhuna tamamen uygun düşüyor. Zira emperyalist/siyonist güçler iki komşu ülkeye “sürece dahil olun” derken, “uluslararası toplum”un “onurlu parçası” olun demeye getiriyorlar. Başka bir ifadeyle, “size sunulan havuç karşılığında ABD’nin dayatmalarını kabul edin” deniyor bu ülkelere. Mevcut durumda havucu sunan Recep Tayyip olurken, bu girişimin işe yaramaması halinde ise, sıra, 3 bin askerle savaş aygıtı NATO’nun emrinde hazır kıta bekleyenlere gelebilir. Washington’daki savaş kurmaylarının komşu halklara saldırıyı göze alması halinde, büyük ihtimalle hazır kıta bekleyenler cephenin ilk sıralarında yer alacaktır.

“Mezhep savunuculuğu” kılıfına uydurulmuş suç ortaklığı

Arap dünyasının “en Amerikancı rejimler” unvanını taşıyan Ürdün, Suudi Arabistan ve Mısır’ın son dönemde sergilediği “blok tutum”, İsrail ile Türkiye’ye nazaran daha da kritiktir. Zira Türkiye-İsrail ikilisi, zaten ABD’nin kurduğu “üçlü şer ekseni”nin bileşimine dâhildir. Oysa Mısır-Ürdün-S. Arabistan rejimlerinin ABD-İsrail işbirlikçiliği malum olmakla birlikte, Arap halklarını hedef alan saldırılarda bu derece pervasız olamıyorlardı. Bu utanç verici tutum, İsrail ordusunun Lübnan’ı hedef alan saldırısının ilk günlerinde nüksetmiş, ancak halkların açıktan direnişe destek vermeleri üzerine, geri adım atarak İsrail’e verdikleri desteği geri çekmek zorunda kalmışlardı. Ancak bu gerici rejimler, son günlerde ABD/İsrail ikilisinin yaratmak istediği Şii-Sünni çatışmasının dümen suyunda yüzmeye başlamış görünüyorlar.

Amerikancı üçlü (Mısır-Suudi Arabistan-Ürdün), ABD, AB, İngiltere ve İsrail’le birlikte hareket ederek, Hizbullah-Suriye-İran karşıtı 14 Martçılar’ı açıktan desteklemeye başladı. Salt destekle yetinmeyen üçlü, gerekirse Lübnan sorununun çözümünü “uluslararası toplum”a, yani emperyalist/siyonist güçlere havale etme tehdidinde de bulundu. Bu küstahlık, ABD yanlısı tutum almakla suçlanan Fuad Sinyora hükümetinin istifası için bir milyon kişiyle eylem yapan (Lübnan’ın nüfusu 4.5 milyon civarındadır), sonrasında ise yüzlerce çadırla hükümeti düşürmek için parlamento önünde kamp kuran Hizbullah, Şii Emel Hareketi, Emil Lahud, Mişel Aun gibi Hıristiyan liderlere bağlı güçlerle bazı Sünni kesimleri hedef alıyor. Direnişin artan prestiji karşısında güç kaybeden 14 Martçılar’a destek veren Amerikancı üçlü, Lübnan’da iç çatışmaları kışkırtan tutum sergilemekten kaçınmıyor. Gerici üçlünün diğer bir çıkışı ise, Suriye, Lübnan ve Mağrip ülkelerinde “Sünniler’in Şiileştirildiği” iddiasına dayandırılıyor. Üçlü, güya “Şiileştirme operasyonu”ndan derin endişe duyduklarını öne sürerek, olası mezhep çatışmaları için zemin döşüyorlar.

Öte yandan Kahire’nin kapılarını Iraklı Sünni parti ve gruplara ardına kadar açan Mısır rejimi de, yıllar sonra, Irak’taki Müslüman Alimler Heyeti Başkanı Şeyh Haris Ed Dari’ye Gazeteciler Sendikası’nda basın toplantısı düzenleme izni verdi. Ed Dari, El Maliki hükümetini mezhep ayrımcılığı ve Sünniler’i öldürmeyi hedefleyen milislerle işbirliği yapmakla suçladı. Sünni âlimler heyetinin başı Ed Dari’nin emperyalist işgalcileri değil de, Şiiler’i suçlaması dikkat çekici bulundu.

Ani bir şekilde tutum değiştiren Mısır rejimi, bilindiği üzere bugüne dek Irak’taki Amerikan projesinin yanında yer alıyordu. Tabii bu projeden doğmuş El Maliki hükümetinin de baş destekçilerindendi. Mısır rejiminin, nedeni açıklanmayan bu tutum değişikliği içine girmesinin, Irak’ta zaten vahim boyutlara varan mezhep çatışmalarını daha körüklemeyi amaçladığı kanısı, haklı olarak giderek yaygınlaşıyor.

Suudi Arabistan rejiminin Dick Cheney’nin ziyareti ardından yaptığı çıkış ise şaşkınlık yarattı. Ortaçağ kalıntısı Suudi rejiminin güvenlik danışmanı Nevaf Abid, neofaşist çeteye yakınlığıyla bilinen Washington Post gazetesinde yayımlanan makalesinde, “ülkesinin İran destekli Şii milislerin Irak’taki Sünni Müslümanları öldürmesini engellemek için para, silah ve petrol kullanarak Irak’a gireceğini” ifade etti.

Washington’dan gelen emirle konuştuğu her halinden belli olan Nevaf Abid, “Iraklı Sünniler’in öldürülmesini gözardı etmenin Suudi Arabistan’ın baz aldığı ilkelerin devre dışı bırakılması anlamına geleceğini ve Suudi Arabistan’ın Sünni Arap dünyasındaki merkezi konumuna son vereceğini” öne sürdü. Şiiler’i tehdit eden Abid, “Suudi Arabistan’ın Irak’a müdahalesinin bölgesel savaşı körükleyecek tehlikeler içereceğini” de itiraf ediyor. Buna göre S. Arabistan, “Sünniler’i korumak” adına bölgesel bir savaşı göze alabilecek kadar “fedakâr” bir tutum içine girmiş bulunuyor.

Efendileri gibi küstahlaşan Suudi rejimi, İran yanlısı milislerle savaşılması için Sünni tugaylar kurulması, İran’ın Iraklı Şii milisleri finanse etmesini zora sokmak amacıyla petrol fiyatlarını düşürmek için fazla petrol ihraç edilmesi gibi yollara başvuracağını ilan ediyor.

Bu kokuşmuş, zorba rejimlerin sergilediği tutum, olsa olsa Irak’ta ivmelenen mezhep çatışmalarının bölgesel bir boyuta taşınmasına hizmet edebilir. Bilindiği gibi bölgeyi “balkanlaştırma planı”, bizzat ABD-İsrail patentlidir. Bu planın asıl hedefi İran, Suriye ile Hamas ve Hizbullah direnişlerine karşı, Amerikancı üçlünün başını çekeceği bir “Sünni blok”un savaşmasını sağlamaktır.

Halkların kardeşliği için antiemperyalist/antisiyonist direniş

Amerikancı üçlünün Sünniler’i korumak gibi bir derdi olmadığı aşikâr. Bu iddialarının zerre kadar doğruluk payı olsaydı eğer Felluce’de, Ramadi’de “Sünniler”in ABD ordusu tarafından toplu şekilde katledilmesine karşı çıkarlardı. Ya da yarım asırdan beri siyonist cellâtlar tarafından katledilen “Sünni” Filistin halkına sahip çıkarlardı. Oysa bu soysuz işbirlikçiler, aylardır açlıkla terbiye edilmek istenen Filistin halkı için bile kılını kıpırdatmadılar. Zaten başka tutum almaları da beklenemezdi. Zira onlar, emperyalist/siyonist projenin fiili uygulayıcıları olmak için kolları sıvamış bulunuyorlar.

Irak’ın bazı bölgeleriyle sınırlı kalmasına rağmen, işgalcilerin bataklığa saplanmasını sağlayabilen direniş, yazık ki, halkları birleştirebilecek bir önderlikten yoksundur. Zira halihazırda öne çıkan direniş odakları dinci çizgiyi temel almaktadır. Bu ise halkları eşitlik ve özgürlük ideali etrafında birleştirme yeteneğinden yoksun olmaları anlamına geliyor ki, bu zaaf, mezhep çatışmalarını yayma girişimlerini daha da tehlikeli kılmaktadır.

Direnişe çarparak bataklığa saplanan emperyalist/siyonist güçlerin, yollarına devam edebilmek için mezhep çatışmalarını kışkırtmaktan, Irak’taki vahim tabloyu bölgeye yaymaktan geri durmayacaklardır. Bu kirli emellerine ulaşabilmeleri ise bölge halkları için tam bir felaket olur. Bundan dolayı halkların kardeşliğine yapılan vurgu her zamankinden daha özel bir önem taşımaktadır. Tüm anti-emperyalist/anti-siyonist güçler bu tehlikeye dikkat çekmeli, halkları bu tuzağa düşmemeleri konusunda uyarmalı, mücadeleyi bu ölümcül plana hizmet eden her türden gerici odağı hedef alacak bir perspektifle örmelidirler.