8 Aralık 2006 Sayı: 2006/48 (48)
  Kızıl Bayrak'tan
   Emekçilerin ve halkların direnişini zorbalıkla bastıramazsınız!
  Demokrat” maskeli Ağar’ın yayılmacı emelleri
  Asgari ücretin belirlenmesinde bildik oyun bir kez daha sahneleniyor...
  Sermayenin sinsi tuzağı...
Sömürü ve soygun bütçesine karşı kamu emekçileri 14 Aralık’ta iş bırakıyor…
Yapı Yol-Sen Eğitim ve Basın Yayın Sekreteri Halil Tümtürk ile iş yavaşlatma eylemi üzerine konuştuk...
Asgari ücret üzerine işçilerle konuştuk...
 Gençlik faşist saldırganlığa boyun eğmeyecek!
  Trabzon’da çalışmalarımız sürüyor...
  Ortadoğu'yu Balkanlaştırma planı!..
  İşçilerin ve devrimci öncü işçilerin birliği sorunu
  Sınıf çalışmamızın ulaştığı yeni aşamanın özlü bir ifadesi!
  Volkan Yaraşır’ın İstanbul İşçi Kurultayı’nda yaptığı konuşma...
  Komanteks'te sendikasızlaştırma saldırısı
  MHP: Değişen ya da değişmeyen ne?/3 - Yüksel Akkaya
  Zaferi üçüncü kez Hugo Chavez’in!
  Seçimlerin kıskacında ümitsiz aşk: Avrupa Birliği üyeliği - Yüksel Akkaya
  Lübnan karanlık bir sürece çekiliyor - Abu Şehmuz Demir
  “Beterin beteri var” tesellisi ve tecrit güzellemesi…
  Proletaryanın ilk isyan çığlığı... “Çalışarak yaşamak ya da savaşarak ölmek!”
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

“Demokrat” maskeli Ağar’ın yayılmacı emelleri

DYP lideri Mehmet Ağar Denizli’de yaptığı bir konuşmada, “Türkiye’yi bölmek isteyenler”e seslenerek, “Şimdi de diyorum ki, Denizlili tekstilci Babadağ ve Acıpayam’da malını eline alıp nasıl satış yapıyorsa, Musul ve Kerkük’te de satacak. Kimse Türkiye’nin haritasını yeniden çizemeyecek. İktidara geldiğimizde çizen olursa o haritayı alır, yırtar, çizenin suratına atarız. Türkiye’nin haritası genişler ama küçülmez” dedi. Türkiye burjuvazisinin eğer imkan bulsa nasıl da güçlü yayılmacı emellere sahip olduğunu yansıtan sözler bunlar. Bu arada aynı konuşma son dönemlerde “demokrat” kesilen Ağar’ın asıl yüzünün görülmesine ve gerçekte kimlere hizmet aşkıyla yanıp tutuştuğunun anlaşılmasına da hizmet ediyor.

Hatırlanacağı üzere, PKK’nin ateşkes kararının ardından Ağar çarpıcı açıklamalarıyla gündemin ilk sıralarına yerleşmişti. Kürt sorununda “savaşı da, barışı da biz yaparız” havasında hem önce Büyükanıt’ın Harp Okulu’nun açılışında yaptığı konuşmayı açık biçimde eleştirmiş, hem de ardından da Kürt sorunu konusunda açıklamalar yapmaya başlamıştı. Kürt liberallerinin “çözüm” için öngördüğü temel taleplerden biri olan “dağdakilere kapsamlı af ve siyaset yapma olanağının tanınması” anlamına gelen sözler Mehmet Ağar tarafından dile getirilmişti. Ama sonrasında Büyükanıt’ın tepkisi üzerine “aftan sözetmedim, affı ancak millet yapar” deyip çark ederek Genelkurmay ile arayı açmak istemediğini de belli etmişti. Fakat bu kadarı bile, onun başta Kürt teslimiyetçi platformu olmak üzere liberal çevrelerin büyük bir ilgiye konu olmasına yetmişti.

Kuşkusuz eli fazlasıyla Kürt halkının kanına bulaşmış Ağar’ın bu çıkışının arkasında düzen politikasının bu cephedeki çözümsüzlüğünü aşma çabası kadar, iç siyasal hesaplar da bulunmaktadır. Onun Kürt halkının yaklaşan seçimlerde desteğini alabilmek için “kontrgerilla şefi” imajını değiştirmesi gerek. Ayrıca Kürt sorunu konusunda “adım”lar atılmasını isteyen ABD, AB ve TÜSİAD’ın da desteğini almak istiyor. O, bu destekleri alabilmek için büyük bir gayret sarfetmektedir. Bu, şimdiden meyvesini vermiş de görünüyor. Şimdiden gelecek seçimlerin ardından kurulacak bir AKP-DYP koalisyonundan sözedilmesi bununla ilgili.

Ağar’ınkine benzer çıkışlar aslında pek yeni de değildir. Yakın geçmişte Özal’dan Cem Boyner’e, Tansu Çiller’e, Mesut Yılmaz’a kadar birçok düzen politikacısı böyle manevralar yapmışlardır. O zaman da bu çıkışlara liberal ve reformist politik çevrelerin sahte umut ve beklentileri körüklemeleri eşlik etmiş, onlara olmadık misyonlar biçilmişti. Bugün Ağar için dizilen övgülerin benzeri onlar için de esirgenmemişti. Fakat hayatın katı gerçekleri, çok geçmeden bütün bu teorileri boşa çıkarmıştı.

Açıktır ki, Ağar’ın çıkışı da, birilerinin ona biçtiği misyon da çok geçmeden diğerleriyle aynı akıbeti yaşayacaktır. Nitekim bunun ilk işaretleri Denizli’de görünmeye başlamıştır. Ağar, sermaye devletinin “kırmızı çizgilerini” fazla zorladığını düşünüyor olsa gerek ki, o bildik “harita genişletici”, yayılmacı, saldırgan ve şoven üslubuna dönüverdi, komünistlerin ve devrimcilerin uyarılarını haklı çıkarırcasına. Bu onun asıl ve normal halidir. Yani, “bin operasyon” yapan, kontrgerilla şefi, Emniyet Müdürlüğü döneminde onlarca infazı bizzat gerçekleştiren, 12 Temmuz 1991’de İstanbul’da 10 Devrimci Solcu’yu katlettikten sonra “çok başarılı bir operasyondu, arkadaşların gözlerinden öperim” diyen, Adalet Bakanlığı döneminde tutsaklara zulüm uygulayan hali. Kürdistan’da yakılan köylerin; vahşice katledilip cesetleri bile parçalanan köylülerin; ırzına geçilen kadınların yöneticisi hali. Interpol’ün hakkında, “uluslararası ülkücü mafyanın uyuşturucu ticaretinin başındaki zat” olarak tutuklama kararı çıkardığı hali. Hakkında hasıraltı edilen 7 kocaman dosya bulunan suçu sabit kişi. Türkeş öldüğünde MHP’nin başına geçecekken bu kirli dosyaları yüzünden manevra yapıp dokunulmazlık zırhı kazanmak için tüm faşist camianın hummalı desteği ile Elazığ’dan bağımsız milletvekili olarak kapağı Meclis’e atan katil…

“Türkiye’nin haritasını genişletme”ye, Kerkük- Musul hayallerine ve dolayısıyla yatılmacılığına gelince. Kuşkusuz, sermaye devleti, kendi çıkarları gerektirdiğinde ve tabii ki kendini bu çıkarların gereğini yerine getirmeye muktedir hissettiğinde, imparatorluktan kaybettiklerini geri almayı ya da yeni yerler işgal etmeyi düşünmüştür. Tarihi boyunca, bu tür girişimlerde bulunmuş ve Musul-Kerkük hariç diğer tüm girişimlerinde çeşitli şekiller altında amacına da ulaşmıştır. Küçük Ağrı Dağı bölgesi ve Hatay sınırlara dahil edilmiş, Kıbrıs’ta ise Türkiye’nin uydusu bir devlet kurdurulmuştur.

Fakat bugün için Türkiye, kendi payına topraklarını genişletmekten ziyade, ABD’nin nüfuz alanlarını genişletmek ve hegemonyasını sağlamlaştırmak için yaptığı planların içinde yer alarak Avrasya’da, Balkanlar’da ve Ortadoğu’da ABD etkinliğini yerleştirmede rol almaya çalışmaktadır. Nitekim 1990 sonrasında sermaye devletinin “başarılı” olduğu tüm alanlar ABD emperyalizminin çıkarları ile uyumlu çıkarlara sahip olduğu alanlar oldu: Bosna, Orta Asya ve Hazar havzasından gelecek enerji nakil hatları, Somali ve Balkanlar’daki “insancıl müdahale operasyonları”, Güney Kürdistan’a yapılan operasyonlar gibi. ABD emperyalizminin çıkarlarına hizmet ettiği ölçüde çeşitli nüfuz alanlarında kendisine düşen payı büyük bir iştahla midesine indiren Türkiye burjuvazisi, TC kurulduğundan bu yana gerçekleştiremediği ancak hiç aklından çıkmayan yayılmacı düşlerini de bu dönemde yer yer yeniden ısıtıp ortaya çıkarma imkânını buldu, buluyor.

Hatırlanacağı üzere, 90’lı yılların başında “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” kurulacak egemenlik hayalleri yeniden dile gelir olmuştu. Ancak, gerçek dünyanın katı yüzü burjuvaları bu düşlerden uyanmak zorunda bıraktı. Neticede, Türkiye konumundaki ülkeler, emperyalist güçlerden bağımsız hareket edip özerk bir politika uygulama şansına sahip değillerdir. Mutlaka stratejilerini bir emperyalist gücün çıkarlarına uygun olarak oluşturmak zorundadırlar. Örneğin son Irak işgalinde ABD’nin Ortadoğu’da yapmayı tasarladığı yeni düzenlemeler dolayısıyla Musul ve Kerkük’e ilişkin “tarihsel” iştahı kabaran TC’nin ABD çıkarlarının gerektirdiği tutumları sergilemeden ve ABD’den izin almadan herhangi bir pay kapması mümkün olmamıştır. Bugün için de, Ağar gibilerinin tüm heveslerine rağmen, TC’nin Kerkük ve Musul’dan herhangi bir pay alma imkanı ortada görünmemektedir.

Kaldı ki, bir ülkenin sınırlarını genişletmek istemesi de, o ülkedeki işçi sınıfı ve emekçilerin değil, burjuvazinin çıkarlarına hizmet eder. Çeşitli milliyetlerden işçi sınıfına düşen görev, Ağar gibilerinin maskelerini düşürerek milliyetçiliğin tuzağına düşmeden, burjuvazinin hayallerinin ve serüvenlerinin kendine ait olmadığının bilinciyle, devrim ve sosyalizm yolunda yürümektir.