15 Eylül 2006 Sayı: 2006/36 (36)
  Kızıl Bayrak'tan
   11 Eylül'ün ardından yaşananların gösterdikleri; ABD emperyalizmi ve uşakları saplandıkları savaş bataklığından çıkamayacaklar
  ABD-İsrail taşeronluğuna izin vermeyeceğiz!
  Kardeş halklara karşı değil emperyalizme ve sermayeye karşı savaşalım!
  Kürt halkına dönük kirli savaş her haksız savaşın vardığı sona doğru gidiyor
  Amerikancı ordu emperyalizmin savaş taşeronluğuna hazırlanıyor
12 Eylül rejimi sürüyor
Sınıf hareketinden
Oktaş Oluklu Mukavva işçileri ile röportaj
Uzlaştırma Kurulu kararını açıkladı; Emekçilerin birleşik mücadelesi sağlanmalıdır
KESK ve savaş karşıtı muhalefet
Kapitalizmin Hamalları; Çocuk işçiler / Y. Akkaya
   Haluk Gerger ile Ortadoğu’daki
gelişmeler üzerine... Emperyalizmin ezilen halkları köleleştirme operasyonu başarıya ulaşamayacak / Orta sayfa
  Üniversitelerde soruşturma terörü sürüyor!
  Fındıkta çözümsüzlük sürüyor!
  GOP-DER'e saldırı
  Katil Blair'in Lübnan ziyareti tepkiyle karşılandı
  Emperyalist-siyonist saldırganlığa karşı devrimci direniş cephesi
  Halkların katili NATO Afganistan'a yeni birlikler istiyor
  Dünyadan...
  Paris'te 15 bin kişi göçmenlerin barınma hakkı için yürüdü
  İlerici-devrimci güçlere karşı saldırılar... Saldırılara karşı devrimci dayanışma!
  MLKP MK'nın operasyona ilişkin açıklaması
  Basından...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Bolivya burjuvazisi çatışmayı tırmandırıyor

Evo Morales başkanlığındaki Bolivya yönetiminin Küba ve Venezüella ile yakın işbirliğine gitmesi, kısmen de olsa toprak reformu yapması ve daha önemlisi, enerji kaynaklarının kamulaştırılması yönünde attığı adımlar, kapitalist sınıflar tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Latin Amerika'nın en yoksul ülkesi sayılan Bolivya'nın enerji kaynaklarını yağmalayan büyük tekeller de, Morales'in uygulamalarından duydukları rahatsızlığı ilan etmekte geç kalmamışlardı.

Morales yönetiminin yapmak istedikleri, doğrudan özel mülkiyeti hedeflemiyor. Atılan adımlar esas olarak yoksullar lehine kısmi düzenlemelerden ibaret. Ancak işçi ve emekçilerin ürettiği değerleri ve ülkenin doğal zenginliklerini pervasızca yağmalamaya alışık olan Bolivya burjuvazisi, bu kadarına da tahammül edemiyor. Yağmacı takımı daha önce toprak reformunu engellemek için çeşitli saldırılarda bulunmuştu. Şimdi ise, yardakçılarını da peşine takarak grev ilan etmiş bulunuyor.

Patron örgütleri, gerici partiler, onlara yakın dernek ve oluşumlar, Evo Morales yönetimine karşı grev başlattı. Grev Santa Cruz, Tarija, Beni ve Pando kentlerinde 8 Eylül'de başlatıldı. Bu kentlerden ilk ikisi aynı zamanda özerklik talep ediyor. Avrupa kökenli beyaz nüfusun diğer bölgelere göre daha ağırlıkta olduğu bu iki bölge, doğalgaz kaynakları yönünden de zengin. Özerklik talebinin gündeme getirilmesi de, doğalgaz kaynaklarını yağmalama hesaplarıyla ilgili.

Gerici güçlerin fiili saldırıları özellikle Santa Cruz'da görülmeye başladı. Geçtiğimiz haftalarda “özerklik yanlısı” diye tabir edilen bazı güruhların taş, sopa ve molotof kokteylleri ile Bolivya İşçi Merkezi (COB) Sendikası'nın ofisi başta olmak üzere yerli hareketine yakınlığıyla bilinen kurumların lokallerine saldırarak çatışmaları tırmandırma eğiliminde olduklarını göstermişlerdi.

Yaşananları “faşist bir kalkışma” olarak niteleyen Bolivya İçişleri Bakanı Alicia Munoz, gerekirse polis gücünden yararlanabileceğini açıkladı. Ancak bu açıklama gerici güçler üzerinde etkili olmadı. Burjuva saldırganların hamisi Santa Cruz valisi, hükümetin kendilerini korkutmadığını belirterek, polis güçleriyle aralarının iyi olduğu imasında bulundu. Bu ima şaşırtıcı değil, zira her kapitalist devletin polis gücü, çatışmalarda burjuvazi ve yardakçılarının safında yer alarak emekçilere saldırır. Temel varlık nedeni de budur zaten.

Bolivya burjuvazisi, kendinden beklenen bir tutum içine girerek, sınıf çıkarlarını savunmak adına çatışmayı başlatmıştır. Bu küstah saldırıyı püskürtmek de, esas olarak Bolivya işçi sınıfı ile kent ve kır yoksullarının tutumuna bağlı olacaktır. Morales yönetiminin attığı adımların arkasında durması ve bu yönde yeni adımlar atması da, ancak emekçilerin vereceği aktif destek ile mümkün olabilir. Aksi halde ne Morales yönetimi, ne de yaptığı düzenlemelerin uzun ömürlü olması mümkündür.

Bolivya işçi sınıfıyla emekçilerinin sınıf kavgasına hazırlanması, yoksullar lehine yapılan düzenlemeleri savunmanın yanısıra, Morales yönetimine daha ileri adımlar attırabilmek için de gereklidir. Ancak daha da önemlisi, bu zeminde gelişecek sınıf kavgasının burjuvaziyi ve onun özel mülkiyete dayalı sınıf iktidarını yıkma mücadelesi açısından da önemli kazanımlar sağlayacak olmasıdır.

------------------------------------------------------------------------------------

Tayvan'da kokuşmuş rejime karşı öfke!

Tayvan adasındaki gerici rejim, rüşvet ve yolsuzluk bataklığının dipsiz çukurunda debeleniyor. Devlet başkanı ile yakın çevresinin onmilyonlarca doları bulan yolsuzluk/rüşvet skandalının açığa çıkmasına rağmen görevine devam etmesi üzerine, onbinlerce Tayvanlı başkent Taipei'de alanlara inerek istifasını istediler.

Halen Amerikan emperyalizminin üssü işlevi gören Tayvan adasında rejimin başı Çen Şui Bian, geçen ay yolsuzluk soruşturması çerçevesinde ifade vermişti. Hakkındaki suçlamaları reddederek işine devam etmişti.

Yolsuzluğa batan sadece devlet başkanı değil, yakın çevresiyle bakanları da aynı çirkefin içinde yüzmekteler. İlkin damadı Çao Çien-Ming 12 milyon dolarlık yolsuzluk soruşturması çerçevesinde geçen Mayıs'ta tutuklanmıştı. Ardından devlet başkanının eşi hakkında da yolsuzluk soruşturması açılmıştı.

Yolsuzluk batağı içinde yüzen Çen ile yakın çevresine karşı biriken öfke, beklenenin de ötesinde bir kitlesellikle sokaklara taştı. Bu küçük ülkede onbinler, öfkelerinin simgesi olarak kırmızı giysiler giyerek, “Bian istifa!” sloganları eşliğinde yürüdü. Kitlelerin öfkesini kendi kanallarında akıtmaya çalışan burjuva muhalefet ise, Çen gidene kadar başkanlık sarayı önündeki protesto eylemlerinin devam edeceğini ilan etti.

Muhalefet Haziran sonunda, Tayvan başkanının azledilmesi için meclisten referandum kararı çıkartmak istemiş, ancak bunda başarılı olamamıştı. Rüşvetçi Şui Bian, 2000 yılından beri başkanlık koltuğunda oturuyor.

------------------------------------------------------------------------------------

Militarist şirketleri besleyen kanlı pasta: “İç güvenlik”!

Militarizm alanında özelleştirme süreci hızla ilerliyor. Kapitalistler salt silah satışından değil, kurdukları militer şirketler aracılığıyla da değerlerin yağmalanmasından önemli paylar almaya başladı. “İç güvenlik”ten emperyalist işgallere kadar hemen her alanda iş görmeye başlayan militer şirketlerin sayısı da hızla artıyor. 11 Eylül saldırılarının ardından savaş kundakçıları Amerikan İç Güvenlik Bakanlığı'nı kurarak, bu alan için bütçeden ayrılan payı on kattan fazla arttırdılar. Bush liderliğindeki neo-faşist çetenin attığı bu adımla, ABD'de son yılların en kârlı sektörlerinden birini yarattığı bildiriliyor. Bu kanlı sektörden en büyük payı alan, bekleneceği gibi silah tekelleri oldu. Nitekim Amerikan rejimi yedi yıl önce iç güvenlik için sadece dokuz “savunma” şirketiyle kontrat yaparken, bu sayı 2003'te 3 bin 512, bu yıl ise 33 bin 890'a çıktı.

2001'de ABD “iç güvenlik” biriminin danışman firma sayısı sadece iki iken, 2005 sonunda bu sayı 545'e yükseldi. Bu şirketlere 2000'den bu yana akıtılan para ise 130 milyar dolar olarak hesaplanıyor. Bu gidişle 2015'te yıllık federal bütçeden silah endüstrisine 170 milyar dolar ayrılacağı hesaplanıyor.

Emperyalist ABD rejimi savaş bütçesini yarım trilyon doların üzerine çıkardığı halde, eyalet yönetimleri de “iç güvenlik” adına militarizme büyük kaynaklar ayırmaya başladı. İşi köpeklere “çelik yelek” almaya kadar vardıran köhne zihniyetli Amerikan eyalet yönetimleri, bu sayede kendileri için de rant alanı oluşturmakta geç kalmadılar. Bu militarist çılgınlık üzerine inşa edilen rant alanlarını genişletme yarışına giren eyaletler, “potansiyel hedef”ler listesi hazırlamaya başladılar.

“İç güvenlik”, “terörle mücadele” gibi toplumları aptallaştırıcı söylemlerle gerekçelendirilen bu militaristleşme sürecinin egemenler için getirisi, kanla beslenen silah tekellerinin kârını arttırmaktan ibaret değil. Daha da önemlisi, bu sektörde istihdam edilen silahlı lejyonerlerin giderek toplumların dokusuna eklenmesi ve meşru kabul edilmesidir. Daha çok kirli savaşlar veya emperyalist işgaller artığı bu devşirmelerin herhangi bir kural veya yasaya bağlı olmaması da bir başka sorundur. Emperyalist orduların Irak işgalinde halen 25 bin “özel güvenlik şirketi” elemanı çalıştırdığı, en kirli, en kanlı işlerin de bu devşirmelere yaptırıldığı defalarca basına yansımıştır.

Zorbalık ve şiddetin en iğrenç biçimlerini hayatın her alanında kesintisiz şekilde yeniden üreten kapitalizm, burjuva devleti, yani kapitalistlerin siyasal sınıf egemenliğinin zor aygıtını da günden güne askerileştiriyor. Bu askerileştirme, artık resmi ordu, kolluk kuvvetleri ve istihbarat örgütleriyle sınırlı değil. Bunların yanısıra “özel güvenlik” şirketleri adı altında, yeni bir silahlı güç de hızla yayılmaktadır.

Emperyalist gericiliğin bu resmi ve özel silahlanma histerisi dünyanın dört bir yanını kaplamış durumda. “Sivil toplumcu” söylemin tersine süreç yok edici şiddet araçlarının hızla yayılması yönünde ilerliyor. Afganistan, Irak, Filistin, Lübnan ve diğer ülkelerde yaşananlar ise silahların boş yere stoklanmadığını gösteriyor. Kapitalizm kapitalizm olarak kaldığı müddetçe de, burjuvazinin pusulası militarizmi gösterecektir.

Bu şiddet histerisine son vermenin biricik yolu, kapitalizmi alaşağı ederek, işçi-emekçi iktidarı ile sosyalizmin zaferini kazanmaktan geçiyor.