“Düşman”ımla birdir düşüm
Kaldırımın kenarına sıralanmışız. 15-20 kişi kadarız. Kimimiz diz çökmüş, kimimiz oturmuş kaldırıma, kimimiz ayakta. Ne kadar ayakta olsak da çökmüş omuzlarımız. Sabahın erken saatlerinde bile yorgun bakmakta gözlerimiz. Belki uyuyamamışız bu açlık ne kadar sürecek diye. Kimimiz kaç gündür bir şey yememiş belki.
Bugün kaç kişiyi götürecekler acaba? Ya bugün beni almazlarsa! Kendimi geçtim, dün bir sıcak çorba geçti boğazımdan, Mardinli'yi alsalar ya bugün bir haftadır her sabah boş dönüyor.
Yerlisi değiliz hiçbirimiz bu şehrin. Ekmek parası demişiz, memleketlerimizden göç etmişiz bu yabancı şehre. Çok gelmişizdir bu şehre ama gene de yokmuşuz gibi davranır bu şehir bizlere. Sadece, bir kamyon birkaçımızı inşaata gündeliğe çalıştırmak için götürmeye kaldırıma yanaştığında farkederler, “Atla kamyona”. Biz başka yerlerden göçüp gelmişler, soğuk ve sağlıksız bir viraneyi kaderimiz sayıp yatarız ya beraberce, sonra düşmanı oluveririz birbirimizin o kamyon geliverdiğinde.
Amele pazarında başlar, Yılmaz Güney'in Düşman filmi. Dizilmişlerdir kaldırıma, günlerdir bir şey yememiştir çoğu. Birileri gelip içlerinden birkaçını alacaktır. Birbirleriyle yarışırlar, ittirirler. Açtırlar ve diğerleri engeldir hayatlarında. Kaderleri bir olan, kurtuluşları birlikte mücadeleden geçenleri rakip yapmışlardır birbirlerine. Sistem emekçileri birbirine kırdırmak için kendisine olan kini çoktan çevirmiştir kendilerine.
Yoksulluk böyle sarmışken hayatı, yozlaşma da teslim almaya başlamıştır yaşam alanlarını.
“Sinema seyreder gibi seyrediyoruz yoksulluğu, sefaleti, ahlaksızlığı. Sinema seyreder gibi seyrediyoruz!” Bu sözlerle kendi özeleştirisini yapıyor toplum. Görüyoruz yaşamdaki acımasızlıkları, eşitsizlikleri ve susuyoruz. Kendimiz düşene kadar içine, yaşananlar uzağımızdaymışız gibi davranırız ama zaten tam da içindeyizdir. Karakterin de dediği gibi, “Bulaşıcı bir hastalığın mikrobunu kurutmazsak herkese bulaşır, çünkü bulaşıcıdır.”
T. Mert |