20 Ağustos 2005
Sayı: 2005/33 (33)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sınıfa güven kazandıran bir çalışma
  Erdemir işçisi yağmacılara
karşı nöbette
   Özelleştirmeler ve uygulanmayan
mahkeme kararları
  Belediye Gelirleri Kanun Taslağı
yasalaşmayı bekliyor
  Özelleştirmeye karşı mücadele ve sorunları
İşsizliği kapitalizm üretiyor
Deprem öldürdü, kapitalizm
süründürüyor!
  KESK’in “eylem” takvimi!
  Görüşmelerden çekilip greve hazırlanılmalı!
  Tersanelerde iş cinayetleri biz sessiz
kaldıkça devam edecek!..
Örgütlenelim ve ayağa kalkalım!
  Kapitalist barbarlık bebeklerimizi de
katlediyor!
  Emekçi kadın özgürlük ve eşitlik, yani sosyalizm ister!
  Mamak II. Kültür ve Sanat Festivali
deneyimi (Orta sayfa).
  Başarılı ve coşkulu bir festival
  Siyonist işgalciler Gazze Şeridi’ni
boşaltıyor
  İran’a ABD-İsrail tehdidi

  İşgalcinin gölgesinde yapılan anayasa
pazarlıkları tıkandı

  Bush yönetimi “arka bahçe”deki askeri
yığınağı arttırıyor
  Bir gezi ve anlattıkları
  ODTÜ’de soruşturma saldırısına karşı
kampanya
  Taban inisiyatifleri üzerine /Kamu Emekçileri Bülteni
  Şoven gericiliğin
hizmetindeki aydınlar
  Genç İşçi Bülteni'nden
  Çernobil, kanser ve devlet gerçeği...
  Tekirdağ F Tipi'nde saldırılar
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Bebek ölümleri, kapitalizm ve sağlık sistemi gerçeği

Geçtiğimiz haftalarda Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Yenidoğan Servisi'nde tedavi gören iki bebeğin daha ölmesi, Edirne, Manisa ve Kayseri'de hayatını kaybeden toplam bebek sayısının 18'i bulması üzerine tartışmalar bir kez daha sağlık sistemi üzerinde yoğunlaştı. Ölümleri münferit olaylar olarak gösterip durumu kurtarmaya çalışan Sağlık Bakanlığı'nın açıklamaları ile Tabipler Birliği ve Tabipler Odası gibi kurumların açıklamaları birbirleriyle çelişecek ifadeler içeriyor.

Ölümlerin yaşanmasıyla arka arkaya heyetler oluşturan Sağlık Bakanlığı'nın resmi açıklamalarına göre bebek ölümlerinin etkeni Serratia adı verilen antibiyotiğe son derece dayanıklı, öldürücü bir bakteridir. Bu bakterilerin sebep olduğu enfeksiyon hastalıkları dünyanın en önemli sağlık sorunlarının başında geliyor. Açıklamalarında diğer gelişmiş ülkelerde enfeksiyon hastalıkları ile ilgili sayısal veriler de veren Bakan Recep Akdağ'a göre hastanenin şartları ve orada enfeksiyon önleme usullerine ne kadar uyulup uyulmadığı da önemli bir etkendir. Bebek ölümlerinin kendilerini de ziyadesiyle üzdüğünü ve bir yıldır müstakil olarak her hastanenin uyguladığı kuralların ulusal bir program haline getirilmesi için çalışmalar yapıldığını da açıklamalarına ekledi.

Bakanlığın açıklamalarının ardından sorumlu bilim insanlarından peşisıra konuyla ilgili açıklamalar geldi. Konunun uzmanlarından Prof. Dr. Haluk Eroksoy, son iki ayda yaşanan enfeksiyonları sıradan kabul etmenin mümkün olmadığını, alarm vermenin gerekli olduğunu, yaşananların dünyadaki örneklerle karşılaştırılamayacağını çünkü bunun artık yurt genelinde bir salgının habercisi olduğunu ifade etti. Anadolu Sağlık Merkezi Enfeksiyon Hastalıkları Bölüm Başkanı Prof. Dr. Semra Çalangu da ölümlerin personel eksikliği ve eğitimsizliğinden kaynaklandığının altını çizerek, ‘Dünya standartlarında bu servislerde iki hastaya bir hemşire düşer. Bizde bu rakamın en azından beş hastaya bir hemşire haline getirilmesi gerekli' diyerek istihdam politikalarının insan sağlığına aykırılığını gözler önüne serdi.

Sağlık Bakanlığı'nın sorumsuzca açıklamaları ve konuya gereken özeni göstermemelerinin üzerine Türk Tabipler Birliği (TTB) ve İstanbul Tabip Odası (İTO) biraraya gelerek konuyu araştırmak için bilimsel bir komisyon kurdu. TTB- İTO görevlileri, konu ile ilgili uzmanlık dernekleri yöneticileri, tıp fakültesi öğretim üyeleri, eğitim hastanesi eğiticileri ve hemşirelik dernekleri yöneticilerinin yeraldığı komisyon, konuyla ilgili hazırlayacağı kapsamlı raporu hükümet ve Sağlık Bakanlığı yetkilileri, YÖK, tıp fakülteleri, eğitim ve hizmet hastanelerinin bilgisine sunacak. Araştırmalarına başlayan komisyonun ilk açıklamaları da Bakanlığın açıklamalarını yalanlayan ifadeler içeriyor:
* Enfeksiyona bağlı ölümler bütün dünyada tüm ölüm nedenleri arasında ilk sıralardadır, fakat enfeksiyonların görülme sıklığı ülkelerin sosyo-ekonomik gelişme düzeyiyle yakından ilişkilidir. Gelişmiş ülkelerde enfeksiyon oranları %5-10'u aşmazken, geri kalmış ülkelerde %20-30'a kadar çıkıyor.
* Bakan Akdağ'ın dünyanın her yerinde böyle şeyler oluyor açıklamaları kabul edilemez. Çünkü Türkiye'de ortaya çıkan bir salgın durumudur. Salgının ortaya çıkması ise bir şeylerin eksik olduğunun veya ihmal edilmiş olduğunun göstergesidir.
* Bu ciddi sorunun ortaya çıkmasında sağlık personelinin istihdamı ve eğitimi kilit önemdedir. Hemşire ihtiyacı son derece fazlayken 35 bine yakın hemşire işsizdir. Ayrıca ‘sayıca yeterli olsa dahi hizmet içi eğitimden geçmemiş, donanımsız, sık sık değişen ve iş güvencesiz sözleşmeli hemşire ve yardımcı personel istihdamıyla nitelikli bir yoğun bakım hizmeti vermek mümkün değildir'.
* Sorunun bir diğer nedeni yoğun bakımlarda gerekli olan malzemelerin eksikliği ile altyapı eksiklikleridir. Yeterli hijyen sağlayıcı malzemelerin ve yoğun bakım yatağının olmayışı ciddi bir sorundur.
* Erken tanının en önemli sorun olduğu enfeksiyon hastalıklarında, 20 hastaya 1 hemşirenin düştüğü koşullarda bu neredeyse imkansız hale gelmektedir.
* Türkiye'deki bebek ölümleri oranı hiç de dünyayla kıyaslanabilir değildir. Savaş ve işgal koşullarında yaşayan Irak dışındaki komşu ülkelerden çok daha yüksek bir bebek ölüm oranına sahibiz.
Yaşananlar sağlık sisteminin iflas etmiş olduğunun göstergesidir. İşçi ve emekçilerin sağlığının değil daha fazla kârın başat kabul edildiği sağlık politikalarıyla çok daha vahim tablolarla karşılaşacağımız büyük ve acı bir gerçektir. Entegrasyon programları çerçevesinde tezgahlanan, sağlıkta dönüşüm makyajıyla bizlere sunulan aslında sağlığın özelleştirilmesidir, daha fazla hastalıktır, daha fazla ölümdür. Henüz yeni doğmuş bebeklerin katili olan kapitalizm hepimiz için çok daha yıkıcı kararlar almaktadır. Bu kararları bozmak için elele vermekten başka çaremiz yoktur.

-------------------------------------------------------------------------------

Kadınlar ne ister ya da kadınlardan ne istenir?...

Emekçi kadın özgürlük ve eşitlik, yani sosyalizm ister!

B. Utku

Yol kenarında bir reklam panosu... Üzerinde kocaman puntolarla ‘Kadınlar ne ister'' yazıyor. Geçen senelerde vizyonda olan Mel Gibson ve Helen Hunt'ın başrollerini paylaştığı filmin reklamı değildi yapılan. 8 Mart Kadınlar Günü(!) vesilesiyle açılacak olan serginin tanıtımıydı. Reklamın içinde sorulan soruya cevap da verilmişti dokuz kalemde: Güzellik salonları, kozmetik, kadın sağlığı, bijuteri, tekstil, hediyelik eşya, zayıflama programları, gümüş, medikal.

Kadınların istedikleri bu tabloya bakarsak tek kalemde toplanabilir cinsten: Güzellik. Zira vakit ayırıp sergiyi gezmeye gitmiş olanlar kadın sağlığı vb. standlarda da tanıtılanın selülitlerle, çatlaklarla mücadele yöntemleri olduğunu görmüşlerdir. Sergiyi düzenleyen kişilere göre ‘kadınlar güzellik ister'ler!..

Tempo dergisinin Haziran sonlarında yaptırdığı bir araştırmaya göre kadınlar erkeklerden daha çok iltifat duymak istiyorlar. Araştırmaya katılan kadınların %62'si erkeklerden iltifat duymak istediklerini ifade etmiş. 500 kişilik denek grubunun %62'si de erkeklerin daha iyi iltifat etmeyi öğrenebileceğini söylemiş. Tempo dergisine göre ‘Kadınlar şımartılmak ister'!..

‘Kadınlar ne ister' sorusuna bir cevap da 14 Ağustos günü kadından sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu'dan geldi. Nimet Çubukçu'ya göre kadınların en büyük sorunu sadakatsiz eşmiş. Kadınların en büyük isteği de kendisini üzen erkeğin cezalandırılması oluyormuş. Çubukçu buradan hareketle zinanın suç olmasının, aldatılıp terkedildiği için yoksulluk ve sıkıntı içinde yaşayan kadınların talebi olduğunu söylüyor, ‘Kendilerine yapılanı çok büyük haksızlık görüyor ve cezalandırılmalarını istiyorlar'. Bakan Çubukçu da böylece ‘kadınlar ne ister'in cevabını verenler kervanına temsil ettiği siyasi görüş ve sınıf bakışaçısıyla katılıyor. Bakan Çubukçu'ya göre ‘Kadınlar yasaların kendinden yana olmasını istiyor'!..

Aslında verilenlerin tümü ‘kadınlar ne ister' sorusunun değil ‘kadınlardan ne istenir' sorusunun cevapları. Kadınlardan güzel-alımlı olmaları istenir. Makyajına özen gösterip takılarını kıyafetiyle uygun bir şekilde takabilmesi istenir. Model gibi değil belki ama kilosuna dikkat etmesi, son çıkan kozmetik-medikal ürünleri takip etmesi istenir. Güler yüzlü olması, kendisinin ve eşinin ailesinin, aile dostlarının gönlünü kazanabilmesi için ufak hediyeler alması istenir. Erkeklerle ilişkilerinde iltifat bekleyip, kaprisler yapan taraf olması istenir. En sonunda ailenin dişi kuşu, kocasına ve çocuklarına bağlı, hamarat olması fakat aldatıldığında devletin mahkemelerine, yasalarına acılarını dindirmesi için başvurması beklenir.

Geleneksel rolüne uyan tüm bu yakıştırmalar mıdır kadını tanımlayan? Kadın yeryüzünün yarısıdır. Dünyayı yaratan emekçi ellerin yarısı. Dünyadaki bütün zenginlikleri üreten alınterinin yarısı. Gücü kadar mübarek, emeği oranında vazgeçilmez, fakat bir o kadar da farkındalıktan uzak.

Emekçi kadın ne ister? Asıl kadının ne istediğini belirleyecek olan soru budur. Emekçi kadın gece yattığı yatağın sabahın erken saatlerinde iş makineleri altında parçalanmamasını ister. Başını sokabileceği, çocukları ve eşiyle korkusuzca yaşayabileceği, az çok ekip biçebileceği küçük bir bahçesi olan ev ister. Akşam evinde sağlıklı değilse bile karınlarını doyurmaya yetecek kadar sıcak bir aş ister. İşyerinde insanlık dışı koşulların biraz olsun azalmasını ister. Ay sonunu nasıl getireceğinin kaygısını gütmeden kendisine yeni giyecek alabilmeyi ister. Tacize, tecavüze, aşağılanmaya maruz kalmadan gezip dolaşabilmeyi ister. Karşısından gelenlerin yüzlerine bakmak pahasına kafasını kaldırıp yürüyebilmeyi ister. Dünyayla ilgili, kendi hayatıyla ilgili fikirlerini söylediğinde ‘saçı uzun aklı kısa, sen ne anlarsın' denmemesini ister. Çalıştığı oranda eşit ücret almak, sendikalarda eşit söz hakkı ister. Kısacası emekçi kadının ne istediğini de tek kalemde toplayabiliriz; özgürlük ve eşitlik, yani sosyalizm ister!..
Kapitalizm, kadın ya da erkek işçi ve emekçilerin kendilerine verilen rollere karşı çıkmaksızın oynaması üzerine kurulu bir eşitsizlik düzenidir. Bu düzende kadına da yukarda sıraladığımız roller verilmiştir. Mutluluk alanı olarak evinin dört duvarı çizilmiştir. Kadınların ne istediği değil, onlardan ne istendiğidir hayatlarımızı belirleyen. Oysa ki ‘göğün yarısını yaratan bizler, kafamızı kaldırıp gökyüzüne bakmadıkça' gücümüzü farketmeyeceğiz. Ellerimizi birleştirmeden korkusuzca birbirimizi sevebileceğimiz günlere ulaşamayacağız.

Ne istediğimizin gerçekten önemli olduğu tek sistem sosyalizmdir. İşçi ve emekçiler geleceklerinin idaresini kendi ellerine aldıkları an, kadının da kendi geleceğini özgürce çizebileceği günler başlayacaktır.