20 Ağustos 2005
Sayı: 2005/33 (33)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sınıfa güven kazandıran bir çalışma
  Erdemir işçisi yağmacılara
karşı nöbette
   Özelleştirmeler ve uygulanmayan
mahkeme kararları
  Belediye Gelirleri Kanun Taslağı
yasalaşmayı bekliyor
  Özelleştirmeye karşı mücadele ve sorunları
İşsizliği kapitalizm üretiyor
Deprem öldürdü, kapitalizm
süründürüyor!
  KESK’in “eylem” takvimi!
  Görüşmelerden çekilip greve hazırlanılmalı!
  Tersanelerde iş cinayetleri biz sessiz
kaldıkça devam edecek!..
Örgütlenelim ve ayağa kalkalım!
  Kapitalist barbarlık bebeklerimizi de
katlediyor!
  Emekçi kadın özgürlük ve eşitlik, yani sosyalizm ister!
  Mamak II. Kültür ve Sanat Festivali
deneyimi (Orta sayfa).
  Başarılı ve coşkulu bir festival
  Siyonist işgalciler Gazze Şeridi’ni
boşaltıyor
  İran’a ABD-İsrail tehdidi

  İşgalcinin gölgesinde yapılan anayasa
pazarlıkları tıkandı

  Bush yönetimi “arka bahçe”deki askeri
yığınağı arttırıyor
  Bir gezi ve anlattıkları
  ODTÜ’de soruşturma saldırısına karşı
kampanya
  Taban inisiyatifleri üzerine /Kamu Emekçileri Bülteni
  Şoven gericiliğin
hizmetindeki aydınlar
  Genç İşçi Bülteni'nden
  Çernobil, kanser ve devlet gerçeği...
  Tekirdağ F Tipi'nde saldırılar
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Sınıfa güven kazandıran bir çalışma

İşçi sınıfı ve emekçilerin özgüvenden yoksun olması, sınıf kitlelerini saran güvensizlik kurultay çalışmasını örgütlerken karşılaşacağımız en ciddi sorunlardan başında gelmektedir. Bu sorun, yalnızca kurultay çalışması bağlamında değil, attığımız her adımda karşımıza çıkmaktadır. En ilerisinden en gerisine kadar sorunun işçi sınıfının tüm bölüklerini kesen bir yanı var. Dolayısıyla bu vesileyle bu ve benzeri sorunları tartışmaya açmak, etkili bir müdahale açısından oldukça işlevsel olacaktır.

Hemen belirtelim ki, sınıfa bugün en çok ihtiyacı duyduğu şeylerin başında gelen güveni kazandırmak için kurultay çalışması önemli bir girişim ve fırsattır. Yalnızca güven ve özgüven konusunda da değil, sınıfı sınıf yapan temel siyasal ve moral bir takım değerleri canlandırmak bakımından da sınıfa yaraşır, siyasal ve ideolojik içeriği güçlü bir kurultay çalışması örgütlenmeliyiz.

Güven-özgüven sorununa yaklaşım

Sıklıkla işçilerin ağzından ‘bu işçilerden bir şey olmaz', ‘bu işçilerle beraber bir şey yapılamaz' ya da ‘bu işler iyi, güzel de bunları kim yapacak' cümlelerinin döküldüğünü duyarız. Bunu böyle ifade eden işçilerin pek çoğu, kendilerini diğerlerinden ayrı bir yere koymaktan geri durmaz ama genellikle bir adım ileri çıkma cüreti de gösteremezler.

Haklı olarak bunları söyleyen kişilere ‘aslında sen kendine güvenmiyorsun' deriz. Çoğunlukla da bu güvensizliği, neredeyse yalnızca bir takım korkulara ve bireysel kaygılara bağlar ve bu sınırlarda bir takım öznel müdahalelere konu ederiz.
Peki bu bakış, bu tarz ne kadar doğru, bu temeldeki müdahaleler ne kadar yeterlidir?

Mesele ilk bakışta basit gibi görünse de, kapsamı ve çözümü hiç de basit değil. Gerçekten de pek çok işçi, mücadelenin sorumluluklarından kaçmanın, korku ve kararsızlıklarının üstünü örtmenin bir mazereti olarak başkalarına güvenmemeyi öne sürüyor. Bu da gerisin geriye güvensizliği, özgüven yoksunluğunu daha da artırıyor. Görece daha ileri, öncü işçiler ise bu sorunu, nesnel zemininden koparıp öznel bir sorun olarak gereğinden fazla büyütme eğilimi gösteriyorlar. Devrimci saflarda mücadele eden bazı işçilerin de bu eğilimlerin etkisinde kalması hiç şaşırtıcı değil. Gerilik geriliği, güvensizlik güvensizliği besliyor. Böylece, tahribatın boyutları daha da artıyor, pek çok engelin yanısıra bir güvensizlik duvarıyla karşı karşıya kalıyoruz. Haklı olarak çabamızın önemli bir kısmını bu sorunu çözmek için harcıyoruz. Fakat güven ve özgüven sorununun kapsamı ve niteliği bu güncel görünümü aşıyor.

Sınıf mücadelesinin binbir sorunuyla köklü bağlara sahip olan özgüven sorunu kendi başına ele alınamayacağı gibi, bireysel bir sorun olarak da görülemez. Özgüven yoksunluğunu bireysel bir sorun olarak ele almak, siyasal ve sınıfsal bağlamından kopartmak meseleyi daraltmak ve basitleştirmek olur. Sorun hangi pratik biçimde tezahür ederse etsin biz tek tek bireylere-bireysel durumlara ve bireysel özelliklere göre değil sınıfa, sınıfsal ihtiyaçlara ve sınıfsal değerlere bağlı olarak, bunu esas alan bir müdahale tarzında ısrar etmeliyiz. Bireysel özgünlükler ancak bu temel esaslar gözetildiği koşullarda hesaba katılıp özgün müdahalelere konu edilmelidir. Dememiz o ki, toplumsal zeminine, sınıfsal kaynaklarına inmeden korkuyu, korkunun beslediği özgüven yoksunluğunu aşamayız.
Bu bağlamında sorunu biraz daha açalım.

Sınıfa güvensizliğin ve özgüvenden
yoksunluğunun arkasında ne var?

Bir takım korkular ve bireysel kaygılar elbette özgüven yoksunluğunu besliyor. Ama korku da toplumsal bir olgudur nihayetinde. Onun da gerisinde başka şeyler var. Kimse annesinin karnından korkak ya da cesur olarak doğmaz, korkak ya da cesur davranmayı-olmayı zamanla sosyal yaşamın içinde öğrenir. Büsbütün korkak ya da cesur insanlar aramak ise boşunadır. Bir özdeyişte de ifade edildiği gibi, ‘tavşan korktuğu için değil, kaçtığı için korkar'. Demek ki, korkuya yolaçan şeyle yüzleşmek, onu aşmanın ilk temel adımıdır. Bu bireysel anlamda olduğu gibi, toplumsal anlamda da böyledir.

Bir takım korku, risk, tehlike ve kaygılar vardır ki, bunlar ileriye doğru bir adım atmaya, bir şeyler yapmaya engel olmadıkları gibi, bizzat bunu hızlandırırlar; inisiyatif almanın, öne çıkmanın, birlikte hareket etmenin zeminini düzlerler. Halkların ve ezilen sınıfların geçmiş dönemlerdeki kahramanlıkları ya da kahramanları işte böyle dönemlerin ürünleridirler. Bugün aşağı yukarı böyle bir durumla karşı karşıyayız, böyle bir dönemden geçiyoruz. Emperyalist barbarlığın yolaçtığı savaşlardan, kapitalizmin hızlandırdığı topyekûn yıkımdan duyulan korku ve kaygıların nesnel planda olduğu kadar öznel planda da devrimci mücadeleyi güçlendiren bir zemin ve olanak yaratmadığını kim iddia edebilir? Gelecek kaygısının sınıf mücadelesini hızlandırmadığını kim söyleyebilir? İşsizliğin ve sefaletin diz boyunu aştığı bir dönemde hangi işçi, bu gelişmelere kayıtsız kalabilir?

Kuşkusuz bütün mesele bunları değerlendirebilmektir. Eğer bu olanakları değerlendiren, somut güce ve çözüm yolunda bir imkana dönüştüren bir alternatif yoksa, mevcut durumundan kendiliğinden değişmesi beklenemez. Elbette öncelikle gelecekten beklentisi olmayan, bir gelecek tasarımı olmayan bir sınıfın özgüveni de olmaz, olsa da bu bir işe yaramaz. Ama bir işçi, gelecekten yalnızca kendi ailesinin geleceğini ve kısa dönemli çıkarlarını anlıyorsa, elbette bu onun geri durmasını, mevcut duruma boyun eğmesini de kolaylaştırır. Eğer ortada, kendi içinde kenetlenen, kader birliği yapan bir sınıf yoksa kaçınılmaz olarak ortak kaygılar geri ve bireysel eğilimler olarak boy verir.
Öte taraftan korku ya da bir takım bireysel kaygılar özgüven yoksunluğunun yalnızca bir boyutudur. Sorunun kökleri daha derinlerdedir. Eğer başka türlü olsaydı, bireysel cesareti olan işçilerin daha ileri bir tutum almaları, en azından mücadele konusunda bir özgüvene ve açıklığa sahip olmaları gerekirdi. Oysa gerçek durum bu değil. Bu değil, çünkü özgüveni sağlayan, sınıf içinde güveni perçinleyen şeylerin başında, herşeyden önce aynı sınıfa mensup olma bilinci gelir. Buna bağlı olarak ortak bir dava, ortak çıkarlar etrafında hareket etmenin haklılığı ve meşruluğu gelir. Eğer bu değerler yoksa ya da zayıfsa, bu zeminde korkular da büyür, güvensizlikler de. Demek ki, güvensizlik sorunundan hareketle korku ya da bireysel kaygılarla karşılaştığımız yerde, aslında biz meseleyi bu sınıfsal zeminde tartışmaya açmalı, müdahalelerimizi bu zeminde yerine getirmeliyiz. Bireysel korkuları ancak bu zeminde ezebiliriz çünkü.

Fikri planda sosyalizm düşüncesine kapalılığı, pratikte sınıf mücadelesine inançsızlığı ve düzenden beklenticiliği de, güvensizliği besleyen etmenler arasında saymak gerekir. Bu durumun yalnızca düzenin gerici, şovenist propagandalarının etkisi altında kalan kesimlerini değil, daha geniş sınıf kesimlerini kesen bir yanı var. Fakat ne kadar kapalı ve inançsız olurlarsa olsunlar, bıçak kemiğe dayandığında bu işçilerin harekete geçmekten geri kalmadıklarını, sayısız tarihsel ve güncel örnekten biliyoruz. Bunun son örneği, AKP'ye oy veren SEKA ve Seydişehir işçilerinin eylemleridir, ezici bir çoğunluğunun üyesi olduğu AKP'ye aldıkları tutumdur. Dolayısıyla, bu verili durumu kendi içinde ele almak mümkün değil.

Asıl mesele, sınıf hareketinin bugünkü durumu ve düzeyidir. Sosyolojik olarak kılı kırk yaran bir bakışla da meseleyi ele alsak, sınıf hareketinin verili durumunu, buna müdahaleyi hesaba katmadıkça bu meselede bir çözüme varamayız. Bu ise, yenilgilerden çok mücadele etmeden alınan yenilgilerin, verilen kayıpların ve atılan geri adımların ve genelde sınıf hareketinin içinde bulunduğu durgunluğun, sözkonusu güvensizliği ve özgüven yoksunluğunu daha da artırdığı gerçeğini en öne almak, tüm diğer şeyleri buna bağlamak demektir.

***
Sınıf devrimcileri açısından güven-özgüven sorunu, siyasal ve sınıfsal bir nesnel temele sahiptir ve ancak bu zeminde çözülebilir. Evet, güven ya da özgüven sorunu bir sınıfın siyasal iradesi sorunudur. Özgüveni olmayan, özgüveni kırılmış bir sınıfın, iradesi de kırılmış demektir. Özgüveni ve iradesi kırılmış bir sınıf ise, bırakalım iktidar gibi bir hedef için mücadele etmeyi, biraraya gelip güncel saldırılara derli-toplu karşı koyabilme gücü de gösteremez.

Sonuç olarak, işçi sınıfı özgüvenini bilinç ve örgütlülük düzeyini adım adım geliştirerek, güncel saldırılara karşı yürüttüğü mücadelenin deneyimleri içinde pişerek kazanabilir ancak.
Sınıf hareketinin bugünkü durumu ve düzeyi ne kadar geri olursa olsun, koşullar işçi sınıfını sert ve kapsamlı bir mücadelenin içine itmektedir. Sınıf tabanında ciddi bir rahatsızlık ve buna bağlı arayışlar sözkonusudur. Silkinip ayağa kalkması için sınıf hareketinin en temel ihtiyacı ise, süreklileşmiş, yetkinleşmiş bir politik müdahaledir. Güven sorunu ve daha özelde kurultay çalışması bağlamında yükleneceğimiz temel halkalardan birisi de budur.

İddalar söz planında kalmamalıdır.