Donald Rumsfeld kanun dışı davranışların, en azından bunların bazı türlerinin acısını çekiyor. ABD Savunma Bakanı özellikle gazetelere Irak cezaevlerindeki işkenceyle ilgili sızan fotoğraflar yüzünden sıkıntıda. Cuma günü Washingtondaki senatörlere, Bu artık ulusal güvenliğin ihlaliyle aynı noktaya geldi dedi. İşkencenin onun da midesini bulandırdığını söyledi, ama o meşhur kaşlarını kaldırma hareketini, askeri adaletin tıkır tıkır işlemesine müsaade etmektense bu radyoaktif malzemeyi kamuya açık alana çıkaran hainlere saklamaktan geri kalmadı.
Rumsfeld sadede gelemedi
Başkanı gibi Rumsfeld de gerçekleri pek umursayan biri değil. Ne de olsa gerçekler kendisini, yönetimini ve ulusunu kurban olarak gösterme çabalarını baltalamaktan başka bir işe yaramıyor. Geçen hafta, ikiye bölünmüş televizyon ekranlarının yarısında kendi görüntüsü verilirken, ekranın diğer yarısında verilen tasmanın ucundaki esir, çıplak vücut yığını, parmak uçlarından teller sarkan çıplak ve başına çuval geçirilmiş esirler nedeniyle özür diledi. Hatta hasar için tazminat vermeyi bile teklif etti. Daha da bir sürü korkunç fotoğraf ve videonun geleceği uyarısında bulunmayı da ihmal etmedi. Korktuklarının bir kısmı, bu sabah gazetelerin manşetlerini süslüyor. Rumsfeld bu gibi görüntülerin dünyayı kızdırması nedeniyle üzüldüğünü söyledi.
Fakat kendisini bundan bir yıl önce kötü muameleler hakkında uyarmış olan Kızılhaç kaynakları, ona koalisyon yönetiminde de işkencenin devam ettiğini söylemiş, ama Rumsfeld böyle pek çok uyarıyı havada bırakmış. Bu görüntüler artık sadece talihsiz ve utanç verici görüntüler olmaktan çıktı. Bunlar artık dünyanın Irak işgaline bakışını şekillendiren resimler.
Rumsfeld, nöbetçi kulelerindeki askeri personel tarafından vurularak öldürülen silahsız Iraklı esirlere dair Kızılhaç raporları nedeniyle özür dilemedi. ABD istihbarat servisleri tarafından geliştirilmiş, Irak da dahil olmak üzere tüm dünyadaki güvenlik servislerine öğretilmiş soruşturma teknikleri hakkında tek söz etmedi. Hiçbir şeyle suçlanmamış insanları soruştururken gösterdikleri sadist davranışları kamuoyundan saklamaya çalışan özel sözleşmelileri işe aldığı için en ufak bir pişmanlık belirtisi göstermedi. Yakaladıklarını, kendilerinden bile daha zalim işkence yöntemleri uygulayan başka ülkelere göndermekten üzüntü duyduğuna dair tek bir cümle sarfetmedi. Yüzlerce kişiyi Guantanamo Körfezinde yasaların ulaşamayacağı bir yerde tutmaya devam etmesi nedeniyle en ufak bir üzüntü işarti vermedi. Böyle liderler kendilerini uluslararası hukukun, kendi kanunlarının ve o hayranlık duydukları anayasalarının sınırlarının dışına yerleştirir. Ancak böyle yaparken emirlerine uyan kişileri de yasaların himayesinden çıkarmış olurlar.
George Bush daha başkanlık koltuğuna oturur oturmaz ABDyi uluslararası toplumun dışına çekmeye başlamıştı. Bu yılın başlarında, ABDnin kendini savunmak için dünyanın geri kalanından izin kâğıdı almaya ihtiyacı olmadığını söyleyip, dış ülkelerin itirazlarını bir kenara fırlattı. İçeride de finans, istihbarat operasyonları ve dış ilişkiler konularında Kongrenin denetiminden sıyrıldı. Basının sorularından, diğer tüm modern başkanlara kıyasla daha az basın toplantısı düzenleyerek kaçtı.
Irak fotoğrafları, geri itilmiş bu dünyaya yeniden güçlü bir ses kazandırdı. Washington Post dün, ABD ordusunda Rumsfeldin yönetimine karşı derin bir öfkenin birikmekte olduğunu yazdı. Bazı askerler adlarını açıklayarak Rumsfeldin gitmesini istediklerini söyledi. Tüm bunlar Irak işgalinin politikasında temel bir kaymaya işaret ediyor.
Bunun adı işkence sistemi
Şimdi artık başkalarının ortaya çıkıp, işkence sisteminin -çünkü adı düpedüz budur- ortaya nasıl çıktığına dair görüşlerini ve mevcut durumda ne gibi değişiklikler önerdiklerini açıklamasını bekliyoruz.
Bunu John Kerryden de, Tony Blairden de duymak istiyoruz. Hepsinden önemlisi, Başkan Bushtan hatasını anladığına, bunun istihbarat servislerinin yıllardır geliştirmiş olduğu politikaların dışına çıkmış, üç-beş eğitimsiz yedeğin hatası olmadığına dair bir işaret bekliyoruz.
Bu işaret rahatlıkla başkanlık makamı tarafından verilebilir; Kongreden, koalisyon ortaklarından veya Birleşmiş Milletlerden izin kâğıdına ihtiyaç yok. Guantanamoyu kapatın.
Üzerinde yaşadığımız Ortadoğu denilen bölge, tarih boyunca Eski Dünyanın merkezi oldu. Dünya egemenliği için sahneye çıkan her hegemonik gücün de kaçınılmaz ilgi odağıydı.
Bu durum 21. yüzyılın başında değişmiş değildir. Şimdilerde 21. yüzyılı bir Amerikan yüzyılı yapmak isteyen Amerika Birleşik Devletlerinin (ABD) hegemonik projesinin yolu da her zaman olduğu gibi Ortadoğudan geçiyor.
ABD bölgeye yerleşmek için NATOyu devreye sokmak istiyor. NATOnun bölgeye yerleşmesi için de Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) söylemi peydahlanıyor. Aslında BOP, kendi başına bir proje değildir. NATOnun bölgeye yerleşmesi için gerek duyulan ideolojik bir manipülasyondur. Bu da, NATOnun yeniden yapılandırılması ve yeni işlevlerle donatılması anlamına gelecektir.
Artık NATO, Ortadoğuyu merkez alan ve oraya yerleşmiş, emperyalizmin kolektif güvenliğini sağlayacak bir örgüte dönüştürülmek isteniyor. Bu pis misyonu kabullendirmek için de, Müslüman Ortadoğusuna refah ve demokrasi vadeden bir projeden söz ediliyor. Bu konuda karar çoktan verilmiş durumdadır. BOP türü ideolojik manipülasyonlar bu işin nasıl kotarılacağı ve modalitesinin ne olacağı, bölge halklarının tepkisini hafifletmek, bölgedeki otokratik-komprador rejimlerin yönetici elitlerini ikna etmekle ilgilidir.
BOP söyleminin arkasına gizlenerek yapılmak istenen, bölgedeki devletlerin silahlı kuvvetlerini NATOnun emrine vermek, emperyalist çıkarlara hizmet edecek şekilde yeniden örgütlemek ve biçimlendirmektir. Bunun için de bölge güvenliği, terörle mücadele, bölgeye demokrasi getirme, dünya barışı, vb. gibi bir söyleme ihtiyaç duyuluyor.
Bu projenin gerçekleşmesi durumunda, ABD, Asyadaki ve başka yerlerdeki üslerini küçük ve sürekli olmayan üslere dönüştürmeyi amaçlıyor. Sadece kriz anında müdahaleye uygun yeni bir yapılanma amaçlanıyor. Yükü bölge devletlerinin silahlı güçlerine taşıtma amaçlı bir proje sözkonusudur.
Aslında bu bölge halklarını kendi kendilerinin celladı yapmak demeye geliyor. Ve bu bir başlangıçtır. Eğer bu projenin ilk durağında başarı sağlanırsa, bunun diğer bölgelere doğru genişletilmesi gündeme gelecektir.
İşte İstanbulda 28 Haziranda yapılması planlanan NATO zirvesi, sözkonusu emperyalist saldırının ilk adımını oluşturuyor. Türkiye böylesi bir emperyalist saldırının ev sahipliğini yapmaya hazırlanıyor. Bu amaçla ve muhtemelen Siyonist İsrail, Mısır, Fas, Tunus ve Katarı da zirveye davet edecektir...
Bu emperyalist, neokolonial saldırı, bölge halkları ve tüm dünya halkları için yeni tür bir sömürgecilik statükosunun ete kemiğe büründürülmesi, hayata geçirilmesi demektir.
Bu köleleştirme saldırısı karşısında sessiz ve tepkisiz kalmak, suç ortağı olmak, aşağılanmaya daha baştan razı olmak anlamına gelecektir. Zira, orada sözkonusu olan, sadece bölge halklarının kaderini değil, tüm insanlığın geleceğini angaje eden bir şeydir. Bu zirve mutlaka engellenmelidir.
Emperyalist saldırıya karşı olan, haysiyet bilincine sahip herkes, vakitlice ayağa kalkmalıdır. Bunun için de hızlı ve kapsamlı bir ideolojik netleşme kampanyası vakitlice örgütlenmelidir. Unutulmasın ki, asıl sömürgecilik bilincin sömürgeleşmesidir...
Bilincimizi özgürleştirmeden özgürlük mücadelesi verebilmemiz, özgürlüğümüze sahip çıkmamız, haysiyetli insanlar olarak yaşamamız mümkün değildir....
Tehlike büyük ve geliyorum diyor... Gerisi bize aittir...