28Ocak 2006 Sayı: 2006/03 (03)
  Kızıl Bayrak'tan
   ABD emperyalizminin değişmeyen savaş senaryosu
  Emperyalist-siyonist saldırganlar İran
seferine hazırlanıyor
  Derin devlet tartışmaları ve devrimci tutum
  Tekel direnişi, özelleştirme politikası
ve CHP
Deri patronlarının saldırılarına deri işçileri kararlılıkla yanıt veriyor!
  “Sosyal Güvenlik Reformu” saldırısında sona gelindi
“Sosyal Güvenlik Reformu”u saldırısı
Sosyal güvenlikte reform mu, karşı devrim mi?
  İşçilerden Maltepe-Kartal-Pendik İşçi Kurultayı’na katılma çağrısı...
  Çifte sömürüye, eşitsizliğe, baskılara
karşı çıkmak için ellerimizi birleştirelim!
Tekelci kapitalizm faşizmin anasıdır!
2005’te sınıf hareketi2: Alınan yenilgiler, büyüyen ihanet ve filizlenen çıkış arayışları
  Yeni bir yılın başında dünyada durum (Orta sayfa)
  Latin Amerika’da “sol dalga”nın yükselişi sürüyor
   Liman işçileri AB şeflerine geri
adım attırdı
   Irak’ta yeni kurulacak kukla hükümet için pazarlıklar başladı
  Filistin’de seçimler 25 Ocak’ta... Bağımsız Filistin mücadeleyle kazanılacak!
  Tehcir, göçertme hareketi ve Kürdistan
toplum yapısına etkileri-1
  Bültenlerden...
  Batı’nın İran'a karşı ittifakı
  İran’a karşı nükleer savaş
  Chomsky: Nükleer savaş tehdidi arttı
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Batı'nın İran'a karşı ittifakı

Abu Şehmuz Demir

AB'nin üçlüsü olarak bilinen İngiltere, Almanya ve Fransa, İran'ın nükleer sorununu diplomatik yollardan çözemedikleri takdirde, sorunu Birleşmiş Milletlere (BM) götürecekler ve orada da İran'a karşı uluslararası yaptırımlar tartışılacak. ABD adına İran ile müzakereleri yürüten üç AB ülkesinin, İran'dan talep ettiklerini diğer ülkelerden talep etmemeleri dikkat çekici olup, bölge devletlerince de İran'a karşı çifte standart olarak değerlendirilmektedir. Emperyalist-kapitalist sömürü merkezlerinin diplomasi dehlizlerinde İran'a ve tüm bölgeye yönelik yeni hesapların trafiği son dönemde hızlanmış görünüyor. Başta ABD olmak üzere Batı'nın egemen merkezleri oldum olası doğu halklarının her türlü gelişiminin önünün alınarak, doğu halklarının kendilerine bağımlı hale getirilmesinden yanalar.

Bu nedenle de Mahmut Ahmedinejat: Batı ülkelerinin, Tahran'ın barışçıl amaçlı nükleer teknolojiye sahip olmasını istememesinin gerekçesinin, bu teknolojiyi İran'a satabilmek olduğunu savunarak, “Eğer, İran ulusunun haklarını bu yolla ortadan kaldırmaya çalışıyorlarsa bunda başarılı olamayacaklar” diyordu.

Öte yandan İslami İran meclis başkanı Gulamali Haddad Adil de, “Bazı mahfil'ler, İran'ın bu çalışmalarının barışçı olmadığını ileri sürerek, Tahran'ın dünyanın güvenliğini tehdit etmeye çalıştığı şeklindeki boş iddialarını dünya toplumuna dayatmaya çalışmaktalar. Ama bizim hedefimiz, nükleer teknolojiden barış amaçlı yaralanmaktır ve Atom bombası yapmak gibi bir düşüncemiz de yok” diyerek, batı devletlerinin bu tutumuna karşı “Eğer Avrupalılar ve özellikle de Amerika, dünyanın barışı ve bölgenin güvenliğinden gerçekten kaygılılarsa, o zaman onlara sormak lazım, niçin İsrail'in nükleer silahları ve Atom teçhizatları karşısında sesinizi çıkartmıyorsunuz? Bu ülkeler, bu rejimi destekliyorlar” ifadesini kullanıyordu.

İran'ın şu son dönemde Batılı güç merkezleriyle yaşadığı gerginlik, bölgedeki Arap ülkelerinde de çifte standart olarak algılanmakta. Batı'nın, İsrail'in nükleer silahlara (resmen tam olarak bilinmese de 200'e yakın) sahip olmasına hoşgörüyle yaklaşması ve bölgedeki herhangi bir Müslüman ülkenin bu silahlara sahip olmasını engellenmeye çalışması eleştirilmekte.

BBC'nin bu konuyla ilgili görüşüne başvurduğu Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal; Körfez bölgesinin nükleer silahlardan arındırılması gerektiğini, bu silahların kimseye faydası olmayacağını, ayrıca İsrail'in nükleer silahları geliştirmesine izin veren ve yardım eden Batı'nın, İran konusunda ayrımcı davrandığını söylüyordu.

Aynı görüşü paylaşan Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek de; İsrail'in Arap dünyasının ortasında böyle bir silaha sahip olmasının, Ortadoğu'nun geleceğini tehdit ettiğini ve Batı'nın İran'a yönelik eleştirilerini, İsrail'e yapmamasının Müslüman ülkelerde çifte standart olarak algılandığına, işaret ediyordu.

Bölgede İsrail'in nükleer silahlara sahip olduğu kanısı, uzun zamandır tartışılan bir konu olup, Batı devletlerinin bu tartışmaları dikkate almamaları, bölgede ve İran toplumunda basına yansıyan şekliyle “neden biz” sorusunun tartışılmasına neden oluyor. Ancak bu, Arap ülkelerinde, İran'ın nükleer silahlara sahip olmasından dolayı kaygı duyulmadığı anlamına gelmiyor. Çünkü bölge insanı da biliyor ki, nükleer silahların yayılması ciddi bir tehdit oluşturacak, insanlığın kıyımına, pek çok ülkenin haritadan silinmesi ve yeryüzü atmosferinin yaşanmaz hale gelmesine neden olacaktır. Bu nedenle geçmişte olduğu gibi Ortadoğu'nun bu silahlardan arındırılması tartışmaları tekrar bölgenin ve dünya halklarının gündemine girebilir.

ABD ve AB'nin İran'a yönelik tavırları, İran halkının gün geçtikçe ulusal gururlarının bu güçler tarafından zedelendiğini düşünmesine neden olmaktadır. Bu nedenle, müdahaleci Batı karşısında, İran halkı bu konuda mollalar rejimi etrafında adeta kenetlenmiş durumda. Bu milli duygulara hitap eden İran Mollaları, basın, cami ve mescidlerde konuyu gündemde tutmaktadır. İslam rejimi, nükleer silahlar konusunda sınırlarındaki Pakistan'ı, Hindistan'ı ve İsrail'i hatırlatarak halkı zinde tutmayı başarmış durumda. Hal böyle olunca da, İran'ın ne muhalefetinden ne çevrecilerinden, ne de bir başka çizgiyi savunanlardan bu konuya yönelik bir tartışma ya da kamuoyuna yansıyan bir ses çıkmamakta. Çünkü İranlılar, nükleer teknolojiden “barış amaçlı” yararlanmanın kendileri için tanrının bir nimeti aynı zamanda doğal bir hak olduğunu savunmaktalar.

Her ne kadar Batılı egemen güçler ekonomik yaptırım vs. gibi yollara başvursalar da, İran halkı yakın geçmişte emperyalist devletlerin Saddam'a verdiği desteğe rağmen, 8 yıllık Irak-İran savaşında yaşadıkları sıkıntılarda ayakta durmayı ve bağımsız bir devlet olmayı öğrendi. Aynı güçler bugün, yıllar boyunca ekonomik çıkarları uğruna İran'daki iç gelişmelere ve tüm ihlallere gözlerini kapamalarına rağmen, bugün Molla rejiminin bölgede en büyük tehlike (bunu dün söyleselerdi iyi ederlerdi) olduğunu söylüyor.

Dün Sovyetler Birliği'ne karşı, Batı Asya ve Ortadoğu'nun bekasını koruma anlayışı gereği İsrail'de, Pakistan'da ve Hindistan'da kendi bilgi ve denetimlerinde kurulan nükleer santralların (ve atom bombalarının) üretilmesine ses çıkarmadılar. Dünyayı bir felakete götürmekte olan nükleer çalışmaların dondurulması amacıyla sosyalist ülkelerin gösterdiği çabalara rağmen, emperyalist devletler bu tür anlaşmalara hiçbir zaman yanaşmadılar. Yine aynı merkezin mağrur yöneticileri her şeyin kendi denetimlerinde olmasını isteyip, doğu halklarını hakir görüp, İsrail'in elindeki, dünyayı tehdit eden nükleer silahlara seslerini çıkarmamaktalar.

Ancak batının tüm bu dayatmalarına ve çifte standardına karşın, İran'ın Mollalar rejimi, İsrail karşısında bölgede ve Ortadoğu'da önemli bir ülke konumunu korumanın tek yolunun nükleer teknolojiye sahip olmak olduğunu düşünmektedir.

Ortadoğu'ya Yönelik Atlantik Aşırı İttifak

Emperyalist-kapitalist egemen devletler Ortadoğu'nun yeraltı fosil kaynaklarının nasıl paylaşılacağı konusunda, Irak işgali öncesinde gerilen kimi stratejik görüş ayrılıklarının, İran üzerinde giderilmesi konusunda ortak noktayı bulmaya çalışıyorlar. 1945'lerden sonra bölgenin üzerindeki jandarmalığı Britanya devletinden devralan ABD, Ortadoğu ve Orta Asya'ya tek başına yerleşmek için bölge üzerinde sürdürdüğü stratejik yayılmacılığın son dönemlerde karşılaştığı zorlukları aşmaya çalışıyor. Bunun tek başına olmayacağını kavramış olan Bush ve ekibi, bölge üzerinde vecih gösteren ideologları dinlemiş görünüyorlar.

ABD dış siyaseti ve Avrasya stratejisinin ideologlarından Zbigniew Brzezinski, Bush hükümetinin Irak savaşı ile ilgili Atlantik ötesi siyasetinde Fransa ve Almanya ile soğuyan ilişkilere yönelik şu belirlemeleri yapıyordu. “BM Genel Kurulu'nda Ortadoğu konusunda iki oylama yapıldı. Birinde 133'e karşı, diğerinde 144'e karşı dört ‘hayır' oyu vardı. Bu dört “hayır” oyu ABD, İsrail, Marshall Adaları ve Mikronezya'ya aitti. Britanya'da dahil bütün müttefiklerimiz Amerika'nın dünyada sergilediği tutum ve oynadığı rol aleyhinde oy kullandı” diyordu. Brzezinski, yazısına devamında şöyle diyordu, “Avrupa ile ittifak ilişkimizin kalıcılığını vurgulamak gereklidir; esas olan değerler ve çıkarlar ortaktır… Bazen biz haklı olabiliriz, bazen de onlar haklı olabilir. Ve dünyanın bazı bölgeleri söz konusu olduğunda Avrupalılar'ın bizden daha deneyimli olduğunu; en az bizimkiler kadar önemli çıkarları olduğunu kabul etmeliyiz. Özellikle Ortadoğu konusunda bunun böyle olduğu kanısındayım, Avrupalılar'a, AB'ye ihtiyacımız var.” Kısacası Z. Brzezinski ve diğerleri, Ortadoğu konusunda “ne yaparsanız yapın, gideceğiniz yere yalnız gitmeyin” diyordu. ABD, ancak, İran'ın nükleer çalışmaları konusunda uluslararası bir yaptırım stratejisi tutturabilirse, İran'ı boğmaya yönelik çaba sarfedecektir.

Ancak, İran'ın şu son dönemde “nükleer enerji” konusunda yaptığı çıkışlardan geri adım atması veya ondan tamamıyla vazgeçmesi onun Cıhan-ı şumul İslam teorisine ters düşmektedir. Batı devletlerinin kavrayamadığı bir diğer olgu da şu; İran, Batı'nın baskısına boyun eğip bu çalışmadan tamamıyla vazgeçerse, bu tavrının bölgedeki siyasal islamcı hareketleri ve onun yayılmacı politikasını olumsuz etkileyeceğini bilmekte. Bunu bildiği içinde bölge üzerindeki prestijini kaybedecekse savaşarak kayıp etmekten yana olan tavrında ne pahasına olursa olsun ısrar etmeye çalışacaktır.

Emperyalist merkezlerin Atlantik ötesi ittifakı, Ortadoğu konusunda dün olduğu gibi, bugün de kurtlar sofrasında mayalanmaya çalışılıyor. Irak işgali sırasında dönemin Fransız dışişleri bakanı ve şu an Başbakan olan Dominique de Villepin'in, ABD'nin bölge üzerinde tek yanlı siyasetine yönelik, söylediği şu sözler dikkat çekicidir. Villepin, “Ortadoğu konusu, evde pişirilmiş bir pasta, pişirilen bu pastadan da tüm evdekilere eşit bir şekilde dağıtılması gerekli” demişti. Ve ayrıca Jacques Chirac, “Almanya'nın ve Fransa'nın Irak savaşına karşı olmaları bizim savaş karşıtı olduğumuzdan değildir. Payların kaybedilmemesi gerek, çıkarlarımız ortaktır, biz dostuz” diyordu.

Sonuç olarak ABD ile AB arasında o dönem, her ne kadar ilişkiler zehirlenmiş olsa da, bugün bu zehrin dozunun alındığı veya giderilmeye çalışıldığı görülmekte. Çünkü ABD-İngiltere ittifakının gerçekleştirdiği Irak işgalinde, bohçasını toplayan Almanya ve Fransa, bölgenin işgal ganimetinde kendi elinin devre dışı kalmasını kayıp olarak görmektedir. Bölgede yeni gelişmelerin yaşanabileceğini hesap eden AB'nin Almanya'sı ve Fransa'sı ABD karşıtlığı yerine onunla anlaştığı noktalarda işbirliği içerisinde olmanın kapılarını hep açık bırakmıştır. Yani emperyalist sömürü merkezlerinin, çıkar ittifakları ve sürtüşmeleri dün olduğu gibi bugün de Ortadoğu'da buluşmaktadır.

 22 Ocak 2006

(Sendika.org sitesinden alınmıştır...)