8 Aralık 2006 Sayı: 2006/48 (48)
  Kızıl Bayrak'tan
   Emekçilerin ve halkların direnişini zorbalıkla bastıramazsınız!
  Demokrat” maskeli Ağar’ın yayılmacı emelleri
  Asgari ücretin belirlenmesinde bildik oyun bir kez daha sahneleniyor...
  Sermayenin sinsi tuzağı...
Sömürü ve soygun bütçesine karşı kamu emekçileri 14 Aralık’ta iş bırakıyor…
Yapı Yol-Sen Eğitim ve Basın Yayın Sekreteri Halil Tümtürk ile iş yavaşlatma eylemi üzerine konuştuk...
Asgari ücret üzerine işçilerle konuştuk...
 Gençlik faşist saldırganlığa boyun eğmeyecek!
  Trabzon’da çalışmalarımız sürüyor...
  Ortadoğu'yu Balkanlaştırma planı!..
  İşçilerin ve devrimci öncü işçilerin birliği sorunu
  Sınıf çalışmamızın ulaştığı yeni aşamanın özlü bir ifadesi!
  Volkan Yaraşır’ın İstanbul İşçi Kurultayı’nda yaptığı konuşma...
  Komanteks'te sendikasızlaştırma saldırısı
  MHP: Değişen ya da değişmeyen ne?/3 - Yüksel Akkaya
  Zaferi üçüncü kez Hugo Chavez’in!
  Seçimlerin kıskacında ümitsiz aşk: Avrupa Birliği üyeliği - Yüksel Akkaya
  Lübnan karanlık bir sürece çekiliyor - Abu Şehmuz Demir
  “Beterin beteri var” tesellisi ve tecrit güzellemesi…
  Proletaryanın ilk isyan çığlığı... “Çalışarak yaşamak ya da savaşarak ölmek!”
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Proletaryanın ilk isyan çığlığı...

“Çalışarak yaşamak ya da savaşarak ölmek!”

A. Cenker

Kapitalizm ortaya çıktığı günden itibaren, bir yandan kendinden önce egemen olan feodalizme karşı savaşırken, bir yandan da kanını kendi düzenine harç yapacağı gerçek mezar kazıcısını yarattı. Proletaryanın kapitalizmin öz çocuğu ve onun biricik yokedicisi olarak tarih sahnesine çıktığı andan itibaren burjuvazi ile arasındaki savaş büyüdü. Açık ya da gizli biçimler içinde sürüp giden bu savaşın kırılma noktalarından, yani Marks’ın da ifadesiyle proletaryanın isyan çığlıklarından biri de Lyonlu dokuma işçilerinin 1831’deki görkemli ayaklanmasıdır.

Lyon özü itibariyle Fransa için tekstil sektörünün merkezi, bu yanıyla da Fransa’da dokuma sanayiinde makineleşmenin ve kapitalist ilişkilerin oturduğu temel yerlerden biri olmuştu. Bu dönüşüm bir yandan küçük burjuvaziyi hızla yıkıma uğratıp proleterleştirirken diğer yandan da güçlü bir proleter ordusu yarattı. Başta İngiltere ve Fransa içindeki rakiplerini altetmek ve kapitalizmin doğasında bulunan rekabet yasası gereği kârlarını arttırmak isteyen Lyonlu burjuvaların sömürü koşullarını arttırmaları, işçilerdeki tepkileri doruğa tırmandırdı.

Dokuma işçilerinin yaşama ve çalışma koşulları oldukça kötüydü. Günde 18 saat çalışan işçiler ya çalıştığı yerde makineler başında ya da şehir dışına atılmış izbe kulübelerde yaşam savaşı veriyorlardı. Bu koşullara dayanamayan yaklaşık 30 bin dokuma işçisi ve sayıları 10 bini bulan küçük üretici 8 Ekim’de ücretlerin arttırılmasını ve bir ücret baremi belirlenmesini istediler. İşçilerin nasıl bir güce sahip olduğunu bilen ve bu gücün açığa çıkmasından korkarak onları dizginlemek isteyen kentin valisi Bovurer Dumolard, Ekim ortasında işçilerle görüşmeyi kabul etti. Bunun üzerine 25 Ekim’de valinin evinde iki sınıf temsilcileri arasında bir toplantı yapıldı. Onbinlerce işçi marşlarla evin önünde görüşmelerin sonucunu bekledi. Sayısı yaklaşık 450 olan Lyonlu burjuvalar işçilerin kararlı tutumu sonucunda ücret baremini kabul etmek zorunda kaldılar.

Aslında bu kabul ediş, burjuvaların işçileri bir katliamla teslim alabilmek için yaptıkları geçici bir ateşkes anlamını taşıyordu. Zira kapitalist ilişkiler içinde iki sınıf arasında yapılacak bir ateşkes burjuvazinin proletarya üzerindeki tahakkümünün işçilerin de “rızası”yla yeniden üretilmesinden başka bir şey değildi. Bunu bilen burjuvalar “rıza”nın yetmediği yerde yönetim ve baskı gücünü devreye sokmaktan kaçınmayacaklardı. Öyle de yaptılar. Burjuvalarla görüşmeler yapan General Roger işçileri ezme kararı aldı.

19 Kasım’da işçi ücretlerinin ödenmesinden bir gün önce Lyon’daki bir işyerinde 120 işçi tüccarlardan bareme uymadıkları sürece bir kuruş alamayacakların ilan ettiler. Bu haber hızla kente yayıldı. Tüm işçiler burjuvaların verdikleri sözü tutmasını bekliyor, aksi takdirde çalışmayacaklarını ilan ediyorlardı. Burjuvazi ise işçilerin en ufak karşı çıkışını bir saldırı gerekçesi olarak görerek hazırlıklarına başladı. Plana göre şehir dışından gelen işçiler şehir girişlerinde askerlerce durdurulacak ve işçilere hiç unutamayacakları bir ders verilecekti. Bu amaçla burjuvaların oğullarından oluşan özel bir tabur bile kuruldu.

21 Kasım’da sabah şehre giren yaklaşık 2 bin işçi şehir girişinde askerler tarafından durduruldu. İşçiler henüz ne olduğunu bile anlamadan askerlerin kurşunlarına hedef oldular. Ama gelişmeler burjuvazinin beklediği gibi olmadı. Korkak tavuklar gibi kaçmalarını bekledikleri işçiler askerlerin silahlı saldırısına karşı taşlar, sopalar ve çıplak elleriyle karşı koydular. Ölen işçilerin kanlı cesetleri kalan arkadaşları için barikat oldular. İşçiler öldürdükleri askerlerin silahlarını aldılar. Bu arada şehir merkezinde bulunan silah dükkanı da işçiler tarafından ele geçirildi. Karşılarında hiç beklemedikleri bir direniş gören askerlerin kaçmaya başlamasıyla da işçiler “Çalışarak yaşamak ya da savaşarak ölmek!” sloganlarıyla şehre girdiler. Bu slogan işçilerin durumunu yansıtıyordu aslında.

Onlar kapitalizmin işçilere ücretli kölelik zincirleriyle kuşatılmış bir sömürü cehennemi verdiğini görmüş ve bunun karşısında insanca çalışarak yaşayabilecekleri bir düzen istemişlerdi. Lyon proletaryası bu istekleri gerçekleşmediği koşullarda ise bunun için savaşarak ölmekten geri durmayacağını Lyon barikatlarını kendi kanıyla kızıla boyayarak gösterdi.

İşçiler askerlerin saldırısını püskürttükten sonra hızla şehir merkezinde barikatlar kurmaya başladılar. Bu arada şehir merkezi ve kenar mahalleler askerlerce sarıldı. Burjuvazinin katliamı karşısında tüm taleplerin bayraklaştığı “Çalışarak yaşamak ya da savaşarak ölmek!” sloganı Lyonlu kadın işçiler tarafından hazırlanan siyah bayraklar üzerlerine işledi. Artık şehir merkezi işçilerin elindeydi.

Bu arada küçük burjuvazi içinde yer bulabilen Saint Simoncular ayaklanmaya karşı çıktılar. Onlara göre kavga etmek hiçbir sorunu çözmez, sadece karmaşayı arttırırdı. Onların yolu akıllı adamlar arasında doğru yolun bulunmasıyla yapılacak uzlaşmalar ve kısmi reformlara dayanıyordu. Yaptıkları görüşmelerde kavganın işçiler ve burjuvalar arasında olduğunu söyleyip kendilerini bunun dışında tuttular. Uzlaşmacılar kendilerini sınıflar üstü görmekten geri durmadılar. Uzlaşma taraftarları ayaklanmayı durdurmaya, işçileri kölelik koşullarında çalışmaya razı etmeye çalıştılar. Ancak kendi yollarını çizen ve bu yolu kendi kanlarıyla boyayan işçiler uzlaşmacıları dinlemediler. Onlar sömürüden ve zincirden kurtularak yeni bir dünyanın kapılarının ancak iki sınıf arasındaki savaşımla açılabileceğini gün doğumunda barikatlarda dövüşerek öğrenmeye başlamışlardı.

Çatışmaların öngünlerinde kendisini sınıflar üstü bir konumda göstermeye çalışan vali bir kez daha işçilerin karşısına çıktı. Bölge valisinin araya girmesi üzerine ateşkes sağlandı. Ancak bu durum fazla uzun sürmedi. Zira burjuvazi sabah işçiler karşısında aldığı yenilginin de acısıyla harekete geçmiş, yeni bir katliam için hazırlıklara başlamıştı. Bu amaçla Paris’te bulunan hükümete elçi gönderilmiş ve yardım bile istenmişti. Evet burjuvazi sınıf bilinciyle hareket ediyor ve işçilerin bu girişimini kanla ezmek için tüm gücünü toplamaya çalışıyordu. Ama bunun karşısında da işçilerin kendiliğinden gelişen ve direnişle daha üst bir boyuta tırmanan sınıf dayanışması daha görkemli bir halde yükseliyordu. Çevre bölgelerde bulunan işçiler çatışma haberlerini almış ve kitleler halinde Lyon’a doğru yürüyüşe geçmişti bile.

Görüşmeler sürerken çevre bölgelerden işçilerin desteğinin yolda olduğu haberleri üzerine burjuvazi saldırıya geçti. Ancak işçiler bir kez daha çıplak bedenlerini barikatlaştırarak saldırıya karşı direndiler. Burjuvazi bir kez daha hiç beklemediği bir direnişle karşılaştı. İşçilerin her bahçe, her ev, her karış toprak için savaşmaları ve özellikle Brotteaux mezarlığında her mezar taşı için ölümüne savaşmaları üzerine askeri birlikler şehir dışına çekilmek zorunda kaldılar. Şehir bir kez daha işçilerin olmuştu. İşçiler derhal şehirde düzeni sağlamaya çalıştılar. Hırsızlığın ölümle cezalandırılacağına dair ilk emir yayınlandı.

Ancak işçiler tüm cesaretlerine ve ödediklere bedellere rağmen ne yapacaklarını tam olarak bilmiyorlardı. Vali yerinde kaldı. Bir süre sora neredeyse tek yetkili oldu. İşçi semtlerini saran korumalar bile valiye bağlıydı. Bu sırada Lyon’da yaşananları duyan prens, burjuvalar şahsında temsil ettiği sömürü düzenini kurtarmak ve işçilerin özgürlük mücadelesini henüz daha başındayken boğmak için 20 bin askerle şehre doğru yürüyüşe geçti. Henüz yeterince bilinçli olmayan ve bu uzun kavgada ne yapacağını bilmeyen Lyonlu dokuma işçileri valinin oyunları karşısında dövüşerek aldıklarını sessizce geri verdiler. Eski yöneticiler yerlerini koruyordu. Bu proletaryanın düzen yıkılmadıkça ve düzen kurumları ortadan kaldırılmadıkça kazanımlarını kalıcılaştıramayacağı bilincinin işçilerin öncüleri şahsında bile henüz yeterince bilince çıkarılmadığının bir ifadesiydi.

Bu durum aynı zamanda işçi sınıfının henüz iktidarı alıp kapitalizmi tarihin çöplüğüne gönderecek kadar güçlü olmadığını da gösteriyordu. İşçi sınıfı henüz kendi yol göstericisini bulamamış, hareketi kendiliğinden bir yapıdan kurtaramamıştı. Örgütsüz ve öncüsüz olmak, bunun yanında mücadelenin bilimsel temellerine oturmuş bir programdan yoksun oluşu yenilginin kaçınılmazlığını da gösteriyordu. Bu durum Lyonlu bir dokuma işçisinin ağzından şöyle dökülüyordu: “Kazandık, Lyon’a hakim olduk, sonra da onu itiraz etmeden geri verdik. Şimdi ne yapalım... Ne zaman bir insan çıkacak, ne zaman işçilerin de bir öğretmeni olacak ve ne zaman onlara nasıl savaşmaları gerektiğini öğretecek, kazandıkları durumda bile niye hala birer zavallı bir köle gibi yaşamak zorunda kaldıklarını anlatacak.” (Ateşi Çalmak, Cilt 1)

Bu öğretmenin, yol göstericinin çıkması için yıllar gerekti. Proletarya ilk öğretmenlerini Marks ve Engels şahsına ancak ileriki yıllarda bulabildi. Aradan 175 yıl geçti. Proletarya bu uzun zaman dilimi boyunca sayısız deneyim, yenilgiler ve zaferlerle dolu muazzam bir birikim elde etti. Lyonlu dokuma işçilerini 1871 yılında göğü fethe çıkan Paris Komünarları izledi. 72 gün süren bu ilk işçi iktidarını bu kez Komün’ün bir gününe bir yıl ekleyen Rus işçi sınıfı 1917 Kasım’ında Sovyet Devrimi’yle taçlandırdı. Ve bizler bugün tüm bu deneyimlerle birlikte Lyonlu dokuma işçilerinin sahip olmadığı bir şeye, bir öncüye sahibiz. Türkiye devriminin ve işçi sınıfının öncüsü bu zengin deneyimlerden süzdüğü birikimle yolumuzu açıyor. Bizler işi Lyonlu kardeşlerimizin bıraktığı yerde bırakmayacağız. Onların deneyimlerinden öğrenip cüret ettiklerini sonuna dek taşıyacağız. Onların yaktıkları ateşin sönmesine izin vermeden bunu tüm insanlığı kurtaracak bir mücadele ateşine dönüştüreceğiz.