15 Eylül 2006 Sayı: 2006/36 (36)
  Kızıl Bayrak'tan
   11 Eylül'ün ardından yaşananların gösterdikleri; ABD emperyalizmi ve uşakları saplandıkları savaş bataklığından çıkamayacaklar
  ABD-İsrail taşeronluğuna izin vermeyeceğiz!
  Kardeş halklara karşı değil emperyalizme ve sermayeye karşı savaşalım!
  Kürt halkına dönük kirli savaş her haksız savaşın vardığı sona doğru gidiyor
  Amerikancı ordu emperyalizmin savaş taşeronluğuna hazırlanıyor
12 Eylül rejimi sürüyor
Sınıf hareketinden
Oktaş Oluklu Mukavva işçileri ile röportaj
Uzlaştırma Kurulu kararını açıkladı; Emekçilerin birleşik mücadelesi sağlanmalıdır
KESK ve savaş karşıtı muhalefet
Kapitalizmin Hamalları; Çocuk işçiler / Y. Akkaya
   Haluk Gerger ile Ortadoğu’daki
gelişmeler üzerine... Emperyalizmin ezilen halkları köleleştirme operasyonu başarıya ulaşamayacak / Orta sayfa
  Üniversitelerde soruşturma terörü sürüyor!
  Fındıkta çözümsüzlük sürüyor!
  GOP-DER'e saldırı
  Katil Blair'in Lübnan ziyareti tepkiyle karşılandı
  Emperyalist-siyonist saldırganlığa karşı devrimci direniş cephesi
  Halkların katili NATO Afganistan'a yeni birlikler istiyor
  Dünyadan...
  Paris'te 15 bin kişi göçmenlerin barınma hakkı için yürüdü
  İlerici-devrimci güçlere karşı saldırılar... Saldırılara karşı devrimci dayanışma!
  MLKP MK'nın operasyona ilişkin açıklaması
  Basından...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Kardeş halklara karşı değil emperyalizme ve sermayeye karşı savaşalım!

Sermaye iktidarının dışarıda emperyalizmin paralı askerliğine soyunduğu, içerde ise işçi sınıfına, emekçilere ve Kürt halkına karşı baskı ve terör politikalarını tırmandırdığı bir döneme giriliyor. Kuşkusuz ki sermaye böyle bir yönelime girerken bir taraftan işçi ve emekçi yığınların örgütsüzlüğüne ve bilinçsizliğine, diğer taraftan da toplumu sersemletmekte, kendi gerici politikalarına yedeklemekte kullandığı propaganda aygıtlarına, yalan makinelerine güveniyor.

İşçi ve emekçilerin örgütsüzlüğü ve bilinçsizliği hala da sermaye için bir avantaj olmaya devam ediyor. Fakat son haftalarda yaşanan kimi gelişmeler, geçmişten bu yana kullanılan propaganda aygıtlarının eskisi kadar etkili olamadığını, inandırıcı bulunmadığını, sermayenin kimi söylemlerinin ve politikalarının işçi ve emekçiler tarafından giderek daha fazla sorgulanır hale geldiğini gösteriyor.

Sermaye iktidarının son günlerde işçi ve emekçileri yedekleme konusunda başarısız kaldığı konuların başında hiç şüphe yok ki, Lübnan'a asker gönderme kararı gelmektedir. Sermaye cephesi Lübnan'a asker gönderilmesi konusunda neredeyse tek vücut gibi davrandı. Sermayenin bütün kurumları bu politikanın toplum nezdinde meşrulaştırılması için büyük bir çaba da gösterdiler. Fakat yürütülen yalan kampanyası hemen hiçbir işe yaramadı, toplumun ezici bir çoğunluğu bu politikaya karşı çıktı. Lübnan'a asker gönderilmesine onay vermedi. Ancak bu örgütsüz, dolayısıyla da önemli oranda sessiz bir tepkiydi, yaptırım gücünden yoksundu. Bunu bilen hükümet de emperyalist efendilerine verdiği sözü yerine getirmekten geri durmadı ve asker gönderme tezkeresini meclisten geçirdi.

Sermayenin politikalarının artık eskisi kadar kolayından kabul görmediği konulardan biri de Kürt halkına karşı yürütülen savaştır. Sermaye iktidarı on yıllardan bu yana Kürt halkına karşı kanlı ve kirli bir savaş yürütmektedir. İşçi ve emekçi yığınlarını Kürt halkına karşı yürütülen inkar ve imha siyasetine yedeklemek için de bugüne kadar şovenizm zehrinden faydalanmıştır. Kürt halkının haklı istemlere dayalı mücadelesini “bölücülük” ve “terör” olarak damgalayan sermaye, “bölücü terör”e karşı savaşı toplumun önemli bir kesiminin gözünde meşrulaştırmayı, bu kesimleri kendi politikalarına yedeklemeyi başarmıştır.

Bu gerici şoven propagandanın etkisiyle Kürt halkına ya da hiç değilse gerillaya karşı kin ve nefret duygularıyla doldurulan insanlar, bu savaşa sürülüp de ölen evlatlarının “şehit” olduğuna, onların “vatan millet için öldüğüne” inandırılmışlardır. Şehit cenazelerinin devlet ve faşist güruhlar tarafından sistematik bir tarzda şovenizmi körüklemek için kullanılması bu algıyı daha güçlendirmiş ve adeta tartışılmaz hale getirmiştir. Gerçekleri az çok bilip de bu gerici propagandaya inanmayanlar ise, karşı karşıya kaldıkları güçlü basınçtan dolayı ya susmuşlar ya da içlerinden gelmese dahi evlatlarının tabutları başında “vatan sağ olsun” demek zorunda kalmışlardır.

Ancak bu suskunluk fesadının da yavaş yavaş yırtılmaya başladığı görülmektedir. Yakın zaman önce Kürdistan'da çatışmalarda ölen askerlerden bazılarının aileleri “vatan sağ olsun” demeyi reddetmişler, birkaçı bununla da kalmayıp devletin Kürt halkına karşı uygulamaya soktuğu askeri politikaları eleştirmeye, çocuklarının bir hiç uğruna ölüme gönderildiğini dile getirmeye başlamışlardır.

Omuzu rütbeli subayları ve diğer paralı asker sınıfındakileri saymazsak, sermaye ordusunun asıl insan gücünü, silah altına alınmış işçi ve emekçi çocukları oluşturmaktadır. Küçük yaşlardan itibaren beyni yıkanarak sermaye ordusunda askerlik yapmanın ne kutsal bir iş olduğuna inandırılan, silah altına alındığında da ölmek ve öldürmek için eğitilen yüzbinlerce kişilik bu güç, ordunun zor uygulama kapasitesinin temel dayanaklarından biridir.

İşte şimdi istisna sayılabilecek sayıda asker ailesinin dahi kendi evlatlarının ölümlerini sorgulaması, bu ölümlerden devletin politikalarını sorumlu tutması sermaye iktidarının temsilcilerini kara kara düşündürmekte, dahası telaşlandırmaktadır. Buna bir de Lübnan'a göz göre göre savaşın içine asker gönderilmesinden dolayı ortaya konulan tepkiler eklenince, bu telaş yer yer saldırganlığa dönüşmektedir.

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın geçtiğimiz hafta bir mitingde “Artık şehit cenazeleri görmek istemiyoruz” diye haykıran birisine “Askerlik herhalde yan gelip yatma yeri değildir” diye yanıt vermesi bu telaş ve saldırganlığın ifadesidir. Tayyip Erdoğan'ın sözleri, “askere gidenin görevi ölmek ve öldürmektir, bundan doğal bir şey olamaz, o yüzden bağırıp çağırmanın alemi yok” anlamına gelmektedir.

Ortaya konan büyük tepki nedeniyle Lübnan'a gönderilecek askerlerin asla çatışmalara girmeyeceğini, sadece yardım çalışmalarını koruyacağını yeminler ederek söyleyen Tayyip Erdoğan, sıra Kürdistan'a gelince “askerlik yan gelip yatma yeri değildir” demektedir. Tayyip Erdoğan'ın tartışmalar yaratan bu sözü öncelikle Lübnan'a dair ettiği sözlerin açık bir yalanlamasıdır. Kürdistan'a yatmak için değil ölmek ve öldürmek için giden askerler pek doğaldır ki Lübnan'a da ölmek ve öldürmek için gitmektedir. Tek fark Kürdistan'da bugün ölümler ve gelen tabutlar somut bir olgu durumundadır, Lübnan'da ise henüz neyin ne zaman yaşanacağı, oraya gidenlerin ne kadar süre ile “yan gelip yatacağı” belli değildir. Fakat gene de bu o kadar önemli değildir. Sermaye iktidarının bir temsilcisi olarak Tayyip Erdoğan'dan bu tür ikiyüzlü yalanlar işitmenin artık hiç kimse için şaşırtıcı bir yanı bulunmamaktadır.

Tayyip Erdoğan'ın sözlerini asıl önemli kılan, sermayenin askere alınan emekçi çocuklarını nasıl gördüğünü ele verir nitelikte olmasıdır. Sermaye için askere alınan işçi ve emekçi çocuklarının tek işi ve işlevi ölmek veya öldürmektir.

Peki işçi-emekçi çocukları ne için ölecek ve öldürecektir? Elbette sermayenin çıkarları için. Fabrikadaki bir işçi nasıl ki ücretli köledir ve varlık nedeni dişlilerin arasında bir ömür tüketerek patronunun kârına kâr katmaktan ibarettir. Silah altına alınmış bir işçi-emekçi çocuğundan beklenen de özünde farklı değildir. Ondan da sermayenin çıkarları doğrultusunda savaşması, yaşamını ortaya koyması beklenmektedir. Fabrikada elinde tornavida tutarak sermayeye hizmet eden işçi, askere alındığında da bu kez elinde silahla sermayeye hizmet etmektedir. Uğruna ölünecek politikanın ne olduğuna ise tabii ki asker değil sermaye karar verecektir. Ölümle kucaklaşma Kürdistan dağlarında mı yoksa Lübnan'da ya da başka bir ülkede mi olacaktır, bunu sermayenin çıkarları belirleyecektir. Bu açıdan bakıldığında, Lübnan'a asker gönderilmesi sermaye sınıfı için bir yabancı ülkeye herhangi bir mal ihraç etmekten daha farklı bir şey değildir. Zaten uluslararası spekülatörlerden Soros “sizin en değerli ihraç malınız askerinizdir” derken bu temel gerçeği yalın bir biçimde ifade etmiş olmaktadır.

Sonuç olarak bu düzende “şehit olmak”, “vatan millet için ölmek” gibi söylemler, işçi ve emekçi çocuklarını sermayenin çıkarları için cepheye sürmeye yarayan propaganda araçlarından başka bir şey değildir.

İşçi ve emekçi çocukları, sermayenin çıkarları için kendi sınıfından olanlara ve kardeş halklara karşı savaşmayı, bu gerici savaşlarda ölmeyi ve öldürmeyi reddetmelidir. Özgürlüğünü kazanmak ve onurunu korumak için silahını gerçek düşmanına, sermaye sınıfına ve emperyalizme çevirmelidir.