27 Ekim 2006 Sayı: 2006/42 (42)
  Kızıl Bayrak'tan
   Kimliksizleştirilme saldırısına karşı
“Sınıfa karşı sınıf!” çizgisi
  İMF yine bütçemizi belirledi ve kaçıp gitti!
  Beklenen oldu, Türk Metal satış sözleşmesini imzaladı... Sömürü ve
ihanete geçit vermemek için bu sözleşme
yırtılmalıdır!
  Kapitalist toplumu şiddet yönetiyor
6 Kasım tartışmaları ve İstanbul Ekim Gençliği’nin çağrısı
İLGP: “Ortadoğu’da işgalci, okulda müşteri olmayacağız!”
İÜ Rektörlüğü'nden “Parlak” soruşturmalar!
 Kapitalizmde özgürlük ve eşitlik üzerine/ Yüksel Akkaya
  Bütçe soygununa ve yeni hak gasplarına
karşı mücadeleyi yükseltelim! (Orta sayfa)
  Sınıf hareketinin sorunları ve İstanbul İşçi
Kurultayı üzerine işçilerle konuştuk
  Sendikalaştıkları için işten atılan AL-CO
Tencere işçileri ile direnişin deneyimleri
üzerine konuştuk
  Dünyadan
  Almanya'da güçlü ama yaptırımdan yoksun eylemler... Sosyal yıkım
saldırılarına karşı öfke büyüyor
  Leyla hasta, tabibi ortada yok... Ortadoğu halkları birbirine kırdırılmak isteniyor
  İşçi sınıfının ruhu: Sovyetler / Volkan Yaraşır
  Köln'de “21. Yüzyılda Yeni Ekimlere” gecesi
  Eylemlerden
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Kapitalizmde özgürlük ve eşitlik üzerine

Yüksel Akkaya

Kapitalizmde özgürlük ve eşitlik kavramları hem emekçiler hem de burjuvazi için oldukça önemli olmasına rağmen yüklendikleri anlamlar ve taşıdıkları mücadele dinamikleri farklıdır. Bu nedenle sıradan bir sözlüğün her iki kavramı nasıl tanımladığından hareket etmek yararlı olacaktır.

TDK sözlüğüne göre özgürlük “herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme ya da davranma, herhangi bir koşula bağlı olmama durumu; her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi istencine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu”dur. Aynı sözlüğe göre eşitlik ise “iki ya da daha çok şeyin eşit olması durumu, denklik; yasalar yönünden insanlar arasında ayrım bulunmaması durumu; insanlar arasında toplumsal ve siyasal haklar yönünden ayrım bulunmaması durumu”dur.

Sözlüklerin tanımladığı anlamda özgürlük ve eşitlik kavramlarına bakıldığında, kapitalist bir düzende her ikisinin ne anlama geldiğini, sonuçlarının emekçilere nasıl yansıyacağını kestirmek de kolay olmamaktadır. Her iki kavram da bir madalyonun iki yüzü gibi görünmekte, daha da ötesinde et ve tırnak çağrışımı yapmaktadır. Aslında her iki kavramı, burjuva iktisatçılarından alacağımız iki örnekle açıklamaya çalışmak daha açıklayıcı olabilir. Pek çok “iktisat” uzmanı için “serbest rekabet” yani “özgür rekabet” önemli iken, “tam rekabet” aynı önemi taşımayabilmektedir. Zira, “serbest/özgür rekabet” güçlü olana üstünlük sağlayarak birer tekele dönüşmesine yol açarken, “tam rekabet” bazı “güvencelerle” güçlü olanı “törpüleyerek” diğerlerine de “yaşama” hakkı tanımaktadır. Kelimenin iktisadi anlamında kapitalizmdeki özgürlüğün “iyi” bir şey olmadığı, güçlü olana büyük fırsatlar tanıdığı ortaya çıkmaktadır.

Böyle olduğu için liberalizmin aşkın çocuğu, günümüzde baş tacı edilen iktisatçı/felsefeci Hayek, eşitliğin özgürlüğün düşmanı olduğunu savunur ve özgürlüğe dört elle sarılırken, eşitliği lanetli bir kavram, olgu olarak ilan eder. Hayek haklıdır, zira kapitalizmde eşitlik olgusu iktisadi karşılığını “tam rekabette” bulurken, özgürlük olgusu karşılığını “serbest rekabette” bulur. İlki tekelleşme ve bir avuç sermayedarın tahakkümünün önünde iyi kötü bir set oluştururken, ikincisi bu setlerin hepsini güçlü olandan yana kaldırır, kuşkusuz “herhangi bir kısıtlamaya bağlı olmaksızın davranma hakkı” olarak!... Öyle ya, serbest bir piyasada özgür bireyler özgür bir şekilde davranacaklarsa, onların gücünün derecesine, faaliyetlerinin toplumun çıkarına olup olmadığına bakmak anlamsız kalacaktır. Böyle olduğu için de “özgür” bir burjuva veya patron ile “özgür” bir emekçi emek piyasasında karşı karşıya geldiklerinde, pazarlıklarını özgürce yapmalı, ikisi arasındaki ilişkiye kimse karışmamalıdır. Peki bu durumda özgür patron mu, özgür işçi mi daha yüksek bir pazarlık gücüne sahip olacaktır? Kuşkusuz, özgür patron! Ne adına, özgürlük adına…

Burjuvazi için büyük bir zenginlik ve sömürü kaynağı olan bu özgürlük emekçi için “özgür” ücretli kölelikten başka bir anlama gelmemektedir. Özgürlük serüveni, kapitalist bir toplumda bireyin emek gücünü metaya dönüştürürken, kapitalisti egemen olana dönüştürür. Oysa, eşitlik adına, kapitalistin orantısız gücünü törpüleyen yaptırımların derecesine bağlı olarak bu ilişki tersyüz de edilebilir. Ne var ki, burjuvazi bu türden bir törpüleyici olan eşitliğin düzeyinin sınıf mücadelesi olduğunu da bildiğinden, bu eşitleyici hakları mücadelenin düzeyine göre belirler. Kuşkusuz, eşitleyici mücadele, emekçilerin özgürlük alanını da genişletir. Böylece, sermayenin lehine seyreden özgürlük, bir anda olmasa bile zamanla emekçilerin önce dengelediği, sonra lehine çevirdiği bir olanağa dönüşebilir. Ki, bu iktidar mücadelesinde emekçilerin inisiyatifi ele geçirmesinin de bir ifadesi olur. Bu durumda, özgürlük ve eşitlik kavramları gerçek anlamlarına kavuşur. Zira, hayatlarından başka kaybedecek servetleri olan zenginlerin eşitsiz konumları ve özgürlükleri ellerinden alınmış, zincirlerinden başka kaybedecek hayatları olanlara özgürlük ve eşitlik sunulmuş olacaktır.

Eşitlik/özgürlük ikileminde belirleyici olarak öne çıkan eşitlik vurgusu olsa da, koşullara bağlı olarak, özgürlük mücadelesinin eşitlik hakkının önünü açacağı durumlar da söz konusu olabilir. Burada önemli olan, yere ve zamana bağlı olarak özgürlük ve eşitlik olgularının ağırlığını iyi ölçüp, değerlendirip, biri üzerinden diğerini de yükseltmektir. İki olgu arasındaki diyalektik ilişki emekçilerin toplumsal muhalefet ve mücadelesine bağlı olarak birbirini besleyebilecektir. Unutulmaması gereken, kapitalist bir toplumda, özgürlük ve eşitlik kavramlarının egemenler tarafından emekçiler için bir uyuşturucu olarak kullanıldığıdır.

Özgürlük daha soyut bir kavramken, eşitlik veya eşitsizlik gündelik hayatta “daha sık” karşılaşılan somut bir kavram ve olgudur. Özgür insanlar arasında eşitsizlikler mümkün ve önemli sorunların kaynağı iken, eşit insanlar arasında özgürsüzlük o kadar büyük sıkıntı nedeni olmayacaktır. Zira, eşitsizlik, özgürlüğün de düşmanı iken, özgürlük eşitsizliğin düşmanı değildir. Böyle olduğu için kapitalistler, eşitlik kavramından çok, bir illüzyondan ibaret olan özgürlük kavramını ön plana çıkarıp, sık sık onun erdeminden söz ederler. Böyle olduğu için de eşitlik kavramı ve mücadelesi üzerine oturmamış her özgürlük mücadelesi yetersiz olmanın ötesinde hedef saptırıcıdır. Kuşkusuz, bu eşitlik mücadelesi sınıfsal bir yapının ürünü olarak algılanmalı ve bu algı üzerinden bütünsel bir bakışı (üretim tarzı, emek üretkenliği, işbölümü vb.) içermelidir.

---------------------------------------------------------------------------------------

Türk-İş bürokratları AB'ci!

Geçtiğimiz günlerde Türk-İş'e bağlı 33 sendika ile bunlara bağlı yaklaşık 4500 sendika ve şube yöneticisi ile yapılan anket, sendikacıların yoksulluk, işsizlik, enflasyon vb. konularda ne düşündüğünü ortaya çıkarmıştı.

Yine aynı ankette AB ile ilgili sorulara Türk-İş bürokratlarının verdiği yanıtlar %75'inin AB'ci olduğunu gösterdi. Anketteki ‘'Türkiye AB'ye üye olmalı mıdır?'' sorusunu yanıtlayan sendikacıların yüzde 75.04'ü ‘'evet'' derken, yüzde 24.96'sı olumsuz görüş bildirdi.

Ankete verilen yanıtlara göre, sendikacıların dörtte üçü Türkiye'nin AB üyeliğini destekliyor. Beşte üçü ise işçilerin serbest dolaşımının Türkiye için daimi olarak kısıtlanması durumunda AB ile ilişkilerin askıya alınması gerektiğine inandığını belirtiyor.

Sendikacılardan yüzde 80'i AB üyeliği sürecinde Türkiye'nin Kıbrıs konusunda kesinlikle taviz vermemesinden yana olduğunu, yüzde 18.21'i Türkiye'nin çözüm konusunda daha fazla çaba göstermesi gerektiğini, yüzde 1.79'u ise AB'nin isteklerinin kabul edilmesi gerektiğini söylüyor.

Türk-İş'in konfederasyon düzeyinde “sendikal hak ve özgürlükleri geliştireceği, yeni istihdam alanları açılacağı, işçilerin serbest dolaşımını sağlayacağı” vb. gerekçelerle AB'ye sıcak baktığı biliniyordu. Ancak anket sonuçları, bu bakışın alt kademelerde bulunan sendika bürokratları tarafından da sahiplenilen yaygın bir görüş olduğunu gösterdi.

Sendikal hak ve özgürlükleri geliştirmek için mücadele etmek yerine emperyalistlerin birliği olan AB'den medet uman Türk-İş bürokratlarının mücadeleyi kendi dışında gören, işbirlikçi ve ihanetçi kimlikleri biliniyor. Bu bürokratların olduğu kadarıyla AB'ye karşı itirazları ise gerici kaygılardan kaynaklanıyor. Kürt sorunu, Ermeni meselesi, vakıflar, Kıbrıs gibi sermayenin değişik kesimleri arasında düzen içi çatışmalarına neden olan konularda, sınıfın geri bilincine seslenen Türk-İş bürokratlarına verilecek en iyi yanıt tabanda sınıfın devrimci birliğini sağlamak ve devrimci sınıf mücadelesini yükseltmek olacaktır.

--------------------------------------------------------------------------------------

Yoksullar örgütleniyor!

İçişleri Bakanlığı'na göre Türkiye'deki dernek sayıları arttı. 2005 yılına göre yüzde 2 kat artış gösteren derneklerin sayısı 71 bin 744'e ulaştı. Sözkonusu artışın yoksullara yardım ve kadın derneklerinin sayısının artmasından kaynaklandığı ifade edildi.

Bakanlığın açıklamasına göre 2005 yılında en fazla yaşlılar, yoksullar ve kadınlara yönelik dernek kuruldu. 2004 yılında yaşlılara yönelik 1850 dernek faaliyet gösterirken, 2005 yılında bu sayı yaklaşık yüzde 121 artarak 4 bin 99'a yükseldi. Yoksullara yönelik dernek sayısı 2005 yılında bir önceki yıla göre yüzde 106 artış göstererek yaşlılarda olduğu gibi 4 bin 99'u buldu. 2004 yılında 2 bin 469 olan faaliyetteki kadın dernek sayısı 2005 yılında yüzde 105 artarak 5 bin 64'e çıktı.