28Ocak 2006 Sayı: 2006/03 (03)
  Kızıl Bayrak'tan
   ABD emperyalizminin değişmeyen savaş senaryosu
  Emperyalist-siyonist saldırganlar İran
seferine hazırlanıyor
  Derin devlet tartışmaları ve devrimci tutum
  Tekel direnişi, özelleştirme politikası
ve CHP
Deri patronlarının saldırılarına deri işçileri kararlılıkla yanıt veriyor!
  “Sosyal Güvenlik Reformu” saldırısında sona gelindi
“Sosyal Güvenlik Reformu”u saldırısı
Sosyal güvenlikte reform mu, karşı devrim mi?
  İşçilerden Maltepe-Kartal-Pendik İşçi Kurultayı’na katılma çağrısı...
  Çifte sömürüye, eşitsizliğe, baskılara
karşı çıkmak için ellerimizi birleştirelim!
Tekelci kapitalizm faşizmin anasıdır!
2005’te sınıf hareketi2: Alınan yenilgiler, büyüyen ihanet ve filizlenen çıkış arayışları
  Yeni bir yılın başında dünyada durum (Orta sayfa)
  Latin Amerika’da “sol dalga”nın yükselişi sürüyor
   Liman işçileri AB şeflerine geri
adım attırdı
   Irak’ta yeni kurulacak kukla hükümet için pazarlıklar başladı
  Filistin’de seçimler 25 Ocak’ta... Bağımsız Filistin mücadeleyle kazanılacak!
  Tehcir, göçertme hareketi ve Kürdistan
toplum yapısına etkileri-1
  Bültenlerden...
  Batı’nın İran'a karşı ittifakı
  İran’a karşı nükleer savaş
  Chomsky: Nükleer savaş tehdidi arttı
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Tehcir, göçertme hareketi ve Kürdistan toplum yapısına etkileri-1

(Toplumsal yapıda oluşan alt üst oluşlar, bunun devrim mücadelesinin önüne koyduğu sorunlar ve çözüm perspektifleri)

M. Can Yüce

“Savaşın en çok etkilediği toplumsal kesim köylülüktür. Savaş, sistematik bir biçimde köylerin boşaltılması, bu askeri zorun yanında ve onun tetiklediği ekonomik sıkıntılar, hayvancılık ve tarımcılığın büyük ölçüde ölmesi sonucu köy yaşamı alt üst olmuş, çok yoğun bir nüfus hareketi başlamıştır. Eskiden Kürtler'in büyük bölümü köylerde yaşarken savaştan sonra bu denge kentler lehine bozulmuştur. Kentler çok sağlıksız bir biçiminde şişmiş, işsizlik, yoksulluk, sağlıksız yaşam koşulları halkımızın en büyük sorunlarında biri haline gelmiştir. Kürdistan kentlerine olduğu gibi, başta Türkiye metropolleri olmak üzere dünyanın birçok ülkesine bugün de devam eden bir göç hareketi başlamıştır. Bu olgu, Kürdistan'da yapılacak siyasetin de dikkate alması gereken temel olgulardan biridir. Kısacası Kürdistan kırsalı 1970'li yılların kırsalı değil, köylülüğü de öyle. Sömürgecilikle, emperyalist kültürle, dünya ile daha yoğun tanışan köylülük devrimci yurtsever bilinç ve mücadeleden de en çok etkilenen kesimdir. Dolayısıyla mücadelemizin temel güçlerinden biri olmaya devam ediyor.”

“… çeyrek asırlık mücadele ve 15 yıllık savaş süreci sonucunda Kürdistan'da hem devlet, hem de özel ekonomik alanları büyük ölçüde çöktü. Kürt egemen sınıfları arasında 24 Ocak kararları sonucu sivrilen unsurlar olsa da bu genel tabloyu değiştirmez. Yayla yasağı, dört bini aşkın köyün boşaltılması, göçertme sonucu milyonların ülkeyi boşaltması, özel savaş operasyonları, faili meçhul cinayetler, ekonomik ambargolar sonucu başta hayvancılık, tarım ve iç ticaret olmak üzere ekonomik yaşam sürekli bir gerileme, çöküntü ve iflas sürecini yaşadı.

“Aynı şekilde I. Körfez savaşı sonucu sınır ticaretinde yaşanan gerileme ve kriz Kürdistan'daki ekonomiyi vuran diğer bir etken oldu...”

“Aslında Kürdistan'da gerçekleşen sınıflaşma ve bu bağlamda gelişen proleterleşme çok sağlıklı bir proleterleşme değildir. Savaşla birlikte ülkemizde var olan ve esas olarak devletin tekelinde bulunan sanayi işletmeleri ya kapandı, ya da kapasiteleri son derece daraldı. 1980'lerden bu yana izlenen ekonomi politikalar ülkemizde başka etkenlerle de birleşince çığ gibi büyüyen işsizler ordusunu daha da büyüttü, bu eğilim bugün de ağırlaşarak devam ediyor. Belli bir işi olanlar da işini kaybetme korkusunu yaşamaktadır. Ülkemizde işçilerden çok işsizler var. Bu da önemli bir toplumsal ve ekonomik yara konumundadır.”

(KUKM'ni Toparlama ve Yeniden İnşa BİLDİRGESİ'inden...)

Giriş

1980–2000 yılları arasında yaşanan özel savaş ve bunun en etkili unsurlarından biri olan tehcir (göçertme) hareketi sonucu Kürdistan'da çok boyutlu, ciddi ve büyük bir nüfus hareketi gerçekleşti. Bu büyük nüfus hareketi sonucu Kürdistan toplum yapısında büyük alt üst oluşlar meydana geldi, büyük trajediler, dramlar, tanımsız acılar yaşandı; konut, barınma, sağlık, beslenme gibi temel yaşam sorunları, milyonların güncel kaygısı, temel sorunu haline geldi. Göç, göçertme, nüfus yapısındaki bu büyük alt üst oluş, toplumsal yapı, toplumsal ilişkiler, ekonomik, kültürel ve psikolojik yapılar üzerinde sarsıcı, alt üst edici etkilerde bulundu. Açık ki bugünkü Kuzey Kürdistan toplum yapısı, 1970'li yılların toplum yapısı değil. En dikkate değer değişim milyonların yerinden yurdundan olması, başka bir yerleşim birimine göç etmek zorunda kalması, geldiği yeni alanda sözcüğün tam anlamıyla yaşam kavgası vermesidir.

Nitelikleri bakımından iki tür göç hareketinden söz edilebilir. Biri, kapitalizmin gelişmesi, geleneksel ekonomik ve toplum yapısının çözülmesi sonucu kırsal alandan kentlere doğru başlayan göç hareketi, diğer ise belli politikaların sonucu gerçekleştirilen tehcir, göçertme hareketidir. Kürdistan'da gerçekleştirilen bu ikincisidir. Kuşkusuz kapitalizmin gelişmesi, kırsal alana makinenin girmesi ve geleneksel toplumsal yapının çözülmesiyle birlikte Kürdistan'da da belli bir nüfus hareketi yaşanmıştır, özelikle sanayi ve ticaretin görece geliştiği Türkiye metropollerine doğru… Ancak 1950'lerden sonra gelişen bu göç hareketi ‘80'li yıllara kadar kitlesel boyutlar kazanmış değildir. 1990'lardan sonra ise meydana gelen nüfus hareketini, ekonomik ve toplumsal gerekçelerle açıklamak mümkün değildir; bu, askeri zor, şiddet ve yıkımla gerçekleştirilen sistematik bir göçertme hareketidir! Bu durum GÖÇ-DER tarafından yaptırılan bir araştırmada da belgelenmektedir. Anılan araştırmayı rapor haline getiren Mehmet Barut bu konuda net bilgiler vermektedir. Özetle şöyle:

“Araştırmanın göç veren il dağılımı, bu illerin yer aldığı Türkiye'nin coğrafi bölge dağılımına göre incelendiğinde, dışarıya göç veren illerin % 98.8'ini Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri illeri oluşturmaktadır. Türkiye'de 1935'ten sonra yapılan göç araştırmalarında, doğudan batıya-güneye ve kuzeyden batıya-güneye doğru bir hareketlilik söz konusudur. Bu araştırmada incelenen göç hareketi, bu yönüyle de Türkiye'deki göç hareketlerinden farklılaşmaktadır.” (Göç-Der Raporu, http://www.gocder.com/)

Devamla;

“Göç devinimi 1970 yılından başlayarak 10'ar yıllık dönemlere göre incelendiğinde;

* 1970–80 yılları arasında % 2,5,

* 1981–90 yılları arasında 21,8,

* 1991–2000 yılları arasında ise % 75,7 oranında göç gerçekleşmiştir.

“Bu araştırmanın göçün gerçekleştiği tarihe ilişkin en çarpıcı sonucu, incelenen göç deviniminin % 71.6'sının 1990–95 yılları arasında gerçekleşmiş olmasıdır.

“Göç devinimine ilişkin incelenmesi gereken önemli görülen noktalardan birisi de, göçün gerçekleşme tarihinin göç veren ile göre incelenmesidir. Bu incelemenin sonuçlarına göre;

“Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi illerinden dışarıya gerçekleşen göç deviniminin önemli bir bölümü 1990–1995 yılları arasında gerçekleşmiştir. Örneğin; göç veren illerden Diyarbakır'da gerçekleşen göçün % 69.2'sini 1992–94 döneminde, Mardin'de gerçekleşen göçün % 56.1'i 1990–95 döneminde, Bingöl'de gerçekleşen göçün % 63.9'u 1990–95 döneminde, Muş ilinde gerçekleşen göçün % 51'i 1990–95 döneminde, Batman ilinde gerçekleşen göçün % 83.7'si 1992–95 döneminde, Siirt ilinde gerçekleşen göçün % 57.3'ünün 1990–95 döneminde, Bitlis ilinde gerçekleşen göçün % 61.8'inin 1993–95 döneminde ve Hakkâri ilinde gerçekleşen göçün de % 76.1'inin 1994–95 döneminde gerçekleştiği görülmektedir.

“Göç veren il, göç tarihi ve göç tarihinin göç veren ile göre dağılımı incelendiğinde, 1990–95 yılları arasında Kürt Kökenli Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının yaşadıkları bölgelerde kitlesel bir göçle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.” (Göç-Der Raporu, http://www.gocder.com/)

1990'li yıllar köy boşaltma hareketinin sistematik olarak gerçekleştiği yıllardır. Bunu resmi makamlar da gizlememektedir. CHP'nin “DOĞU ve GÜNEYDOĞU RAPORU” adlı belgede, 1997 yılında OHAL Valiliğinin resmi verilerine göre 4 ilde 820 köy ve 2345 mezranın boşaltıldığı, toplam 3165 yerleşim biriminde 57 314 haneden 378 335 kişinin göç etmek durumunda kaldığını açıklamakta, bu sayıya tamamen boşaltılmayan, ama kısmen boşaltılan köylerin ve buradaki hane ve halkın dahil olmadığını eklemektedir. Elbette bu rakamlar gerçeğin tümünü açıklamaktan uzaktır, öyle de olsa bu rakamlar belli bir fikir vermektedir. Aynı belgede Muş, Ağrı, Bitlis, Hakkâri, Bingöl, Şırnak, Van, Kars, Iğdır, Ardahan, Adıyaman, Batman, Mardin, Siirt, Erzurum, Şanlı Urfa, Tunceli, Erzincan, Diyarbakır, Malatya, Gaziantep, Elazığ ve Kilis olarak sayılan Kuzey Kürdistan'da yaklaşık 10 bin köy ve 12 bin köy altı yerleşim birimi olduğu yazılmaktadır. Boşaltıldığı resmen açıklanan rakamlar bu genel sayıya vurulduğunda, izlenen politikanın niteliği de kendiliğinden ortaya çıkar:

1990'li yıllarda Kürdistan'da sistematik bir göçertme, tehcir politikası uygulandı, bunun derin ve çok boyutlu toplumsal, politik, ekonomik ve psikolojik sonuçları oldu, bunlar, bugün de devam etmektedir.

Doğru devrimci sonuçlar çıkarmak, var olan temel sorunlara doğru devrimci çözümler üretebilmek açısından Kürdistan'da uygulanan ve bugün de belli ölçülerde yürürlükte olan ve yarın da uygulanmasına hız verilebilen tehcir, göçertme politikasının özünü, hangi ideolojik, politik ve stratejik çizginin ürünü olduğunu ana çizgileriyle ortaya koymamız gerekir. Bu yapılmadan doğru devrimci politikalar üretmek, Kürdistan sorunun perspektiflerini doğru kavramak mümkün değildir.

1990'lı yıllarda gerçekleştirilen tehcirin başka boyutları daha var. Göçertilenlerin yöneldiği ve yerleştiği alanlar da kategorik olarak iki tür olarak değerlendirilmelidir. Biri, Kürdistan'ın içinde yaşanan göçertilme, diğeri de Türkiye'nin özellikle kıyı şeridindeki kentlere, İstanbul, İzmir, Antalya, Mersin, Adana ve Ankara gibi metropollere gerçekleşen göç… Bu iki göçertmenin de ulusal, toplumsal, politik, ekonomik ve psikolojik sonuçları vardır. Bunlar incelenmeden devrimci bir strateji ve politika izlemek yine mümkün olmayacaktır.

Bu temel nedenlerden dolayı sömürgeci TC'nin 1990'larda sistematik olarak uyguladığı ve sonuçları milyonları, bir halkın kaderini etkileyen tehcir hareketini ve onun sonuçlarını doğru kavramak, bunun için de doğru bir değerlendirme yapmak gerekiyor. Bu çalışmamızda bunu yapmaya çalışacağız.

I. Tehcir, Göçertme Hareketinin Amaçları ve Hedefleri

TC, 1915 Ermeni Soykırımı hareketini kabul etmekten ısrarla kaçınmaktadır.

Neden?

Bu “neden” sorusu çok önemlidir. Bu sorunun yanıtı TC'nin kuruluş, Türk devlet-ulus şekillenmesi süreciyle doğrudan bağlantılıdır.

TC, Türk devlet-ulus gerçeği, Ermeni tehciri ve kırımı, Kürdistan halkının inkâr ve imha siyaseti üzerine kuruludur. Soykırım, tehcir, inkâr, imha ve bu hareketler üzerinde bir ulus ve vatan yaratma, bunu da TC eliyle gerçekleştirme çizgisi, TC için herhangi bir özellik değil, bir var oluş özelliği ve gerekçesidir. Bundan dolayı TC, 90 yıl önce gerçekleştirilen Ermeni tehcirini ve soykırımını kabul etmemektedir, devam eden bir çizgi, devlet için bir var oluş özelliği olduğu için böyle davranmaktadır. Ermeni kırımında gerçekleşen çizgi, daha sonra yeniden üretilerek Kürtler üzerinde devam ediyor. Daha da geliştirilen tehcir, inkâr ve imha siyaseti TC'nin özüdür. Bundan dolayı bu var oluş, kuruluş özelliğini gölgeleyecek her türlü söz ve adımdan ısrarla kaçınmaktadırlar…

1990'lı yıllarda gerçekleştirilen sistematik göçertme hareketini, geçici, salt askeri ve stratejik gerekçelerle açıklamak mümkün olmadığı gibi doğru da değildir. Elbette gerillayı tecrit etme, halk desteğinden koparma, ulusal kurtuluş mücadelesinin toplumsal temellerini ve dayanaklarını zayıflatma, önemli bir düzey kazanan ulusal mücadelenin siyasal örgütlenmesini dağıtma gibi güncel politik, askeri ve stratejik hedefleri vardı ve bunlar inkâr edilemez. Ancak göçertme hareketinin kendisi salt bu güncel hedeflerle sınırlı değildi. Bunlar, çok önemli hedeflerdi. Bu hedefler daha temelli bir sistemin, Kürtleri eritme, Kürdistan'ı Kürtsüzleştirme, başka bir ifadeyle Türkiyeleştirme çizginin güncel unsurlarıydı. Yani göçertme hareketinin, köylerin yakılıp yıkılmasının, boşaltılmasının, milyonların yerinden yurdundan edilmesinin soykırım hedefi gözden kaçırılmamalıdır. Bu temel hedef ve çizgi gözden kaçırıldığında göçertme hareketine ve sonuçlarına karşı doğru bir mücadele çizgisini izlemek olanaksızlaşır.

Evet, Kürdistan'da uygulanan göçertme hareketinin temel ve uzun vadeli hedefi, Kürdistan'ın ulusal yapısını, niteliğini ortadan kaldırmak, Kürdistan'ı Türkiyeleştirmektir. Son yıllarda kullanılan ifadeyle tehcir, göçertme, bir “etnik temizleme” hareketidir. Böylece “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü” nihai ve bir daha geri döndürülemez bir biçimde gerçekleştirmek istedikleri çok açıktır.

Tehcir, göçertme, zamana yaydırılmış bir soykırım hareketidir.

Kuşkusuz gerillayı bastırmadan, ortaya çıkan halk iktidarının nüvelerini ortadan kaldırmadan, mücadelenin toplumsal dayanakları zayıflatılmadan Kürt halkını yok etmek, Türk devlet-ulus hedefini bütün yönleriyle gerçekleştirmek mümkün olmazdı. Bundan dolayı ilk planda, güncelde gerilla ve serhildan eksenindeki ulusal kurtuluş mücadelesinin bastırılması, dağıtılması, tümden ezilmesi hedeflendi. Alan tutma, köylerin boşaltılması, milyonları içine alan göçertme hareketi, “faili meçhul” denilen sistematik cinayetler, kitlesel tutuklamalar, işkence gibi özel savaş uygulamaları bu anılan yakın hedefe dönüktü. Burada güncel hedef ile nihai ulusal imha hedefi arasındaki şaşmaz ve doğrudan ilişkiyi görmemiz gerekir. Bu çok önemli…

II. Göçertme hareketinin genel bir tablosu

Göçertme hareketinin genel tablosunun bütün boyutlarını vermek ve incelemek bu çalışmanın kapsamı ve hedefi dışındadır. Bu başlık altında ülkemizde yaşanan nüfus hareketinin genel eğilimlerini ve ana çizgilerini ortaya koymak ve bunların önümüze koyduğu toplumsal ve ulusal görevleri doğru kavramak istiyoruz. Yukarda da vurguladığımız gibi göçertme hareketi, en yoğun olarak 1990–1995 yılları arasında ve binlerce köyün zorla boşaltılması sonucu gerçekleşmiştir. Bunun anlamı, köy nüfusunun yerinden oynaması, milyonların bir anda üretimden, alışık olduğu toplumsal yaşam ve doğal çevresinden kopmasıdır. Bu, genelde olduğu gibi tek tek aileler düzeyinde ekonomik ve sosyal yapının alt-üst olması, daha doğru bir deyişle çökmesi demektir. Gerçi il ve ilçelerden de belli bir göçertme gerçekleşmiştir, ama rakamlar karşılaştırıldığında bunun kırsal alanlarda yaşananın yanında küçük kaldığı görülecektir. Göç-Der'in hazırlattığı Mehmet Barut'un kaleme aldığı Raporda bu konuda şunlar yazılmaktadır:

“Burada il, ilçe, köy ve mezra kökenine göre incelenen göçün en çarpıcı özelliği, göç deviniminin % 18.3'ünün il, ilçe merkezlerinden dışarıya doğru, % 81.7'sinin de köy-mezra yerleşim alanlarından dışarıya doğru gerçekleştiğidir. Göçün önemli oranda yaşandığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri'nde bu sonuçlara göre özellikle köy-mezra yerleşimi açısından önemli oranda bir nüfus kaybı söz konusudur” (Göç-Der Raporu, http://www.gocder.com/)

Raporun başka bir yerinde ise şu önemli sonuçlar yazılmaktadır:

“Göç yoluyla terk edilen-terk edilmeye zorlanılan yerleşim alanlarını Türkiye'de geçerli bir takım yerleşim ölçütlerine göre (Örneğin 1924 Tarihli Köy Kanunu, DPT, DİE gibi ölçütler) değerlendirdiğimizde, göçün % 86.3'ünün kırsal, % 11.8'inin kentsel ve % 1.9'unun da kır ile kent arası geçişi yaşayan yerleşim alanlarından dışarıya doğru gerçekleştiği görülmektedir.

“Bu durum göç veren iller açısından incelendiğinde;

* Diyarbakır ilinden dışarıya doğru gerçekleşen göçün % 83.5'i kırsal, % 16.1'i kentsel,

* Mardin ilinden gerçekleşen göçün % 86.4'ü kırsal, % 13.1'i kentsel,

* Bingöl ilinden gerçekleşen göçün % 81'i kırsal, % 13.8'i kentsel,

* Şırnak ilinden gerçekleşen göçün % 80.7'si kırsal, % 19.3'ü de kentsel,

* Muş ilinden gerçekleşen göçün % 88.8'i kırsal, % 7'si kentsel,

* Batman ilinden gerçekleşen göçün % 92.9'u kırsal, 7.1'i kentsel,

* Siirt ilinden gerçekleşen göçün % 95.3'ü kırsal, % 4'ü kentsel,

* Bitlis ilinden gerçekleşen göçün % 90'ı kırsal, % 10'u kentsel,

* Şanlıurfa ilinden gerçekleşen göçün % 64.5'i kırsal, % 35.5'i kentsel,

* Hakkâri ilinden gerçekleşen göçün % 84.9'u kırsal, % 2'si kentsel,

* Van ilinden gerçekleşen göçün % 91.5'i kırsal, % 8.5'i de kentsel kökenli göçtür.

“Bu dağılımların da ortaya koyduğu gibi, Kürt nüfus açısından önemli oranda bir kır nüfusunun yer değiştirmesi ve Şanlıurfa, Şırnak, Diyarbakır, Mardin, Bingöl gibi illerde de kır nüfusunun yanı sıra kent nüfusunun da yer değiştirmesi söz konusudur. Bu açıdan değerlendirildiğinde, bu illerin kentsel yapısı içerisinde görece sermaye birikimini, ticari zenginlikleri elinde bulunduran, eğitimli nüfusun şehri terk etmesi, şehrin de giderek köyleşmesi, fakirleşme düzeyinin giderek artması söz konusu olmaktadır.” (Göç-Der Raporu, http://www.gocder.com/)

Hem göç alan hem de göç veren konumunda olan Diyarbakır ile ilgili rakamlar çok çarpıcıdır, aktarmakta yarar görüyoruz. 1990 yılı resmi verilerine göre Diyarbakır nüfusu, 391.086 kişidir. 1996 Şubat ayında ise bu sayı %116 artarak 822.837 yükseliyor. (Kaynak, Atilla Göktürk, Diyarbakır'dan Mersin'e zorunlu göç, http://www.gocder.com/) Resmi rakamların gerçek rakamlardan daha az olduğunu hatırlamak durumundayız. Beş yılda %116 oranındaki devasa artış, hem göçertmenin boyutlarını, hemen de bunun toplumsal ve psikolojik boyutlarını çok çarpıcı bir biçimde anlatmaktadır.

Kürdistan'da gerçekleştirilen göçertme hareketinin ortaya çıkardığı en genel tablo şu: Göçertilen kitlenin %80–90 arası kırsal alandan, geri kalanı ise kentlerden göç etmek durumunda kalmıştır. Bu, köylerin boşaltılması, anılan raporda da vurgulandığı gibi özellikle Kürdistan'daki kentlerin, Diyarbakır gibi, köylüleşmesi demektir. Göçertilen nüfusla şişen bu kent-köyler, bu nüfusu emecek, barındıracak, besleyecek, iş ve aş sorunlarına yanıt verecek altyapıya, ekonomik ve sosyal örgütlenme düzeyine sahip değildir. Kırın boşaltılması, buna yayla yasağı, “yasak bölge” uygulamalarının eklenmesiyle birlikte tarım ve hayvancılık tamamen çöktü… Kentlerde de askeri amaçlar dışındaki yatırımların hemen hemen durdurulması ekonomik çöküntünü diğer bir temel unsurunu anlatmaktadır. Buna Kürt burjuvaların sermayelerini daha yoğun metropollere taşıması eğilimini de eklememiz gerekiyor. Dolayısıyla kır ve kentlerde ekonomik yapının çökmesi, işsizlik, yoksulluk, barınma, sağlık, beslenme gibi temel yaşam koşullarının günlük kaygıların başına oturmasını birlikte getirmiştir.

Saptanması gereken ikinci nokta ise şu: Yerinden edilen Kürtlerin belli bir bölümü Türkiye metropollerine, belli bir bölümü de Kürdistan'daki kent merkezlerine yerleşmiştir. Her iki alana göç etmek zorunda kalan halk, ciddi barınma, geçim, sağlık, iş gibi ekonomik ve sosyal sorunlarla yüz yüzedir. Dahası bu sorunların kısa ve orta vadede çözülme şansları da hemen hemen yoktur.

Göçertme sonucunda yaşanan sorunları sömürgeci ulusal imha sisteminden ayrı ele almak ve değerlendirmek mümkün değildir. Dolaysıyla burada ulusal ve toplumsal sorunların iç içe geçtiğini, ikincilerin birincisinden kaynaklandığını ve güncel olarak ondan beslendiğini vurgulamamız gerekir. Bu noktada vurgulamak istediğimiz gerçeklik şudur: Ulusal sorun programından yoksun bir sosyal programın kendi başına, aynı şekilde sosyal programdan yoksun bir ulusal programın tek başına bir anlam ifade etmeyeceğini akıldan çıkarmamız gerekiyor.

III. Göçertme Hareketinin neden olduğu ekonomik ve toplumsal sorunlara genel bir bakış

Çok kısa sürede milyonların doğal ekonomik, toplumsal ve kültürel çevrelerinden kopartılmasının sonuçları korkunç olmuştur. En başta barınma, beslenme, sağlık gibi yaşam koşulları ve olanaklarından yoksun kalan milyonların nasıl bir yaşam kavgası vermek zorunda kaldıkları günlük basına, raporlara, tartışma platformlarına konu olmuştu. Bunların ayrıntısına girip konuyu dramatize etme eğiliminde değiliz. Bizim açımızdan önemli olan, gerçekten sözcüğün tam anlamıyla “İnsanlık trajedisi” olan bu trajedinin ana çizgilerini ortaya koymak ve devrimci çözüm önerilerini kavramak ve tartışmaya sunmaktır. Göç-Der'in anılan Raporunda bu konuda çarpıcı bilgi ve veriler var, bunları aktarmak istiyoruz. Göçertilenlerin ekonomik durumları nasıl? Önce bununla ilgili verilere bakalım:

“Görüşülen kişilerin ortalama aylık gelir dağılımı incelendiğinde, % 52.7'sinin aylık 100 milyon TL'nin altında, % 29.5'inin 101–200 milyon TL arasında, % 4.6'sının 201–300 milyon TL arasında bir gelire sahip olduğu ve % 13.3'ünün ise düzenli bir gelirinin olmadığı gözlenmektedir. Ortalama aylık gelir dağılımı Türkiye koşullarında yapılan hesaplamalar dikkate alındığında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri'nden istekleri dışında göç eden, göç etmeye zorlanan Kürt kökenli olan ailelerin yeni göç ettikleri yerleşim alanlarında çok düşük bir gelirle yaşama uğraşı içinde oldukları açığa çıkmaktadır.” (Göç-Der Raporu, http://www.gocder.com/)

Göçertilenlerin aylık gelir durumu illere göre dağılımı yapıldığında ortaya çıkan tablo şöyle:

“Araştırmada görüşülen kişinin aylık gelir düzeyinin dağılımı, araştırmanın yapıldığı illere göre incelendiğinde;

* Diyarbakır ilinde görüşülenlerin % 62'sinin 100 milyon TL'nin altında, % 18.6'sının 101-200, % 4.1'inin 201–300, % 15.3'ünün de düzensiz aylık gelire sahip oldukları,

* Batman ilinde görüşülenlerin % 90.6'sının 100 milyon TL'nin altında, % 6.8'inin 101–200 milyon TL, % 2.6'sının düzensiz aylık gelire sahip oldukları,

* İstanbul ilinde görüşülenlerin % 40.5'inin 100 milyon TL'nin altında, % 45.5'inin 101–200 milyon TL, % 8'inin 201–300 milyon TL % 6'sının düzensiz bir aylık gelire sahip oldukları,

* Van ilinde görüşülenlerin % 78'inin 100 milyon TL'nin altında, % 0.7'sinin 101–200 milyon TL, % 0.3'ünün 201–300 milyon TL, % 21'inin de düzensiz aylık gelire sahip oldukları,

* İzmir ilinde görüşülenlerin % 41.5'inin 100 milyon TL'nin altında, % 35'inin 101–200 milyon TL, % 2.2'sinin 201–300 milyon TL, % 21.2'sinin düzensiz aylık gelire sahip oldukları,

* İçel ilinde görüşülenlerin % 37.1'inin 100 milyon TL'nin altında, % 46.3'ünün 101-200 milyon TL, % 8.7'sinin 201-300 milyon TL, % 7.8'inin de düzensiz aylık gelire sahip olduklarını araştırma sonuçları ortaya koymaktadır. Bu sonuçlara göre, iller arasında İçel, İstanbul ve İzmir illerinin gelir eğilimlerinin birbiri ile benzerlik gösterdiği, bu illere oranla Van, Batman ve Diyarbakır illerinin aylık gelir elde etme olanaklarının düşük olduğu söylenebilir. Bu sonuçlar araştırmanın yapıldığı ilden çok, bu ile göç edenler açısından değerlendirilmelidir.” (Göç-Der Raporu, http://www.gocder.com/)

Anılan raporda göçertilenlerin göç öncesi yaşamlarıyla ilgili bilgiler de var. Bu bilgilerin aktarılması göç sonrası yaşanan sorunların boyutlarını daha çarpıcı kavramamıza yol açacaktır. Raporda bu konuyla ilgili şunlar yazılı:

“Araştırmanın bu bölümünde, aile reisinin göç öncesi ve göç sonrası işi, göç ettiği yerleşim biriminin Türkiye'deki yerleşim ölçütlerine göre niteliği ve hane büyüklüğü incelenmiştir. (…)

Göç araştırmasının ortaya koyduğu sonuçlara göre, göç edenlerin % 87.1'ini geçimini toprağa dayalı ekonomiyle sürdüren çiftçiler oluşturmaktadır. Çiftçiler arasında toprak sahipliği ve zenginlik ölçütlerine dayalı olarak bir sınıflama yaptığımızda ise;

* Çiftçilerin % 33.3'ünü orta köylülük tabakası,

* % 17'sini yoksul köylülük tabakası,

* % 16.2'sini küçük köylülük tabakası,

* %8'ini zengin köylülük tabakası,

* % 20.3'ünü topraksız tarım işçileri oluşturmaktadır. Göç edenler arasında topraklarını kapitalist işletme kurallarına göre işleten çiftçilerin oranı ise oldukça düşüktür.

*Göç eden nüfusun tarım-hayvancılığa dayalı işler yaparak yaşamlarını sürdürme durumu, göç öncesi illerin dağılımları tek tek incelendiğinde, özellikle; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri'nin göç niteliği iller arasında farklılaşmamakta, bu bölgelerinin illerinden göç edenlerin çoğunu çiftçilikle uğraşan insanlar oluşturmaktadır. Örneğin; Diyarbakır ilinden göç eden nüfusun % 82.3'ünü, Mardin ilinden göç edenlerin % 86.6'sını, köylülüğün değişik tabakaları oluşturmaktadır.

“Önemli oranda toprak-hayvancılıkla geçimini sağlayarak yaşayan bu nüfusun kitlesel bir biçimde yaşadığı yerleşim alanını terk etmesi, hem bu nüfus açısından yeni yerleşim alanında işsizlik başta olmak üzere sosyal problemler yaratmasına, hem de ülkenin belirli bir bölümünde tarımsal ve hayvansal üretimin neredeyse durmasına yol açmıştır. Uzunca yıllar tarım ürünleri ithal etmemekle, hayvansal ürünlerin üretimiyle övünen Türkiye'de bu göç sonrası, “Bufalo”, “Paraşüt” gibi polisiye operasyonlarda da ortaya çıktığı gibi et ve tarımsal ürün ithal eder, nüfusunun beslenme ihtiyaçlarını kendi kaynaklarından karşılayamaz bir ülke sonucu ortaya çıkmaktadır.” (Göç-Der Raporu, http://www.gocder.com/)

Ortaya çıkan ekonomik ve toplumsal sorunlar raporda şöyle ifade ediliyor:

“Göç araştırmasının ortaya koyduğu sonuçlara göre, göç öncesi genellikle tarım-hayvancılığa dayalı etkinliklerle yaşamını sürdüren yurttaşların göç sonrası yeni yerleşim alanlarındaki en büyük problemi işsizlik, geçici-dönemsel iş güvencesi-sosyal-sağlık güvencesi olmayan düşük gelirli işler yaparak yaşamlarını sürdürme çabası içinde olmalarıdır. Kentsel yaşama amele, gündelik işçi, niteliksiz hizmet işçisi ve seyyar satıcı olarak katılan yurttaşların kentsel olanaklardan yararlanma, kent yaşamı içinde dönüşmeleri olanaksız olduğu gibi, içinde yaşadıkları toplumla da bütünleşmeleri neredeyse olanaksız hale gelmektedir. Bu durum, büyük kentlerde, kentsel yaşam standartlarının çok altında ve içe kapalı adeta kendisi köy olmayan yeni köysel alanlar yaratmaktadır.

“Göç öncesinin köylülüğünün toplumsal kaderi (işsizlik, amelelik, seyyar satıcılık, gündelik işçilik, niteliksiz hizmet işçiliği); göç sonrası yerleştikleri yerleşim alanlarında benzerlik göstermektedir. Araştırma yapılan illere ilişkin göç edenlerin bu tür işler yapma eğilimleri illere göre incelendiğinde;

* Diyarbakır iline göç edenlerin % 18.4'ünü işsizler, % 29'unu seyyar satıcılık-amelelik, pazarcılık yapanlar, % 26.7'si gündelik işler yapanlar ve % 17.4'ünü de niteliksiz hizmet işçileri,

* Batman iline göç edenlerin % 18.8'ini işsizler, % 13.7'sini seyyar satıcılar, % 13.7'sini gündelik işler yapanlar ve % 6.8'ini de niteliksiz hizmet işçileri,

* İstanbul iline göç edenlerin % 29.3'ünü işsizler, % 29.9'unu gündelik işler yapanlar, % 22'sini seyyar satıcılık vb işler yapanlar ve % 11.4'ünü de niteliksiz hizmet işçileri,

* Van iline göç edenlerin % 53.4'ünü işsizler, % 23.4'ünü gündelik işler yapanlar ve % 13.8'ini de seyyar satıcılık vb işleri yapanlar,

* İzmir iline göç edenlerin % 16.7'sini işsizler, % 6'sını niteliksiz hizmet işçileri, % 14.3'ünü seyyar satıcılık vb işleri yapanlar ve % 24.3'ünü de gündelik işler yapanlar,

İçel iline göç edenlerin % 23.4'ünü işsizler, % 8.4'ünü niteliksiz hizmet işçileri, % 20'sini seyyar satıcılık vb işleri yapanlar ve % 34.1'ini de gündelik işler yapanlar oluşturmaktadır.” (Göç-Der Raporu, http://www.gocder.com/)

Görüldüğü gibi hangi alan olursa olsun göç etmek durumunda kalanların karşılaştıkları sorunlar hemen hemen aynıdır. İşsizlik, düzenli ve günlük yaşamı asgari düzeyde sürdürebilecek yeterlikte düzenli bir gelire sahip olmama, bunlardan kaynaklanan barınma, beslenme, sağlık ve diğer insani temel ihtiyaçları karşılayamama, bu ortak sorunların belli başlı başlıklarını oluşturmaktadır.

Diyarbakır'dan Mersin'e Göç (Göç-Der Raporu, http://www.gocder.com/) adlı çalışmayı yapan Atilla Göktürk de benzer sonuçlara ulaşmaktadır. Diyarbakır'da 1990 sonrası tespit edilen en temel üç sorunu şöyle özetliyor: Bir, geçim sıkıntısı ve işsizlik. İki, gereksinimlerini karşılayamama… Üç, konut sorunu… Mersin'de göçertilenlerin yaşadığı en önemli üç sorun ise şu şekilde tespit ediliyor: Bir, Geçim sıkıntısı ve işsizlik. İki, eğitim sorunları… Üç, aşağılanmak ve dıştalanmak…

Mersin'de tespit edilen üçüncü sorun, ulusal sorun ve ulusal kimlik kaynaklı sorunların çok somut bir ifadesi olmaktadır.

Göçertilenlerin ezici bir çoğunluğu (üçte ikisine yakını) işsiz, dörtte birine yakını ise günübirlik “marjinal” işlerde çalışmaktadır. Çeşitli araştırmaların ortaya koyduğu verilere bakıldığında göçertilenlerin %95,3'ü yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. (Kaynak, age)

CHP'nin devletin ilgili kurumlarının verilerine dayanarak hazırladığı Rapor'da Kürdistan'daki ekonomik ve sosyal durumu, sorunun özünü bulandırma ve çarpıtma amaçlı da olsa belli ölçülerde konulmaktadır. Bu raporda şunlar yazılı:

“c.- İl Bazında GSYIH'nın Dağılımı

“Bölgesel eşitsizliği en derinden yaşayan ülkeler arasında yer alan Türkiye, bu sorunu, Doğu-Güneydoğu sorunu olarak hem ekonomik, hem sosyal, hem de politik boyutları ile sırtında bir kambur gibi taşımaktadır. Her geçen yıl, aradaki uçurum daralmamakta, aksine büyümektedir.

“1996 yılı itibariyle, kişi başına Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) ülke genelinde 2888 dolar olmuştur. Bölgede mevcut 23 ilin tümünde bu değer ülke ortalamasının altındadır. İllerin dolar ile Kişi Başına Gayri Safi Yurtiçi Hasılası hesaplandığında Kocaeli ili 7096 dolarla birinci, Muş ise 654 dolarla en geri ilimiz konumundadır. Kocaeli ile Muş arasındaki gelir farkı 1'e 11'dir. Oysa Türkiye'nin üye olmayı hedef aldığı Avrupa Birliği'nde, en yüksek gelirli ile en düşük gelirli bölgeleri arasındaki oran 1'e karşı 3'ü geçmemektedir.

“Kişi başına geliri en düşük on ilimizi oluşturan Iğdır, Kars Bayburt, Van, Şırnak, Bingöl, Hakkâri, Bitlis, Ağrı ve Muş arasında 8'i Doğu-Güneydoğu bölgesinde yer almaktadır. (Bakınız Tablo 6)

“d.- Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması

“Devlet Planlama Teşkilatı'nın, 10 farklı göstergeyi kullanarak, 1996 yılına ilişkin geliştirmiş olduğu “Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Kriterine” göre; İstanbul (4,879) ile birinci sırada yer alırken, Muş ilimiz (-1,2447) ile en alt sırada yer almaktadır. Bölgedeki 23 ilden Gaziantep dışındaki tüm illerde indeks değeri sıfırın altındadır. Son 10 ilin tümü bu bölgede yer almaktadır. (Bakınız Tablo: 7)

“1.2.4.- Bölgede Ekonomik Faaliyetlerin Genel Niteliği

“Bölgede oluşan gelir küçük esnaf ve tarım ağırlıklıdır. Ancak, özellikle hayvancılık da yoğun gerileme nedeniyle müteşebbis gelirleri içinde tarımın payının, 1994 yılı itibariyle, (Türkiye ortalaması % 16.7) hayvancılık ağırlıklı Doğu Anadolu'da % 39.7 iken, Güneydoğu Anadolu'da 22.1 olduğu görülmektedir.

“1994 yılı itibariyle, Doğu Anadolu'da, nüfusun % 72.8'i, Güneydoğu Anadolu'da ise % 53.5'u ‘Tarım, ormancılık, balıkçılık ve avcılık' sektöründe çalışmaktadır. Bu değerler, Türkiye ortalaması olan % 50.3'ün üzerindedir. Ücretli ve maaşlı çalışanların oranı ise Türkiye genelinde % 42.8 iken, Doğu Anadolu'da % 34, Güneydoğu Anadolu'da ise % 30.9'dur. Ülkemizin genelinde menkul kıymet gelirleri toplam gelirlerin % 7.7'sini oluştururken bölgede bu rakam sırasıyla, % 1,1 ve % 0.7'dir.” (CHP-Doğu ve Güneydoğu Anadolu Raporu)

Kuşkusuz burada karşımıza çıkan ciddi ekonomik ve toplumsal sorunları kendi başına ekonomik ve toplumsal etkenlerden kaynaklanan sorunlar olarak ortaya koymak doğru değildir. Sorun öncellikle ekonomik değil, politiktir, daha somut ifadeyle Kürdistan'da sistemli bir biçimde uygulanan sömürgecilik ve onun özel savaş yönetimidir; tehcir, göçertme politikasıdır. Ekonomik, toplumsal, kültürel, psikolojik sorunlar anılan sistemden kaynaklanmakta, onların türevi olmaktadır. Sorunun bu tarzda algılanması ve konulması, çözümün de nereden geçeceğini anlatmaktadır. Bu noktaya geleceğiz, ama buna gelmeden önce başka noktalar üzerinde durmamız gerekiyor.

(Devam edecek...)