27 Ekim 2006 Sayı: 2006/42 (42)
  Kızıl Bayrak'tan
   Kimliksizleştirilme saldırısına karşı
“Sınıfa karşı sınıf!” çizgisi
  İMF yine bütçemizi belirledi ve kaçıp gitti!
  Beklenen oldu, Türk Metal satış sözleşmesini imzaladı... Sömürü ve
ihanete geçit vermemek için bu sözleşme
yırtılmalıdır!
  Kapitalist toplumu şiddet yönetiyor
6 Kasım tartışmaları ve İstanbul Ekim Gençliği’nin çağrısı
İLGP: “Ortadoğu’da işgalci, okulda müşteri olmayacağız!”
İÜ Rektörlüğü'nden “Parlak” soruşturmalar!
 Kapitalizmde özgürlük ve eşitlik üzerine/ Yüksel Akkaya
  Bütçe soygununa ve yeni hak gasplarına
karşı mücadeleyi yükseltelim! (Orta sayfa)
  Sınıf hareketinin sorunları ve İstanbul İşçi
Kurultayı üzerine işçilerle konuştuk
  Sendikalaştıkları için işten atılan AL-CO
Tencere işçileri ile direnişin deneyimleri
üzerine konuştuk
  Dünyadan
  Almanya'da güçlü ama yaptırımdan yoksun eylemler... Sosyal yıkım
saldırılarına karşı öfke büyüyor
  Leyla hasta, tabibi ortada yok... Ortadoğu halkları birbirine kırdırılmak isteniyor
  İşçi sınıfının ruhu: Sovyetler / Volkan Yaraşır
  Köln'de “21. Yüzyılda Yeni Ekimlere” gecesi
  Eylemlerden
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Kapitalist toplumu şiddet yönetiyor

Türkiye halkları bayram tatiline ‘seri cinayet' dehşetiyle sokuldu. TV kanallarında günlerce, ‘pompalı tüfekle kafa parçalayan psikopatlar' dallandıra-budaklandıra anlatılıp, canlandırmalarla beyinlere işletilip, çoluk-çocuk tüm toplum gerildi. Bayram tatilinin tek huzur bozucu gelişmesi de bu değildi üstelik. Bunun bir de, cinnet geçirip eşini ailesini doğrayan kocaları vardı, her tatilin klasiği haline gelen trafik terörü vardı. Böylece, bir tek bayram tatilinde kaybedilen can sayısı, Amerika'nın Irak işgali boyunca yıllık kaybını buluyordu. Üstelik sadece sayı olarak, yoksa Irak halkının katilleriyle Türkiye halklarının masum kurbanlarını değil eşit görmek, karşılaştırmak bile doğru olmaz.

Cinnet geçiren zavallılar bir yana, son seri cinayetleri işleyen psikopatları ‘kader kurbanı' görmek için hiçbir mazeret geçerli olamaz. Oysa, katillerden birinin Rahşan hanımın ‘kader kurbanı' affıyla 2 yılda serbest kalmış eski bir katil olduğu da, anlatılan hikayenin bir parçasıydı. Gerçi düzen medyası bu hikayeyi hiç ilgisiz bir konuya, Kürt sorunu üzerinden gündeme getirilen af konusuna atıfla, böyle bir affı da kötü/olumsuz/istenmez gösterebilmek amacıyla anlatıyordu. Yoksa hiç de seri cinayetin failleri ve benzerlerini hedefleyerek değil.

Düzen medyasının olay üzerinden beyinlere işlemeye çalıştığı tek konu bu da değildi. Onlar olayı, olayın faillerini düzenden soyutlayarak, tek başına, ‘münferit' bir olaymış gibi ele alarak, suçu sadece bireylerin, ‘kader kurbanları' demagojisiyle katilleri sokağa saldıran Rahşan Hanım'ın vb. üstüne yıkmaya çalıştılar.

Oysa bu son olay devlet eliyle terörize edilen bu toplumda ne tek, ne münferit bir olaydır ve ne de olup biten temelde kurulu düzenden bağımsızdır. Sermayenin düzeni şiddeti doğurup besleyerek, sermayenin devleti bizzat ve sistemli biçimde uygulayarak, insanları yoksun, çaresiz ve çıkışsız bırakarak, silahlanmayı teşvik ederek, mayfayı örgütleyip kullanarak, devleti çeteleştirip her birinde bu seri cinayetten çok daha fazla insanın katliyle sonuçlanan ‘bin operasyon'lara imza atarak, en sonunda toplumu da kör şiddetle sakat hale getirmiştir. Bu toplumun insanları durduk yerde cinnet geçirmiyor; durduk yerde psikopatlaşmıyor; cinayetleri de içeren töreler durduk yerde sürüp gitmiyor...

Düzenin ve devletin, kendine karşı olan dışındaki her türlü şiddeti ve şiddet örgütünü, adetini, uygulayıcısını koruyup kollamasının bir nedeni, bir mantığı var. Bireysel şiddet ve terör toplumu paralize ediyor. Bireyler ve gruplar -etnik, dinsel, mezhepsel- arasındaki düşmanlığı körüklüyor. Sınıfsal örgütlenme ve hareketi bozuyor, sekteye uğratıyor. Örneğin, devlet mafyaya asla dokunmaz, dışardaki suçlarından dolayı sıkıştırılıp dokunmak zorunda kaldığında ise, cezaevi adı altındaki 5 yıldızlı otellerde misafir eder. Mümkün olan en kısa zamanda da serbest bırakır, kaçmasına yahut kaçırılmasına göz yumar, duruma göre bizzat önayak olur. Mafya elemanlarını kendi ‘derin' suçları için kullanır, buna gelenekselleşmiş bir uygulama olarak başvurur. Hem de illegal yollardan değil, kadrolu ve bordrolu eleman olarak.

Töre cinayetleri için her türlü ‘hafifletici' sebebi yasa maddelerinin arasına sıkıştırmıştır. Kendine sığınmaya kalkan mazlumları, göz göre göre katillerin kucağına iter.

Kendine ait yurt ve yuvalarda, resmi devlet okullarında şiddetin bini bir parayadır. Bu kurumların çalışanları bir yana, son olarak Adana'dan duyulduğu gibi, devletin kolluk güçleri okul idarelerinin işbirliğiyle, küçücük çocukları müdür odalarında sorguya çeker, İzmir'de, İstanbul'da ve daha pek çok yerde defalarca yaşandığı gibi emniyete götürüp işkenceden geçirir.

Toplumun devlet eliyle terörize edilmesi, sadece korkutulup sindirilmesiyle sınırlı sonuçlar üretmiyor. Şiddetin toplumca kanıksanması, içselleştirilmesi ve giderek bir araç olarak benimsenmesine de yol açıyor. Yani şiddet şiddet üretiyor. Bunun bir de sıkıştırılmış, çaresizleştirilmiş, umutsuzlaştırılmış, kimliksizleştirilmiş bireyler üzerindeki etkileri var ve bu etkiler de bu seri cinayet örneğinde olduğu gibi psikopat katil tiplerini yaratıp çoğaltıyor.

Bu yaşananlar, kapitalist barbarlığın toplumu sürüklediği çürüme ve çöküşün ibretlik manzaralarını sunuyor. Bu çürüme daha da derinleşmeden, bu çöküş daha da ilerlemeden toplumun kapitalizm belasından kurtulması gerekiyor. Toplumu şiddetle yönetmeye kalkanları karşı şiddetle engellemenin, bu suçlardan men etmenin zamanı geldi de geçiyor.

------------------------------------------------------------------------------------

Türk-İş'in eğilim anketi: “Halk yoksullaşıyor”!

Türk-İş, 33 sendika ve bu sendikalara bağlı şubelerde yeralan yaklaşık 4 bin 500 yöneticisini kapsayan bir ‘'eğilim anketi'' yaptı.

Ankete göre, en kör gözlerin dahi görebileceği gibi, halk yoksullaşıyor, ülkeyi İMF-DB yönetiyor. İşsizlik artıyor, gelir dağılımındaki adeletsizlik derinleşiyor. Aslında bunun için anket yapmaya da gerek yok. Ancak Türk-İş yöneticileri görev ve sorumluluklarına sarılacakları yerde yöneticilerine “eğilim anketi” yapıyor.

Bu ankette sendika yöneticilerine, Türk-İş'e üye binlerce işçinin her gün yaşadığı, gördüğü, bildiği çarpıcı gerçekler sorulmuş. Ankete katılan 4500 sendika yöneticisinden yüzde 56.14'ü uygulanan ekonomik kararların yoksul nüfusu daha da artırdığına inanıyormuş! Yüzde 36.19'u da milli gelirdeki eşitsizliğin daha da arttığını düşünüyormuş! Yüzde 45.72'si de enflasyonun düştüğüne inanmıyormuş! İnanıyorum demek Türk-İş'e üye binlerce işçiyle alay etmek anlamına geleceği için tersini söylemeleri de mümkün değil.

Devam edelim. Türk-İş yöneticileri başka ne düşünüyormuş. Sendikacılardan yüzde 21.93'ü nüfus artışı nedeniyle büyümeye rağmen işsizliğin azalmadığına, yüzde 58.41'i ekonomik büyümenin istihdama olumlu yansımadığına, yüzde 17.76'sı ise istihdamın arttığına, ancak işsizliği azaltmadığına inanıyor.

Sendikacıların yüzde 69.34'üne göre vergi yükü, vergi kaçırma şansı olmayan ücretlilerin üzerinde bulunuyor. Yüzde 21.28'i vergilerin adil olmadığını ve dolaylı vergilerin azaltılması gerektiğini ifade ederken, yüzde 6.56'sı lüks tüketim vergilerinin artırılması gerektiğini düşünüyor.

‘'Sizce ekonomik karar alma sürecinde kim hakim durumdadır?'' sorusuna yüzde 9.82 oranında ‘'hükümet'', yüzde 14.66 oranında ‘'sermaye'', yüzde 71.92 oranında ‘'IMF ve Dünya Bankası'', yüzde 3.59 oranında ‘'medya'' yanıtını veren sendikacılardan ankete katılanların yüzde 31.55'i bütçe kaynaklarının faizlere ayrıldığını ifade etmiş. Yüzde 32.53'ü ise eğitim, sağlık ve sosyal güvenliğe ayrılan payların düşük olduğunu, yüzde 25.66'sı bütçenin sermayenin taleplerine göre hazırlandığını, yüzde 10.26'sı ise bütçelerin bölgesel eşitsizlikleri arttırdığını söylemiş. Ankete katılan sendikacıların yüzde 41.37'si özelleştirmelerin yerli ve yabancı sermayenin çıkarlarına hizmet ettiğini, yüzde 13.37'si devletin büyük gelir kaybı olduğunu, yüzde 6.63'ü yargı kararlarına güveni azalttığını, yüzde 37.17'si sendikasızlaştırmayı getirdiğini ifade etmiş.

Peki, bu gerçekleri bilen ve gören Türk-İş ne yapıyor? Bu sorunlara karşı mücadelede üzerine düşen görev ve sorumlulukları yerine getiriyor mu? Bir emek örgütü olarak yoksulluğa, işsizliğe, toplumsal adaletsizliğe, eğitime, sağlığa, sosyal güvenliğe bütçeden ayrılan payın artırılması için ne yapıyor?

Kuşkusuz ihaneti sayısız kez tescillenmiş bu hainlerin laftan başka bir şey üretmediğini en iyi işçiler biliyor. Kölelik yasalarından özelleştirmelere, sosyal hakların gaspından işten atmalara karşı sermaye sözcüleriyle kapalı kapılar ardında anlaşan bu hainlere güvenmiyor. Ancak tek başına güvenmemek, öfke duymak, söylenmek yetmiyor. Acıları, yoksulluğu, sefaleti, işsizliği, ihaneti yaşayan bizsek, bu sorunlara karşı çözüm üretmesi gereken de bizleriz. Artık bu sınıf hainlerini de alaşağı edecek bir şekilde uyanmak, ayağa kalkmak ve harekete geçmek gerekiyor!