28Ocak 2006 Sayı: 2006/03 (03)
  Kızıl Bayrak'tan
   ABD emperyalizminin değişmeyen savaş senaryosu
  Emperyalist-siyonist saldırganlar İran
seferine hazırlanıyor
  Derin devlet tartışmaları ve devrimci tutum
  Tekel direnişi, özelleştirme politikası
ve CHP
Deri patronlarının saldırılarına deri işçileri kararlılıkla yanıt veriyor!
  “Sosyal Güvenlik Reformu” saldırısında sona gelindi
“Sosyal Güvenlik Reformu”u saldırısı
Sosyal güvenlikte reform mu, karşı devrim mi?
  İşçilerden Maltepe-Kartal-Pendik İşçi Kurultayı’na katılma çağrısı...
  Çifte sömürüye, eşitsizliğe, baskılara
karşı çıkmak için ellerimizi birleştirelim!
Tekelci kapitalizm faşizmin anasıdır!
2005’te sınıf hareketi2: Alınan yenilgiler, büyüyen ihanet ve filizlenen çıkış arayışları
  Yeni bir yılın başında dünyada durum (Orta sayfa)
  Latin Amerika’da “sol dalga”nın yükselişi sürüyor
   Liman işçileri AB şeflerine geri
adım attırdı
   Irak’ta yeni kurulacak kukla hükümet için pazarlıklar başladı
  Filistin’de seçimler 25 Ocak’ta... Bağımsız Filistin mücadeleyle kazanılacak!
  Tehcir, göçertme hareketi ve Kürdistan
toplum yapısına etkileri-1
  Bültenlerden...
  Batı’nın İran'a karşı ittifakı
  İran’a karşı nükleer savaş
  Chomsky: Nükleer savaş tehdidi arttı
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Latin Amerika'da “sol dalga”nın yükselişi sürüyor...

“Arka bahçe”de bir dönem sona eriyor

Sınıf çatışmalarının ulaştığı boyutun dolaysız sonucu olan Latin Amerika'da sol akımların (parti, örgüt, cephe, hareket, sendika) giderek güçlenmesi eğilimi, geçen yıla damgasını vuran en önemli olgulardan biriydi. Seçim sandıklarından çıkan sonuçlara da yansıyan bu yükseliş, yılın son haftasında Sosyalizme Doğru Hareket (MAS) lideri Evo Morales'in Bolivya'da başkanlık seçimlerini kazanmasıyla daha belirgin bir hal aldı. Kıtada gerçekleşen yılın ilk seçimlerini kazanan “sosyalist” aday Michelle Bachelet'in Şili devlet başkanı olması da aynı eğilimin devamıdır.

Solcu adayların yüksek oy oranlarıyla seçimlerden galip çıkması, işçiler, emekçiler, kent yoksulları, yerliler/köylüler, kadınlar, gençlerden oluşan emekçi kitle hareketinin gelişimi sayesinde mümkün olmaktadır. Emekçilerin, sermayenin neo-liberal saldırılarına, bu saldırının arkasındaki emperyalist güçlerle (somutta ABD emperyalizmi) işbirlikçilerine karşı kabaran öfkesi, kıtadaki baskın eğilimdir. Buna karşın her ülkenin kendine özgü süreçleri olduğu gibi, seçimlerden galip çıkan başkanların izledikleri politikalar da önemli farklılıklar içermektedir. Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez önderliğindeki akım emekçiler lehine birçok düzenleme yaparken, hatta giderek kapitalizmi ortadan kaldırmak gerektiği tezini dillendirmeye başlarken, Brezilya'da Inacio Lula da Silva liderliğindeki İşçi Partisi yönetimi hem yerli, hem de yabancı sermaye ile iyi geçinmektedir. Bolivya'da başkanlık koltuğuna oturmaya hazırlanan Morales Chavez çizgisini izlemekle kapitalistleri karşısına almamak arasında salınırken, eski Tupamaros gerillalarının kurduğu Halkın Katılımı Hareketi'nin etkin olduğu Uruguay'daki koalisyon, ABD emperyalizmi ile askeri-mali işbirliğine devam etmektedir.

ABD emperyalizminin tahkimatı çöktü

20. yüzyılın ikinci yarısında Latin Amerika kıtasında toplumsal hareket kitlesel boyutlar kazanmıştır. Sömürgecilik karşıtı direniş geleneğinden de beslenen gerilla hareketleri, özellikle ‘60'lı yıllarla birlikte kıtanın dört bir yanında etkin hale gelmiştir. 1959'da Küba'da, 1979'da ise Nikaragua'da iktidarı ele geçiren devrimci akımlar, kıtada cereyan eden toplumsal mücadeleye uzun yıllar damgasını vurmuştur.

ABD emperyalizminin desteği ve doğrudan yönlendirmesi ile hareket eden kıta ülkelerindeki gerici rejimler, kitlesel boyut kazanan devrimci toplumsal muhalefeti askeri faşist cuntalar ve onyıllar süren beyaz terörle ezmişlerdir. CİA'nın komutasında başa geçen askeri faşist rejimler (tıpkı 1980 yılında Türkiye'de gerçekleşen askeri faşist cunta sonrasında olduğu gibi), işçi-emekçi hareketi ile ilerici-devimci akımları azgın devlet terörüyle güçten düşürdükten sonra, sermayenin neoliberal saldırısı başlatılmıştır. Bu saldırının ilk adımı, 11 Eylül 1973'te Allende yönetimine karşı gerçekleştirilen faşist darbenin ardından Şili'de atılmıştır.

Neoliberal saldırılara gerici rejimlerin militarist güçler eliyle tahkim edilmesi süreci eşlik etmiş, bizzat Pentagon'un okullarında yetiştirilen elit bir kesim rejimlerin kilit noktalarına yerleştirilmiştir. Bu aşamadan sonra “düşük yoğunluklu demokrasi”lere geçişi başlatan dünya jandarması ile işbirlikçileri, devlet teröründe olduğu gibi, sömürü ve yağmada da sınır tanımamışlardır. Yüz milyonlarca kent ve kır emekçisi ölüm-kalım sorunuyla yüzyüze kalmıştır. Kıta yerlileri de, 500 yıldır devam eden berbat bir ırkçılığın yanısıra yoksulluk ve sefilliğe mahkum edilmiştir.

‘90'lı yıllara gelindiğinde, Latin Amerikalı emekçiler, tahammül edilmesi mümkün olmayan cehennemi bir yaşam sürmeye mahkum edilmişti. Farklı ülkelerde bu süreç biraz erken ya da geç başlamış olsa da kıtaya damgasını vuran olgular; devlet terörü, ucuz emek gücü ile tüm doğal zenginliklerin yağmalanması olmuştur. Ancak bu pervasız baskı, sömürü ve yağma sonucu işbirlikçi rejimler emekçiler nezdinde tamamen gayr-ı meşru duruma düşmüşler, bunu alışılagelmiş yönetme biçimlerinin iflası izlemiştir.

Egemen sınıfların yönetim aygıtını acze düşüren emekçilerdeki bilinç sıçraması, bu gerici aygıtın dış dayanağı olan ABD emperyalizmine karşı yaygın bir tepkiyi de içermektedir. Bu bilinç yaygınlaştıkça, gerici burjuva siyasetçi takımı bile “anti-Amerikancı” söyleme başvurmaya başlamıştır.

Neoliberal politikanın iflası ve burjuvazinin yönetememe krizi

Latin Amerikalı işçilerin, emekçilerin, kent ve kır yoksullarının neoliberal saldırılara karşı yükselttiği kararlı direniş yeni başlamadı. Direnişin ilk kitlesel kıvılcımı, 1 Ocak 1994'te Meksika yerlilerinin Zapatistalar önderliğinde başlattığı ayaklanma ile çakılmıştı. Bu ayaklanma, emperyalist tekellerle işbirlikçileri tarafından sürdürülen sınırsız sömürü, yağma ve ırkçılığa karşı direnişin yeni bir evreye sıçradığının somut göstergesi olmuştur. Öncesi olmakla birlikte bu aşamadan sonra kıtada, egemenlerden radikal tarzda hesap sorma süreci fiilen başlamış oldu. Grevler, genel grevler, kentsel ve kırsal ayaklanmalar, devlet başkanlarının kovulması, meşru-militan direnişlerle gerici rejimlere geri adımlar attırılması, emperyalist tekellerin tavizler vermeye zorlanması vb. yaygınlaştı.

Gelinen aşamada egemenler adına başa geçen yönetimler, demagoji amacıyla da olsa neoliberal politikalara karşı olduklarını ilan etmek zorunda kalıyorlar. Bu vaatlerinin yalan olduğunun anlaşılması ise, ayaklanmaların yeniden başlaması ve başa geçenlerin utanç verici bir şekilde kaçmasıyla sonuçlanıyor. Ekvador, Bolivya, Arjantin örneklerinde görüldüğü gibi artık burjuvazi eskisi gibi yönetemez hale gelmiştir. Emekçilerin, önce İspanyol sömürgeciliğine, ardından ABD emperyalizmine karşı gelişen direnişlerden devraldığı tarihsel miras, kıta halkları arasındaki etkileşimle birleşince, militan direniş eğilimi kıtasal bir boyut kazanmaktadır. Yönetememe krizi içinde debelenen burjuvazinin en azından bir kesimi, Chavez, Morales gibi seçenekleri -geçici de olsa- bir çıkış olarak görecek hale gelebiliyor. Elbette sömürücü sınıfların ayrıcalıklarına dokunmadıkları sürece…

Meşru-militan zeminde gelişen sınıf çatışmaları siyasi istikrarı olanaksız kılarak egemenleri zayıflatırken, militan direnişle elde edilen kazanımlar ise emekçilerin özgüvenlerini arttırıyor. Emekçilerin oy verip bir sonraki seçim için birkaç yıl evinde beklediği dönem geride kalmıştır. Bunun yerine başkan adaylarına ültimatom veren, talepleri yerine getirilmediği takdirde devlet başkanlarını devirerek ülkeden kovan emekçi halklar var. Sömürü ve yağmaya karşı verilen mücadelenin başarısı için olmazsa olmaz olan kitle inisiyatifinin açığa çıkması, işçi sınıfı ile müttefiklerinin demokrasi okulunda eğitim sürecinden geçebilmesinin önünü açıyor.

Muazzam olanaklar ve aşılması gereken zaaflar

Neoliberal saldırıya komuta edenlerin pervasızlıkta sınır tanımaması, toplumların farklı kesimlerinin aynı anda isyan etmesini kaçınılmaz kılmıştır. Böylece ABD emperyalizmi ile kıtadaki müzmin uşakları, egemenliklerinin sonunu hazırlayacak süreci hızlandırmış, emekçilerin militan eylemlerle dışavuran öfkesinin önüne nasıl geçeceğini bilemez hale gelmiştir. Irak bataklığında çırpınan dünya jandarması “arka bahçe”yle yeteri kadar uğraşma fırsatı bulamazken, gerici rejimler ise yüzbinlerin, hatta kimi zaman milyonların başkaldırısı karşısında etkisiz kalmıştır. Geleneksel olan devlet terörü politikaları kısa sürede işe yaramaz hale gelmiş, emekçilerin kabaran öfkesi karşısında geri çekilmek zorunda kalmıştır. Dahası kimi zaman devrimci şiddete başvuran emekçiler, böylece şiddeti gerici devletlerin tekelinden de çıkarmıştır.

“Sol dalga”ya dönüşen emekçilerin meşru-militan mücadelesi, neoliberal saldırının hedefindeki farklı kesimleri birleştirmiş, kıtanın “ulusal sorun”u olan yerlilerin sorunları, işçi sınıfı ile sol güçlerin gündemine girmiş; sol akımlara karşı mesafeli duran yerliler de düzen karşıtı diğer güçlerle aynı zeminde buluşmuşlardır. Mücadele süreci içinde sağlanan birliktelik kitle hareketinin gücünü arttırmakla kalmamış, aynı zamanda burjuva yasalarına takılmayan militan mücadele biçimlerinin yaygınlaşmasını da olanaklı kılmıştır. Kapitalistlerin kimi alanlardan kovulması, devlet binalarının ele geçirilip yakılması, askeri kışlaların kuşatılması, en büyük ulaşım yollarının tutulması, kolluk kuvvetlerinin kurduğu barikatların dinamitlerle dağıtılması vb. emekçilerin meşru eylemleri arasında yeralmıştır.

Latin Amerika kıtasına damgasını vurmaya başlayan emekçi kitle hareketinin güçlü yönlerinin yanısıra temel önemde zaafları da bulunmaktadır. Bunlardan en önemli ve esas olan zaaf, iktidarın toplumsal bir devrimle ele geçirilmesi bilincinin henüz yeterli ölçüde gelişmemiş olmasıdır. Genelde hareketin programatik ufku, kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldırmadan belli reformların yapılması, bu amaçla reformist sol çizgi temsilcilerinin seçimler yoluyla başa getirilmesi sınırını fazla aşamıyor. Farklı nedenlerden kaynaklanan bu zaaf, devrimci kitle mücadelesinin gelişimi içinde aşılabilir. Nitekim, seçimler ve parlamento ile köklü bir çözümün hiçbir biçimde olanaklı olmadığı, bu yollarla sınırlı reformlardan öteye gidilemediği, kapitalizmi tümüyle ortadan kaldırmak, böylece sermayenin ve emperyalizmin sömürü ve baskısını kesin olarak yoketmek için bir toplumsal devrimin şart olduğu, en azında hareketin bazı bileşenleri tarafından dile getirilmeye başlanmıştır.

Belli akımlar şahsında devrime yapılan vurgu yeni arayışların ifadesidir. Latin Amerikalı işçi ve emekçilerin temel ihtiyacı; kapitalist sömürüyü sınırlayan değil fakat tamamen ortadan kaldıran devrimci bir programı temel alan komünist bir önderliktir. Bu nitelikte bir önderlik doğası gereği, kapitalist devlet aygıtını reforme etmeyi değil fakat tümden parçalamayı stratejik çizgi olarak benimseyen bir yapıda olacaktır. Komünistler, devrimci kitle hareketlerinin, gelecekte kendilerine doğru devrimci bir çizgide önderlik ihtiyacını karşılayacak siyasi öznelerin ortaya çıkmasına uygun bir nesnel maddi zemin oluşturduklarını pek çok kere dile getirmişlerdir. Latin Amerika'daki işçi ve emekçi hareketi bugünkü canlılığını koruduğu ve güçlendirdiği sürece bu tür önderliklerin ortaya çıkması, ya da halen varolanların güç kazanıp öne çıkması da o denli olanaklı olabilecektir.

------------------------------------------------------------------------------------------

1700'ü aşkın AEG işçisi süresiz greve çıktı

Almanya'nın Nürnberg kentinde Electrolux tekeline bağlı olarak üretim yapan AEG Fabrikası'nda çalışan işçiler greve çıktı. AEG patronuyla Alman IG-Metall Sendikası arasında sürdürülen görüşmeler anlaşmazlıkla sonuçlanınca, AEG işçileri süresiz greve başladı.

Bir süre önce saldırı sinyalini veren Electrolux patronları, 2007 yılında fabrikayı kapatma ve bazı bölümlerini Polonya'ya taşıma kararı aldıklarını açıklamışlardı. Yaklaşık üç aydır sendika ile AEG patronları arasında süren görüşmelerden sonuç çıkmadı. AEG patronlarının fabrikayı kapatma ve 950 işçiyi atma dayatmasında ısrar etmeleri üzerine anlaşma sağlanamadı.

500'ü Türkiye kökenli, farklı uluslardan 1733 işçinin yüzde 83'ünün IG-Metall'de örgütlü olduğu AEG'de, yapılan oylamada işçilerin yüzde 96.35'i greve “evet” dedi. 19 Ocak akşamı grevi başlatan işçiler grev çadırı kurdular. İşçilerin ihtiyaçlarını karşılamak için seyyar mutfak ve benzeri hazırlıklardan sonra giriş kapısına ve bütün duvarlara “Bu işyerinde grev var!” pankartları astılar. İşçiler, soğuk havaya rağmen, davul ve zurna eşliğinde hep birlikte çekilen halaylarla greve merhaba dediler. “Mücadele edeceğiz ve direneceğiz!” diyen işçiler, mücadeleyi sonuna kadar götürme konusunda kararlı görünüyorlar.