8 Aralık 2006 Sayı: 2006/48 (48)
  Kızıl Bayrak'tan
   Emekçilerin ve halkların direnişini zorbalıkla bastıramazsınız!
  Demokrat” maskeli Ağar’ın yayılmacı emelleri
  Asgari ücretin belirlenmesinde bildik oyun bir kez daha sahneleniyor...
  Sermayenin sinsi tuzağı...
Sömürü ve soygun bütçesine karşı kamu emekçileri 14 Aralık’ta iş bırakıyor…
Yapı Yol-Sen Eğitim ve Basın Yayın Sekreteri Halil Tümtürk ile iş yavaşlatma eylemi üzerine konuştuk...
Asgari ücret üzerine işçilerle konuştuk...
 Gençlik faşist saldırganlığa boyun eğmeyecek!
  Trabzon’da çalışmalarımız sürüyor...
  Ortadoğu'yu Balkanlaştırma planı!..
  İşçilerin ve devrimci öncü işçilerin birliği sorunu
  Sınıf çalışmamızın ulaştığı yeni aşamanın özlü bir ifadesi!
  Volkan Yaraşır’ın İstanbul İşçi Kurultayı’nda yaptığı konuşma...
  Komanteks'te sendikasızlaştırma saldırısı
  MHP: Değişen ya da değişmeyen ne?/3 - Yüksel Akkaya
  Zaferi üçüncü kez Hugo Chavez’in!
  Seçimlerin kıskacında ümitsiz aşk: Avrupa Birliği üyeliği - Yüksel Akkaya
  Lübnan karanlık bir sürece çekiliyor - Abu Şehmuz Demir
  “Beterin beteri var” tesellisi ve tecrit güzellemesi…
  Proletaryanın ilk isyan çığlığı... “Çalışarak yaşamak ya da savaşarak ölmek!”
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Lübnan karanlık bir sürece çekiliyor

Abu Şehmuz Demir

İsrail’in 12 Temmuz 2006’da Lübnan topraklarına yönelik olarak başlattığı ve 34 gün boyunca süren savaş hareketi Hizbullah ve Mukavemet (Direniş) cephesinin çetin direnişi ile karşılaşınca, hedefindeki “Vaat Edilmiş Topraklara” erişemedi. İsrail’in Lübnan ötesi ve bu ülke üzerinden başlattığı savaşın birinci raundunu Tzahal güçleri (İsrail ordusu) kazanamadı ve girdiği topraklardan ilk kez olarak “boynu eğik” biçimde dönmüş oldu.

ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, savaş esnasında ve bitiminden sonra yaptığı zerzevat satıcılığında, “Lübnan iç kargaşa ve suikastlar dönemine girmiştir” beyanında bulunuyordu. Lübnan’da hiçbir şey tesadüfen olmaz derler. Çünkü Lübnan’da başta İsrail ve Batı merkezleri olmak üzere, herkes kendi çapında örgütlüdür. Zira Lübnan’ın siyasal gidişatında bir şeyler olduğunda, herkes gözünü Lübnan ötesine çevirir ve süreci ateşleyen güç ya da güçlerin adresini aramaya çıkar. Bu meyanda da Lübnan ile ilgili kafa yoranlar için garip olmayan siyasal süreç bir ölçüde bekleniyordu.

Nitekim savaş sonrası ilk suikastın fitili ateşlenmiş oldu da. Yani, İsrail’in Lübnan ve Lübnan ötesi üç aşamalı olan stratejisinin ikinci ayağı devreye sokularak, Lübnan’ın iç kargaşaya çekilmesine hız verildi. Maruni politikacılardan faşist Falanjist (El-Ketaib) partisinin Sanayi Bakanı Pierre Cumeyil’in bir suikast sonucu öldürülmesi bunun ürünü oldu.

Bir asır’a yakındır Lübnan siyasetinde etkin olan Cumeyil ailesi, 1940’li yıllardan bu yana Lübnan’ın geleceğine yönelik olarak hep İsrail ve Batılı emperyalist merkezlerle işbirliği içerisinde oldu. 1975 Lübnan iç savaşı döneminde Falanjist partinin lideri olan Beşir Cumeyil, açıktan açığa İsrail ile işbirliğine girerek, o dönem yüzlerce Filistinli ve Lübnanlı Şii’nin ve solcunun katliamına bizzat katılmış bir milis idi. İsrail’e ve Batı merkezlerine yaptığı bu hizmetlerden dolayı da, onlar sayesinde 1982 yılında devlet başkanlığı görevi ile ödüllendirilmişti. Ancak Beşir Cumeyil bu koltukta fazla kalamadı, görevi sadece üç hafta sürdürebildi. Zira Lübnan topraklarda gözü olanların ve aynı zamanda bölgede yürütülen kanlı hakimiyet savaşlarının kurbanı oldu, bombalı bir suikaste kurban gitti. Siyonist İsrail bu ölümü bir nevi gerekçe yaparak, emperyalist Batı merkezlerinden de aldığı tam destek ile, Beyrut’u ikibuçuk ay kuşatma altına almış, binlerce sivil ve savunmasız insanı katletmiş ve bu arada Beyrut’u da harabeye çevirmişti.

Lübnan’ın içine girdiği, daha doğrusu çekilmeye çalışıldığı bu karanlık süreç ve Pierre Cumeyil suikastı, atomize olmuş bölgenin “lanetli toprakları”nı ne gibi bir karmaşa ile yüzyüze getirecektir? Bunu şu an kestirmek zor olsa da, Lübnan üzerinden bölgeye yönelik geliştirilmek istenen sürecin ateşinin alevleri tüm bölgeye yayılabilir. Lübnan üzerinde dönen film şeridinin karmaşıklığı, izleyicileri ve aktörleri bu filmin sonu nasıl bir rota izleyecek diye meraka sürüklemiş durumda. Ancak, bölgede aktörler güçlü olunca, Lübnan’ın karanlıklar dehlizine çekilmesinin gerisinde kim ya da kimlerin olduğu kaba bir söylemle bilinse de, bu aktörlerin geçmiş iç ihtilafları dinamitledikleri gibi, Lübnan ötesi süreci perde gerisinden kışkırttıkları ortada. Yani geçmiş iç ihtilafları kışkırtan ve iç savaşın fitilini tutuşturan güç veya güçlerin, dün karanlıkta kaldığı gibi bugün de kim olduğunu söylemek zordur. Ancak, Batı merkezleri İsrail’in bekası gereği Lübnan’ın iç dengelerinde istikrarlı bir gidişattan yana değiller. Hal böyle olunca, Lübnan üzerinde dolaşan iç ve dış savaş hayaleti ısıtılmaya çalışılıyor.

Daha önceki yazılarımızda da söylemiştik. Savaştan sonra Lübnan ve bir başka yerde iç fay hatlarının altının oyulacağı, bu vesileyle provokasyon ve kışkırtıcı eylemlerin hayata geçirileceğine dair tespitlerde bulunmuştuk. Zira, Lübnan’da süre gelen kaos ve kriz, ne yenidir ne de son olacaktır. Başta ABD, İsrail ve müttefikleri olmak üzere, Lübnan üzerinden kışkırtılan süreç yeni bir siyasi süreç değil. Yeni olan sadece Papaz’ın kızı ABD’nin Dışişleri Bakanı Condolezza Rice’nin, İsrail’in Lübnan yönelik saldırısı esnasında Tel-Aviv’den dünyaya açıkladığı, “Yeni bir Ortadoğu doğuyor” kavramıydı. ABD ve İsrail, Ortadoğu’nun hassas karnı olan Lübnan üzerinden “Yeni bir Ortadoğu’nun” şekilleneceğini alenen ilan ettiklerinde erken davranmışlardı. Çünkü onlara göre, “savaş yöntemiyle en kısa yoldan” hedeflerine ulaşılabilecekti.

Bu girişim şu an tutmadı. Tutmadı ama, Ortadoğu’ya yabancı olmayan kesimlerce bilinen karanlık ve “lanetli” bir sürecin fitilini ateşliyorlar. Çünkü Lübnan’ın siyasal sisteminin temelleri hassas noktalar üzerine inşa edildiği için, ülkenin iç dengelerinde ve mezhepçi yapıda oynama bölge ve bölge dışı aktörlerin işini kolaylaştırıyor. Lübnan Ortadoğu’da kendine has yapısıyla ender bir ülke olup, tarihinde en çok iç çekişme ve çatışmaların zemin bulduğu bir yer olmuştur. Bu vesileyle Lübnan’ın toplumsal dengelerini, etnik/dini ve etik yapısını iyi bilmek önemlidir. Lübnan’ın mozaik yapısı cemaat ve mezhepçilik üzerine oturduğu içindir ki, bu durum ister istemez iktidar kavgasında iç çekişmeler için elverişli bir zemine dönüşebiliyor. Lübnan’da varolan mezheplerin, etnik ve dini yapıların süreç içerisinde siyasi yapılanmalara dönüşmesi, bu ülkenin siyasal sisteminin sorgulanmasına neden oluyor.

Çünkü Lübnan’ın siyasal sistemi, bu ülkenin siyasal gidişatına yönelik ibrenin şu ve bu tarafa çekilmesine imkan vermektedir. Salt mezhepçi sistem üzerine kurulmuş Lübnan’ın siyasal yapısı, onun üzerinde oynanması için yeterli malzemeyi bağrında barındırmaktadır. Bu sistemin böyle oluşmasında ise, yine Batının sömürgeci güçleri suçludur. Kısacası, Lübnan’ın siyasal sistemi mezhepçi yapıdan arınmadığı sürece, iç dengeler üzerinde oynanmaya elverişli bir ülkedir. Ülkenin siyasal sisteminin bu mezhepçi yapıdan uzaklaşabilmesi için, Hizbullah lideri Hassan Nasrallah, geçmişte El vatan El Arabi ile yaptığı bir söyleşide, “Mezhepçilik Lübnan’da iç savaş demektir. Lübnan’daki mezhepçi sistemin zalim ve bozuk olduğunu, değişmesi gerektiğini söyledik. Alternatif sistem ise, Lübnan halkının belirleyeceği bir sistem olmalı. Önemli olan eşitlik, adalet, barış ve huzur getirmesidir”, (Aktaran, Faik Bulut, İslamcı Örgütler) demişti. H. Nasrallah dünde bugünde bunu söylüyor ama, ülke sorunlarının da sadece İslami temelde çözülebileceğini ekliyor. Evet Hizbullah bugün de Lübnan’da çözüm için “bir ulusal uzlaşı” hükümetinin kurulmasını ve huzurun sağlanmasını savunuyor. Çünkü Lübnan’ın eşitsiz siyasal sistemi; Maruniler’in ülkeyi tepeden (Cumhurbaşkanlığı) yönetmeleri ve ülkenin ekonomik kalbi olan Merkez Bankası gibi güç merkezlerini ellerinde bulundurmaları, bu eşitsiz sistemin 1943 yılından bu yana olduğu gibi gelecekte de sorgulanmasını getirecektir.

Özetle, iç savaştan bu yana ciddi olarak suların hiç durulmadığı bir ülkedir Lübnan. Lübnan merkezli olarak Ortadoğu’ya yönelik ulusalararası güçlerin hakimiyet kavgası gözönüne alındığında, Lübnan’da gözü olan çıkar merkezlerinin süreci tetiklemeye çalıştıkları, o topraklara yabancı olmayan insanlar için yeterince açıktır. Ülkenin siyasal sürecine bakıldığında, diğer suikastlarda olduğu gibi P. Cumeyil suikastının hikayesi de binbir gece hikayesine benzemektedir. Eğer Lübnan’da iç çekişmeler bir iç savaşa dönüştürülürse, bu salt Lübnan’la sınırlı olmayacağı gibi, bütün bölge devletlerini ve uluslararası güç dengelerini etkilemesi kaçınılmazdırr. Zira Suriye’nin Lübnan’da tarafları biraraya getirip el-Taif Anlaşması uyarınca garanti edilen “ulusal birliği” çiğnenmiş olur ve ülke 1990 öncesi güvensizlik ortamına döner. Bu da etnik ve mezhepçi bir yapıyı daha fazla öne çıkarır ve Lübnanlılar’ın birbirini boğazlamalarının tekrar önü açılmış olur. Zaten, İsrail başta olmak üzere, ABD ve müttefikleri Lübnan’ı böyle bir sürece itmek için uzun zamandır kışkırtıyorlardı. Şu an sokaklara dökülmüş halkın demokratik taleplerine kulak kabartmaktan yana olmayan Fuad Sinyora, ABD ve Batı merkezlerini dinlediği kadar Lübnan halkının sesini dinlemekten yana değil. Her gün endişelerin arttığı bir atmosfere giren Lübnan’ın siyasal iklimi diken üzerinde ilerliyor. İsrail, ABD ve müttefiklerinin Hizbullah ve Mukavemet (Direniş) cephesine yönelik, Lübnan halkıyla arasını germe stratejisine Sinyora ve hükümetteki müttefikleri hizmet etmektedir. Ortadoğu coğrafyasını Batı’nın diplomatik tüccarlarının birbiri ardına ziyaret etmeleri ve bölgedeki müttefiklerini önümüzdeki sürece yönelik gelişmelere hazırlamaları, hiç de hayra alamet değildir. Lübnan’da ne İsrail’in ne de bir başkasının işleri noktalanmış değil. İsrail’in önümüzdeki günlerde yeni bir bakanlık oluşturacağı, adının da “Stratejik Tehditler Bakanlığı” olacağı söylentileri, onun önümüzdeki süreçte bölgeye yönelik yeni bir savaş hazırlığı içinde olduğunu anlatmaktadır.

6 Aralık ‘06