15 Mayıs'04
Sayı: 2004/19 (11)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist NATO Zirvesi'ne geçit vermeyelim!
  Genelkurmay, NATO'dan gelecek taleplere karşılık verebilmek için yeni düzenlemelere başladı...
  Emperyalist NATO Zirvesi'ne karşı etkin ve başarılı bir kampanya için!
  Fason YÖK yasası meclisten geçti...
  İşbirlikçilerin yanında yeralanlar "Denizler'in mirasını" sahiplenemezler!
  1 Mayıs'ın aynasından dayanaksız hayaller
  Belediye toplusözleşmelerinde esnek çalışma dayatması...
  Emperyalist NATO müdahalesi için hazırlanan zemin... "Bosna trajedisi" nasıl yaratıldı?
  Irak'ta dünyaya sırıtan emperyalizmin kanlı dişleridir!
  Küstah haydut takımı Iraklılar'dan özür diliyor...i
  Irak'ta işkence yaygın ve sistematik...
  Diyarbakır, Guantanamo ve Ebu Garip...
  SHP solculuğu
  Küba'ya karşı yeni provokasyon
  Dünya Bankası Kongo'da yağmur ormanlarını yağmalıyor
  Fransa'da büyüyen sözde "anti-semitizm"!..
  Ekim Gençliği'nden...
  Bültenlerden...
  Kürdistan'daki siyasal akımlar-2
  Ya dünyamız dev bir çöplüğe dönüşecek, ya da kapitalizm tarihin çöplüğüne gömülecek!
  Direniş: Yaşama sanatı!
  Emperyalist saldırı, BOP ve NATO Zirvesi
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Direniş: Yaşama sanatı!

Sabaha kadar ağlayan bir çocuğun,
Günün ilk saatlerinde
Vazgeçtiği ergen düşleri,
Çamura bulanmış çıplak ayakların
Kurşun sesleri eşliğinde oynadığı saklambaç,
Günleri bulan uykusuzluğa rağmen
Her an yarınlardan korkan bir uykunun
Derinliğe meydan okuyan ürkekliği
Ve görülmüş en korkunç kabusun bile
Gerçek yaşamın karşısında iyimser kalması
Savaşı tarif etmek ne kadar da kolay!
Barış için ise bir tek direnmek kalıyor.

Yıkıntılar arasında bir umut filizleniyor. Direngen bir umut... Kızıl kan lekeleri içerisinde geçmiş bir yaşam, iki büklüm kapaklandığı yerden doğruluyor. Gözlerinin önünde geçmişten fotoğraf kareleri; kulaklarında çığlık sesleri; ellerinde can çekişen, adını dahi bilmediği insanların teninin soğumaya yüz tutmuşluğu... İki büklüm kapaklandığı yerden doğruluyor insan... Hayata seslenecek gücü buluyor kendinde! Bütün gücünü önce bacaklarına veriyor ayağa kalkabilmek için, sesi çıksın diye harcıyor kalanını. Sonra kan gölünün içinde yaşayan diğerlerine gidiyor. Ve bir bir kaldırıyor onları yerden. Yıkıntılar arasından bir umut filizleniyor. Direngen bir umut... Yaşama tutkusunun isyanı duyuluyor dört bir yerden. Bütün dünya duyuyor. Güney Yarım Küre’de brileri uykularından uyanıyor. O gece bu sese kulağını tıkamış olanlar kendilerini teslim ettikleri o ölüm uykusu sırasında insanlığın kurtuluşu düşünü görüyorlar. Uykuları kabus oluyor.

Yaşamın ancak kıyısına ulaşmışken, sönüp giden yaşamların fotoğrafları var her gün gazetelerde. Yaşamın kıyısına ulaşmaya çalışan bir yığın yüzme bilmeyen insanın sudaki çırpınışlarıyla dolu haber bültenleri... Emeklerken henüz, yürümeyi öğrenmemişken bombalardan kaçmayı öğrenen bebeklerin yaralı yüzleri ve yürekleri var. Ve sokakta oynama yaşındaki çocukların, cepheye dönüşmüş oyun bahçelerinde, ilk dans figürlerini mermilerden korunmak için kaçarken öğrendikleri gerçeği var. Bütün bunların yanında gazetelere yansımayan bir fotoğraf daha var ve haber bültenlerinde dillendirilmeyen bir gerçek... Direniş büyüyor! Direnmeyi henüz anne karnındayken öğrenmiş nesiller var, direnmekten başka çaresi olmadığını bilen erişkinler var ve yaşama sevincini direnmenin onurun bağlamış erdemli insanlar var.

Ve kırılgan bir çocuğun sınırları çizilmiş beklentilerinin yeşerdiği coğrafyalara saldırılar artarak sürüyor. Bir kez kanın tadına varanlar, hep daha fazlasını istiyor. Vampir efsaneleri diriliyor. Kemirgenlerin saltanat kavgaları büyüyor. Ama birileri gömüldükleri karanlığı yırtmaya karar vermiş, birileri uyanıyor, birileri ayakta, birileri direniyor... Bu gücün önüne hangi hüküm geçebilir. Özgürlük için verilen mücadelenin karşısında hangi silahın şansı var?

Herşeyin para ile karşılanabildiği bir dünyada yaşıyoruz. Herşeye bir paha biçilebiliyor. Pazarlık konusu yapılan, kimi zaman insanın emeği oluyor, kimi zaman düşleri... Bazen umutlar masaya yatırılıyor. Çoğu kez daha da ileri gidiyor tüccar-katil sınıf, insanlık onuru kanlı pazarlarda yarı fiyatına satılıyor. Kâr sürümden elde ediliyor.

Dünyayı ele geçirmeye gelen uzaylıların anlatıldığı bilim kurgu filmleri vardır. Dünyayı ele geçirip, insanları mutlak hakimiyetleri altına almaya çalışır bu uzaylı yaratıklar... Türlü türevli amaçları vardır. İnsan yaşamına takas ettikleri ekonomik kaygıları vardır. Bilim kurgu endüstrisi aslında bir şekliyle sorunun kaynağını dünya dışında aramaktadır. Bahsedilen bu uzaylı sınıfla, bugün Irak’ı, Filistin’i kana boyayanların, insanları açlığa, sefalete, sömürüye, geleceksizliğe mahkum edenlerin çok fazla ortak özellikleri vardır. Burada uzaylı sıfatı, insanlığa yabancılaşmış insanları anlatmıyor mu?

Yaşamı kucaklamak ve sahip çıkmak gerekiyor... Onu değiştirmek gerekiyor! Bombaların altında ölü çığlıklar atanlar için, yeni bir ülke bulamayanlar için, sığınaklardaki kan gölleri, renk değiştirmiş gökyüzü için, yaşlanmış çocuklar, direnen kadınlar, saklı kalmış umutlar, ezilip geçilen hayaller için...

Kapitalizm dünyayı kırıp geçiren bir mikropsa eğer, bu hastalığı temizlemek gerekiyor. Dünyada dökülen bunca kana rağmen birilerini kan tutmuyorsa ve yaşananlar birilerini rahatsız etmiyorsa ve biz her gece başımızı yastığa koyarken, dünyada onlarca insan açlıktan, sefaletten bedenini toprağa koyuyorsa...

Yaşamı kucaklamak ve sahip çıkmak gerekiyor...Onu değiştirmek gerekiyor!

A. Eylül



Direnen analara!

Sürüklenerek otobüse bindirilirken gördük onları, otobüslerin ardında ‘o daha çok küçük’ diye bağırırken, cansız bedenlere sarılırken, hastane kapılarında beklerken, yumrukları kalkık yüreklerinde sevgi ve öfke saygı duruşunda bulunurken ve ‘Anaların öfkesi katilleri boğacak!’ diye bağırırken... Onlar bizim analarımız, hatırlanması ve unutulmaması gereken...

Analar tüm direnişlerin en ön saflarında yer aldı ve yer almaya devam ediyorlar. Arjantin’de Perşembe Anneleri 1976-83 cunta yıllarında kaybedilen oğullarına, kızlarına ve torunlarına 25 yılı aşkın bir süredir sahip çıkıyorlar. Annelerin suskunluğu bozuşu, Arjantin toplumunun cuntayı sorgulamasına da yardımcı oldu. Anneler Mayıs Meydanı başta olmak üzere tüm mekanlarda, ellerinde çocuklarının fotoğrafları ve başlarında onlarla simgeleşen beyaz eşarplarıyla, eyleme geçtiler. Kayıpların sesi oldular.

Belki onları yaşama döndüremediler ancak direnişleriyle yeni kayıpların önünü almayı başardılar. Ve dahası, Arjantin devletinin suçunu kabul edip tazminat ödeme teklifinde bulunmasını sağladılar. Bu teklifi “biz tazminat değil, çocuklarımızı ve torunlarımızı kaybeden insanların bulunmasını ve cezalandırılmasını istiyoruz” diyerek yanıtladılar. Sadece kendi çocukları için değil, muhalif olan tüm çocuklar için mücadele ettiklerini gösterdiler.

Türkiye’de de kayıp yakınları, Cumartesi Anneleri, benzer bir mücadele örneği gösterdiler. ‘95 Haziran’ından ‘99’a kadar her hafta ellerinde yakınlarının fotoğraflarıyla Galatasaray’ın önünde buluştular. Devletin sistematik yoketme politikası olan gözaltında kayıplara karşı mücadele ettiler. Dört yıl boyunca soğuğa, kara kışa, dayağa, gözaltılara aldırmadan çocuklarının akıbetini sordular. Cumartesi Anneleri OHAL şartlarında kaybedilen 543 yiğit insanın, Hasan Ocak’ın (‘95), Kenan Bilgin’in (‘94), Mehmet Özdemir’in (‘97) ve sayısız faili “meçhul”un hesabını sordular. Cumartesi Anaları direnişçi ve yılmaz kimlikleriyle düzeni zorladılar.

Analar ölüm orucu sürecinde, 19 Aralık’ta ve sonrasında da oğullarını-kızlarını yine yalnız bırakmadı. Cezaevi önlerinde günlerce nöbet tuttular. Gözaltına alındılar, katliamı önceleyen günlerde sivil-faşistlerin saldırılarına maruz kaldılar. Çocukları içerde, onlar dışarıda bedenlerini ölüme yatırdılar. Çocuklarına son kez dokunamadan onları gururla sonsuzluğa uğurladılar.

Bülent Çoban’ın annesi Melek Çoban son bir kez oğluna dokunamayışını şöyle anlatıyor: “Hastaneye tekerlekli sandalyede getirdiler. Operasyondan sonra sırtından, bacağından ve ayağından yaralanmıştı. Çok yakındı, elimi uzattım. Araya elini koydu bir görevli. ‘Dokunursan görüş biter’ dedi. Son bir kez dokunamadım.”

Katliamlara, çocuklarının öldürülmesine rağmen, cezaevlerinde direnen evlatlarına sahip çıkmaya devam ettiler. 19 Aralık katliamında şehit düşen Ali İhsan Özkan’ın annesi Hayriye ana, katliam sonrası yapılan anmada, “F tipi tecrite karşı hep birlikte olalım, mücadele edelim. Devrimci tutsakları sahiplenelim ve o duvarları yıkalım. Devrim şehitlerimiz ölmediler, kalbimizde yaşıyorlar, onlar bir ölür bin doğar” diyebilecek kadar devrimciydi.

Anneler gününüz kutlu olsun! Büyük zorluklarla büyüttüğünüz evlatlarınıza sahip çıktığınız için, oğullarınızın ve kızlarınızın yanıbaşında yer aldığınız için...