15 Eylül 2006 Sayı: 2006/36 (36)
  Kızıl Bayrak'tan
   11 Eylül'ün ardından yaşananların gösterdikleri; ABD emperyalizmi ve uşakları saplandıkları savaş bataklığından çıkamayacaklar
  ABD-İsrail taşeronluğuna izin vermeyeceğiz!
  Kardeş halklara karşı değil emperyalizme ve sermayeye karşı savaşalım!
  Kürt halkına dönük kirli savaş her haksız savaşın vardığı sona doğru gidiyor
  Amerikancı ordu emperyalizmin savaş taşeronluğuna hazırlanıyor
12 Eylül rejimi sürüyor
Sınıf hareketinden
Oktaş Oluklu Mukavva işçileri ile röportaj
Uzlaştırma Kurulu kararını açıkladı; Emekçilerin birleşik mücadelesi sağlanmalıdır
KESK ve savaş karşıtı muhalefet
Kapitalizmin Hamalları; Çocuk işçiler / Y. Akkaya
   Haluk Gerger ile Ortadoğu’daki
gelişmeler üzerine... Emperyalizmin ezilen halkları köleleştirme operasyonu başarıya ulaşamayacak / Orta sayfa
  Üniversitelerde soruşturma terörü sürüyor!
  Fındıkta çözümsüzlük sürüyor!
  GOP-DER'e saldırı
  Katil Blair'in Lübnan ziyareti tepkiyle karşılandı
  Emperyalist-siyonist saldırganlığa karşı devrimci direniş cephesi
  Halkların katili NATO Afganistan'a yeni birlikler istiyor
  Dünyadan...
  Paris'te 15 bin kişi göçmenlerin barınma hakkı için yürüdü
  İlerici-devrimci güçlere karşı saldırılar... Saldırılara karşı devrimci dayanışma!
  MLKP MK'nın operasyona ilişkin açıklaması
  Basından...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

5. yılını geride bırakan 11 Eylül saldırılarının ardından yaşananların gösterdikleri...

ABD emperyalizmi ve uşakları saplandıkları savaş bataklığından çıkamayacaklar!

11 Eylül saldırılarının üzerinden 5 yıl geçti. O günden bu yana köprünün altından çok sular, çok kanlar aktı. Herşey büyük bir hızla değişirken 11 Eylül saldırıları da bugün yüzmilyonlarca insanın belleğinde bambaşka bir anlam taşıyor artık. Örneğin, 5 yıl sonrasında 11 Eylül, yıkılan İkiz Kuleler'in enkazı altında kalan insanların dehşet verici ölümleriyle ya da “tarihin en büyük terör saldırısı” olarak sunulan demagojiyle birlikte anılmıyor. Çünkü sahte gözyaşları çabuk kurur. Çünkü ucuz demagojilerden, yalan pazarlayan büyük reklam organizasyonlardan daha güçlü olan gerçekler su yüzüne çıkmıştır. Gelinen yerde sahte gözyaşlarıyla, büyük reklam organizasyonlarıyla kandırılacak kimse kalmadı artık. Şimdiye kadar düzenlenen şatafatlı anma törenlerinin yerini resmi ve sembolik anmalara bırakması, dün 11 Eylül anmalarında eli kanlı katillerin arkasında saf tutanların bugün onların karşısına geçip hesap sormaya başlaması bu yüzden şaşırtıcı değil. Bugün 11 Eylül saldırıları değil 11 Eylül sonrası, Afganistan, Irak işgali, Lübnan saldırısı gündemdedir.

Bugün başta ABD'de olmak üzere tüm dünyada 11 Eylül saldırılarının nasıl gerçekleştiği, ABD'nin bunda bir rolü olup olmadığı tartışılmakta, suç ortaklığı yapıldığına ya da göz yumulduğuna ilişkin ortaya çok ciddi iddialar ve bazı önemli kanıtlar sürülmektedir. Tartışmaların-tepkilerin hedefi, Bin Laden, Saddam ya da El Kaide değil, Bush, avenesi ve uşakları ile ABD'dir. Bugün dünyanın ezici bir çoğunluğu, Bush ve savaş çetesine karşıdır, büyük kalabalıklar bu çeteyi durdurmak için zaman zaman sokakları doldurmaktadır. Ve bugün ABD'nin barbarca saldırılarının önünü düzlemede büyük bir rol oynayan batılı medya, ya sessiz kalmayı tercih etmekte ya da sayfalarında-ekranlarında muhaliflere daha fazla yer ayırarak incir yaprağıyla suçunu örtmeye çalışmaktadır. Milyonlarca insanı ölüme, yıkıma, sefalete mahkum etmeyi, kendi halklarını zapturapt altına almayı ve haksız bir savaşa sürmeyi haklı ve meşru göstermek için sahte gözyaşlarından daha fazlasına ihtiyaç duyan emperyalist haydutların tutundukları dallar bir bir kırılmaktadır. Dün teröre karşı halkı kurtarmak için öne çıkanlar, bugün kendi halklarından bile kaçar hale gelmektedir. Dün salt askeri güçlerine dayanarak tüm dünyaya meydan okuyanlar, bugün 5 yıldan beridir girdikleri bataklıkta debelenmektedir.

Özetle manzara, her açıdan umduklarının tam tersidir. Tüm bunlar ne şaşırtıcıdır ne de rastlantıdı. Boşuna değil, zira barbarca savaşlar üzerine kurulu herşey (ekonomi, siyaset, ideoloji) çok daha büyük bir hızla karşıt sonuçlar üretir... Her zorbalık eninde sonunda karşılığını bulur.

Emperyalist metropollerde hoşnutsuzluk ve tepkiler artmaktadır!

Bunun en çarpıcı örneği ve sonuçları bizzat ABD'de ortaya çıkmış bulunmaktadır. ABD'deki tepkilere geçmeden önce işbirlikçiler ve uşaklar cephesine birkaç cümleyle değinmekte fayda var. İspanya'da Aznar, İtalya'da Berlusconi ABD ile işbirliği yapmaları nedeniyle daha da artan kitle tepkisi sonucu seçimleri kaybettiler. İngiltere'de “Bush'un fino köpeği” Blair, alttan gelen tepkilerin bir diğer kurbanı olarak istifa edeceğini açıklamak zorunda kaldı.

Uşaklar ve yandaşlar açısından ise durum daha da kötü. Ortadoğu'da, Kuzey Afrika'da ABD karşıtlığı hiç olmadığı kadar artmış bulunuyor. Bu 5 yıllık sürede ABD ile işbirliğine giren her ülke teşhir olup tepkilere hedef olurken, buna alet olan partiler yıpranıp güç kaybettiler.

ABD'deki durum özünde bu genel manzaradan farklı olmamakla birlikte çok daha belirleyici bir yer tutuyor. Zira sözkonusu olan, emperyalist saldırganlığın ana üssü olan bir ülkedir. Burada olan herşey, tüm dünyanın kaderini belirleyecek bir ağırlığa sahiptir. İşte bu ülkede 11 Eylül 2001'de emperyalist barbarlığı tırmandırmak için kullanılan demagojiden geriye bugün bir enkaz kalmış bulunuyor. Bir başka ifadeyle, savaş çetesi içeride ve dışarıda en büyük silahlarını yitirmiş bulunuyorlar. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, ABD halkının önemli bir kesimi için bugün bir numaralı terörist Bin Laden değil, bizzat Bush'tur. Bush çetesine verilen desteğin, yüzde 60'lardan yüzde 30'lara kadar düşmesi, tepkilerin kitlesel boyutunu görmek bakımından önemlidir. Bu desteğin daha da düşmesi kaçınılmazdır. Çünkü ABD ekonomisin, dolayısıyla bizzat ABD'nin geleceği savaş kumarına sürülmekte, ekonomide sürekli savaş durumuna dayalı bir denge oluşmaktadır. Bu yüzden de Amerikan halkının tepkisi yalnızca savaş konusunda aldatılmış olmakla sınırlı değildir. Kitlesel tepkilerin gerisinde aynı zamanda 11 Eylül'den itibaren tırmandırılan savaşla birlikte gitgide kötüleşen çalışma ve yaşam koşulları (örneğin nüfusun yüzde yaklaşık yüzde 30'unu oluşturan dar gelirlilerin ücretleri yirmi yıldır yerinde sayarken, savaş nedeniyle artırılan vergilerle reel ücretler erimektedir) ve geleceğe dair belirsizlikler de var. Riskler ve belirsizlikler savaşla birlikte daha da artarken, savaş çetesinin önde gelen isimlerinin silah ve petrol tekelleriyle iş ve çıkar birliği halinde çalıştığına dair bilgiler kanıtlar ortalığa saçıldıkça (*), dünyanın dört bir yanından artan sayıda asker tabutları geldikçe tepkiler daha da artmaktadır.

“Terörle savaş” olarak ilan edilen savaşın, aslında silah ve petrol tekellerinin başını çektiği bir emperyalist çıkar savaşı, ABD'nin emperyalist egemenlik savaşı olduğu artık Amerikan halkı tarafından da kabul görmeye başlayan bir gerçektir. Gerçeklerle yüzleşen her halk gibi Amerikan halkının önünde de fazla bir seçenek bulunmuyor. Amerikan halkının vereceği tepki kuşkusuz ki fazlasıyla önemlidir. Ama olacakları görmek için ne Amerikan halkının beklemesine ve tabut saymasına, ne de tepkilerini beklemeye gerek var. Eldeki veriler adım adım yaklaşan bir çöküşe işaret ederken yapılması gereken şey, dünyanın her toprak parçasında bu çöküşü hızlandıracak bir mücadeleyi örgütlemektir. Aşağıdaki tablodan çıkarılacak temel sonuç budur.

ABD ekonomisiyle de bataklık içindedir!

Son yedi yılda Avro karşısında yüzde 30 oranında değer yitiren dolar, 3 trilyon dolara dayanan borç, 800 milyar doları (milli gelirin yüzde 6.5'i ) bulan dış ticaret açığı, yılda 500 milyar doları aşan silahlanma-savunma harcaması, ve nihayet, resmi rakkamlara göre bile faturası şimdiden 400 milyar dolara yaklaşan Afganistan-Irak işgaliyle ABD ekonomisi, tıpkı savaş cephesinde olduğu gibi bir bataklık içinde yüzmektedir. Bugün için ekonomide çok önemli kalemleri oluşturan, fakat her an patlamaya hazır balonlarıyla (uzmanlara göre 10.4 trilyon dolardan 20.4 trilyona yükselen emlak sektörü, patlamaya en yakın balonların başında geliyor ve bu gerçekleşirse, en başta aldıkları banka kredileriyle emlak borsasına yatırım yapan 30 milyon insan iflas bayrağını çekecektir) ABD ekonomisi, tüm dünya ekonomisini alt üst edecek bir kriz eşiğinde salınıp durmaktadır.

ABD'nin hapşırmanın bile birçok ülke ekonomisini yatağa düşürmeye yettiğini görmek için ABD'de faiz oranlarındaki birkaç puanlık bir oynamanın tüm dünyada yarattığı dalgalanmaya bakmak yeterlidir. Ama tersinden ABD ekonomisi, yalnızca Amerikan topraklarındakiyle sınırlı olmayan dinamiklere köklü biçimde bağımlıdır. Örneğin, yurtdışındaki yabancı merkez bankalarının (başta Çin ve Japonya'nın) kasalarında tuttuğu 3 trilyon dolarla şimdilik bir parça rahat nefes alan ABD ekonomisinin, bu dolarların ABD'ye geri akacak olması durumunda, oluşacak hiper-enflasyonu; doları bir rezerv para olmaktan çıkaracak çöküşü engelleyebilecek bir iktisadi çözümü yoktur. İpleri elinden kaçırması demek, ABD'nin çöküşünün başlaması demektir.

Tüm bu yapısal zaaflara karşı buldukları ve ısrar ettikleri tek çözüm ise, askeri gücüne dayanarak dünyanın enerji kaynaklarını bir şekilde kontrol altına almaktır. Yani barbarca savaş ve saldırganlıktır. Peki, haydut takımı bu yolda bir başarı kazanabilirler mi? Böyle bir şansları var mı?

Savaş bataklığından yükselen çığlıklar!

11 Eylül saldırılarının üstünden geçen 5 yılın ardından bu soruya onlar payına evet demek artık çok zor. Bunun için savaş bataklığından yükselen çığlıklara kulak vermek bile yeterli: “Günlük olarak bakıldığında (Afganistan'daki) çatışmaların yoğunluğu ve vahşeti Irak'takinden çok daha fazla” (Ed Butler, Afganistan'ın güneyindeki Britanya güçlerinin komutanı) “Afganistan'da şiddetin bir kısmı öngörülebilirken, kabul etmeliyiz ki yoğunluk düzeyi karşısında biraz şaşırdık ve gerçekte bazı bölgelerdeki muhalefet artık geleneksel vur-kaç taktiklerine dayanmıyor” (Afganistan'daki ABD'li güçlerin komutanı General Jones).

Bunlar, 11 Ağustos 2003'ten beri Afganistan'da ISAF adı altında oluşturulan işgalci güçlere komuta eden generallerin takviye güç oluşturmak için geçen hafta Varşova'da düzenlenen NATO toplantısında yapılan itirafları. 4 yıl önce Taliban yönetiminin terkettiği Afganistan'a deyim yerindeyse ellerini kollarını sallayarak giren emperyalist haydutlar, dört yılın ardından yalnızca birkaç büyük kentin dışında denetimi yitirdiklerini itiraf ediyor, yeni takviye güç istiyorlar. Çünkü bu sürede El Kaide çökertilip Bin Laden yakalanamadığı gibi, daha da güçlendi, direniş tüm Afgan dağlarına yayıldı.

Benzeri itirafların fazlasının Irak için de yapıldığını hatırlatmaya gerek yok. Dün büyük bir hışımla Irak'ı işgal edenler bugün çekilmekten, Irak'ın üçte ikisini kendi haline terketmekten bahsediyorlar. Zira bombalarla yerle bir ettikten sonra Irak'a hiçbir ciddi direnişle karşılaşmaksızın birkaç haftada giren ve birbuçuk ay sonra zafer ilan ABD, bugün İşbirlikçi Talabani-Barzani yönetiminin denetiminde tuttuğu toprakların dışındaki hiçbir yerde kontrolü sağlayabilmiş, direnişi bastırabilmiş değil. Her iki ülkede de oluşturulan kukla rejimlerin bir ayağı çukurda.

İsrail siyonizmi üzerinden planlanan Lübnan işgali başarısızlıkla sonuçlanınca şimdi bu aynı oyun UNIFİL adı altında Lübnan'da tezgahlanmaya çalışılıyor. Tek fark, ISAF'ın yerini UNIFIL'in, Taliban-El Kaide'nin yerini iki kez İsrail saldırılarını püskürtme başarısı gösteren ve bu nedenle tüm dünyada sempati toplayan Hizbullah'ın alması. İki yerde de bu oyunun tutmadığı ortadayken ve üçüncüsü için hazırlıklar tamamlanmışken, savaş çetesinin başı Bush, 11 Eylül'ün 5. yılında yaptığı konuşmada, İran'ı açık biçimde en büyük tehdit, asıl düşman olarak ilan ederek emperyalist müttefiklerini ve işbirlikçi uşaklarını yeni bir savaş bataklığına girmeye çağırdı. ABD'nin savaş çetesi, dün tek başına başaramadığı hedefe bu şekilde, yani müttefiklerine pay, uşaklarına kırıntı dağıtarak ve mümkünse onları savaş cephesine sürerek varmayı umuyor. Ortadaki bu toplam manzaraya rağmen bu son çağrıya kimlerin ne kadar icabet edeceği henüz kesinleşmiş değil. Zira, pazarlıklar henüz bitmiş değil. Lübnan bu açıdan bir test, bir girizgah alanı olacak.

Kuşkusuz Türkiye'yi yöneten Amerikancı egemenlerin bu kez Lübnan girizgahından girip bu savaşta ABD'nin yanında yer alacak olması gibi netleşen olaylar da var. Düzen cephesinde sermaye sınıfıyla, ordusuyla ve hükümetiyle bu konuda artık net ve açık bir mutabakat da sözkonusudur. Irak deneyimine dayalı oluşan bu mutabakatın çerçevesini, “bugünkü aklımız olsaydı, Irak işgalinde ABD'nin yanında yer alırdık, böylece Irak ve bölge üzerinde söz hakkımız olur, Kürt devletinin oluşumunu engeller ve bu arada işgalden nasiplenirdik” biçiminde özetlemek mümkün. Şimdi artık bu zemin geçmişe dönük günah çıkarmaktan öte, geleceğe yönelik olarak atılan adımlarla güçlendirilmektedir. Kuşkusuz her kesim bunu kendi meşrebince ve dilediği gibi süsleyebilir, süslemektedir de. Erdoğan'ın “ne yani, İsrail-Lübnan anlaşmazlığına tarafsız mı kalalım, Şii-Sunni çatışmasına-İsrail'in müslümanları ezmesine göz mü yumalım” demesi bütünüyle aptal yerine koyduğu tabanını korumaya, emperyalizme ve siyonizme yapacağı kirli hizmetin üstünü örtmeye dönük beceriksiz bir manevradan ibarettir. Bu açıdan belirleyici olan bu işin asıl mimarlarının, yani ordunun 11 Eylül saldırılarından 5 yıl sonra “ülke güvenliğini tehdit eden teröre karşı mücadele için bölge dışına asker göndermenin; ABD ile iş birliğini geliştirmenin ülke ve bölge çıkarları için gerekli ve zorunlu olduğu” yönündeki açılımın kendisidir. Bu, tüm askeri faşist darbeler için ordunun öne sürdüğü yegane mazeretti: Halkın güvenliğini sağlamak, kardeş kavgasına son vermek, ulusal birlik ve beraberliğimizi korumak ve nihayet demokrasiyi rayına oturtmak... 26 yıl önce, efendilerinden aldıkları bu reçeteyi ülkeye acımasızca uygulayanlar, şimdi bu aynı şeyi tüm bölge ve bölge halkları üzerinde denemeye soyunuyorlar. Böylece 12 Eylül 1980 ile 11 Eylül 2001 arasındaki kan bağını gözler önüne seriyorlar.

Fakat bu kez önlerine aldıkları görev, “bizim oğlanlar başardı” dedirtecek kadar kolay olmayacak. Çünkü bu kez karşılarında tüm bir bölge halkı, direniş kapasiteleriyle gitgide öne çıkan Ortadoğu halkları var. Çünkü emperyalist haydutların rezil olduğu yerde, uşakların bir başarı kaydetmesi mümkün değildir. Çünkü bölge halkları 5 yıl boyunca artık “teröre karşı savaş”ın ne anlama geldiği konusunda yeterince açık bir bilinç oluşturmuş ve tepki biriktirmiş bulundurmaktadır.

Bu savaş, şimdiden ezenle ezilen, sömürenle sömürülen, emperyalist haydutlarla onların yeni bir düzeyde köleleştirici planlarına direnen halkların savaşı olarak tarihe geçmiştir.

(*) “11 Eylül saldırılarının ABD'de son yılların en kârlı sektörlerinden birini yarattığı belirtildi: İç güvenlik. İç Güvenlik Bakanlığı'nı kuran Bush yönetimi savunma harcamaları için muslukları sonuna kadar açarken, bundan en kârlı çıkan silah lobileri oldu. Yedi yıl önce iç güvenlik için sadece dokuz savunma şirketiyle kontrat yapılırken, bu sayı 2003'te 3 bin 512, bu yıl 33 bin 890'a çıktı.

“2001'de iç güvenlik biriminin danışman firma sayısı sadece ikiyken, 2005 sonunda bu sayı 545'e yükseldi. Bu şirketlere 2000'den bu yana akıtılan para ise 130 milyar dolar olarak hesaplanıyor. Böyle giderse 2015'te federal bütçeden silah endüstrisine 170 milyar dolar ayrılacak.

“Eyalet yönetimleri de bölgelerindeki birçok noktayı ‘terör tehdidi altında' göstererek, ‘para kopartıyor'. Örneğin 8 bin 591 ‘potansiyel hedef' bildiren Indiana eyaleti, Kaliforniya ve New York gibi kıyı eyaletlerini bile ikiye katlamış. Hatta federal hükümet, Ohio'ya köpeklere çelik yelek alması, Iowa'ya da kukla gösterileri için para ödemiş. Birçok üst düzey devlet çalışanı ve yetkilisi de görevlerinden ayrılıp şirket kurarak bu pastadan pay kapmaya çalışıyor. Sadece dört yaşındaki bakanlıktan ayrılarak ‘aracılık ve danışmanlık' yapan kişilerin sayısı 90'ı buldu. Washington'da ‘döner kapı' lakabı takılan bu kişilerden bazıları ise ilk iç güvenlik bakanı olan Tom Ridge ve Bush yönetiminin eski adalet bakanı John Ascroft...” (Radikal, 11 Eylül 2006)