15 Mayıs'04
Sayı: 2004/19 (11)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist NATO Zirvesi'ne geçit vermeyelim!
  Genelkurmay, NATO'dan gelecek taleplere karşılık verebilmek için yeni düzenlemelere başladı...
  Emperyalist NATO Zirvesi'ne karşı etkin ve başarılı bir kampanya için!
  Fason YÖK yasası meclisten geçti...
  İşbirlikçilerin yanında yeralanlar "Denizler'in mirasını" sahiplenemezler!
  1 Mayıs'ın aynasından dayanaksız hayaller
  Belediye toplusözleşmelerinde esnek çalışma dayatması...
  Emperyalist NATO müdahalesi için hazırlanan zemin... "Bosna trajedisi" nasıl yaratıldı?
  Irak'ta dünyaya sırıtan emperyalizmin kanlı dişleridir!
  Küstah haydut takımı Iraklılar'dan özür diliyor...i
  Irak'ta işkence yaygın ve sistematik...
  Diyarbakır, Guantanamo ve Ebu Garip...
  SHP solculuğu
  Küba'ya karşı yeni provokasyon
  Dünya Bankası Kongo'da yağmur ormanlarını yağmalıyor
  Fransa'da büyüyen sözde "anti-semitizm"!..
  Ekim Gençliği'nden...
  Bültenlerden...
  Kürdistan'daki siyasal akımlar-2
  Ya dünyamız dev bir çöplüğe dönüşecek, ya da kapitalizm tarihin çöplüğüne gömülecek!
  Direniş: Yaşama sanatı!
  Emperyalist saldırı, BOP ve NATO Zirvesi
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Diyarbakır, Guantanamo ve Ebu Garip...

Serhat Ararat

İşkence, işgalci, sömürgeci, emperyalist sistemin egemenlik altına aldıkları birey ve toplumları sorgulama, teslim alma, utanç içinde bırakarak yeniden direnme olanaklarını ortadan kaldırma yöntemidir!

İşkenceyi bir egemenlik ve yönetme aracı, teslim alma, direniş umudunu kırma yöntemi olarak kullanmayan tek bir işgalci, sömürgeci, emperyalist devlet var mı?

İşkence, emperyalist sistemin ayrılmaz bir parçasıdır. Onun gölgesidir! Emperyalist devletler, kendisinden önceki bütün egemenlik biçimlerinin deneyimlerini ve yöntemlerini kendilerine katmış, en son bilimsel ve teknik olanakları da kullanarak işkenceyi çeşitlendirmiş ve derinleştirmişlerdir.

Emperyalizmin tarihi, bir bakıma işkence tarihidir!

Daha doğru bir deyişle, sınıflı toplumlar tarihi, devletin tarihi, aynı zamanda işkence tarihidir! Tarihte hangi egemenlik biçimi işkenceyi bir yönetim aygıtı olarak kullanmamış ki?

İşgal, istila ve sömürgecilik, egemenlik altına aldığı halkları işkenceyle dirençlerini kırmadan, onurlarını ayaklar altına alıp utanç içinde bırakmadan yönetemeyeceğini düşünmüş, dolayısıyla işkenceyi salt bir sorgulama aracı olarak değil, bir teslim alma, özdirenci kırıma, özgüveni ve özsaygıyı yok etme hareketi olarak uygulayagelmiştir!

Bu nedenle işkence ve işkenceciyi, münferit, şu veya bu sadist ruhlu polisin, askerin, kontranın kural dışı bir davranışı olarak değerlendirmek, işgal, sömürgecilik ve emperyalizmi hiç anlamamak demektir!

İşkence, uygulandığı kişi ve onun üzerinden toplumu teslim alma, özgüven ve özsaygıyı kırarak yönetme yöntemidir! Bu gerçeği kavramadan işkenceye karşı mücadeleyi sonuç alıcı bir tarzda yürütmek ve doğru bir çizgiye oturtmak mümkün değildir!

Son günlerde Irak Ebu Garip cezaevinde sergilenen vahşet fotoğrafları yayınlanıyor ve işkence üzerine yapılan tartışmalar, en önemli gündem maddesini oluşturuyor. İşkencenin varlığı biliniyordu. Basına sızmasa veya sızdırılmazsa (neden sızdırıldığı, bu sızdırmanın hangi hesabın veya politikanın gereği olduğu da ayrı bir tartışma konusudur, burada üzerinde durmak istediğimiz başka noktalardır) Bush ve diğerleri “günah çıkarma” seansları düzenlemez, göstermelik “özür dileme” davranışını sergilemezlerdi. Şimdi, işkenceyi yerel komutanlarla, onların kural dışı davranışlarıyla açıklamaya çalışmaktadırlar. Yani yaptıkları, işkence ile sistem arasındaki doğrudan ilişkiyi gözlerden kaçırmak ve hegemonya politikalarını daha rahat bir biçimde yürütmektir. Oysa çok açık olan bir şey varsa, o da işkencenin işgal ve emperyalist sistemi ayrılmaz bir parçası olduğu, bir yönetme ve denetim altında tutma aracı olarak uygulanageldiğidir!

“Amerikan kurtarıcılığı”, “Amerikan demokrasiciliği” dedikleri, işte, basında yayınlanan fotoğraflardaki vahşetin, mide bulandırıcı zulmün kendisinden başka bir şey değildir. İşgali, emperyalizmi, onun “Büyük Ortadoğu Projesini” bu fotoğraflardan daha iyi anlatan başka bir şey anlatım aracı olamazdı.

İşkence tartışmalarıyla birlikte egemenler cephesinde “timsah gözyaşları” akıtılmaya başlandı. Oysa burada çok büyük bir ikiyüzlülük var. Egemen Türk medyası, “benim işkencecim iyidir” tutumu içindedir. Oysa TC’nin tarihi aynı zamanda işkenceler tarihidir. İşkence poliste, zindanda ve sokakta bir teslim alma ve toplumun kendine olan özsaygısını kırma yöntemi olagelmiştir. Geçmişte Diyarbakır başta olmak üzere zindanlar, gerçek anlamda birer işkence merkezi haline getirilmişti. Bunlar sayısız tanığın sözleriyle ortaya konuldu, belgeleriyle açıklandı. Bugün bile F tipleri bir zulüm cenderesinden başka bir şey değildir. Ne var ki, bugün Ebu Garip için sahte gözyaşı dökenler, bu konuda kıllarını dahi kıpırdatmadılar. Çünkü biliyorlardı ki işkence bir devlet politikasıydı ve “muhalifleri”, devrimcileri susturmanın, Kürt halknı bir bütün olarak bastırmanın ve ona boyun eğdirmenin en etkili araçlarından biriydi.

Bugün Irak’ta uygulanan ve fotoğraflarla belgelenen işkenceyi işgalle, emperyalizmle, onun sınır tanımaz barbarizmiyle açıklayan var mı? Dün orada burada açığa çıkarılan işkence olaylarını sistemin kendisiyle, onun iktidar ilişkileriyle, özel savaş karakteriyle açıklayan var mıydı? Devrimcilerin dışında işkenceyi devlet politikalarıyla bağlantılandırarak açıklayan var mı?

Kürdistan’daki sömürgeci sistemi, onun stratejisi dışında Diyarbakır vahşetini açıklamak mümkün mü? Diyarbakır’ı Esat Oktay Yıldıran’ın sadist kişiliği ile açıklamak mümkün mü?

Ebu Garip zindanlarında fotoğraflarla belgelenen işkenceleri bir sadist ruhlu asker ve kontra ile açıklamak mümkün mü? Hatta bu uygulamaları salt hükümet politikalarıyla açıklamak bile yeterli olmaz. Sistemin temelleriyle, onun hegemonya stratejileriyle bağlantı içinde işkence ve keyfi uygulamalar açıklanabilir, gerçekler yerli yerine oturtulabilir!

Bu noktada işkenceye karşı tavrın özü de çok net bir biçimde ortaya çıkıyor. Kuşkusuz insan hakları savunucularının çabaları anlamlıdır, genel demokrasi mücadelesine katkı sunmaktadır. Ancak sistemin kendisini, onun temellerini, temel politikalarını cepheden hedeflemediği sürece bunun, sınırlı, yetersiz ve son tahlilde sonuçsuz kalacağı kesindir. İşkenceye karşı mücadeleyi sistemin kendisine karşı mücadeleyle birleştirmek, emperyalizmin işgal ve hegemonya stratejisine karşı mücadelenin bir parçası olarak algılamak gerekiyor.

Aslında ABD’nin Irak’taki işkenceleri biliniyordu. Guantanamo’daki işkenceli keyfilik de biliniyor. İşkence sadece Irak’la sınırlı değildi. Guantanamo Üssü’nde yüzlerce tutsak tam bir tecrit altında, hiçbir hukuksal statüye bağlı olmaksızın, sözcüğün gerçek anlamında keyfi bir şekilde tutuluyor. Bu tutsakların bir statüleri yok, savaş esiri değillerdi, tutuklu değillerdi, avukat tutma, yakınlarıyla görüşme, yargılanma, istemlerini iletme ve hak arama olanakları yoktu... Ne olacaklardı? Bu sorunun yanıtı yoktu? Daha kötüsü bu gerçeklik biliniyordu, tüm dünya tarafından… Birkaç etkisiz tepkinin dışında kimsenin kılı kıpırdamıyordu… Guantanamo, bir bakıma, ABD emperyalizminin dünyayı yönetme anlayışı ve tarzının özünü anlatıyordu. Bu yönetim anlayışında hiçbir yerleşik kural, ölçü, yasa veahlaki değer yok. Guantanamo ile ABD dünya çapında yerleştirmek istediği özel savaş sisteminin prototip denemesini yapıyordu. Burada başarılı olursa bunu yaygınlaştırma eğilimindeydi. Ancak Irak’taki işkence gerçeği ortaya çıkarıldı ve emperyalist demokrasicilik oyununun ne olduğu daha iyi anlaşılmaya başlandı.

İşkence altında sömürgeci parçalanmışlığa ve egemenliğe mahkum edilmiş, günlük yaşamı işkenceye dönüştürülmüş Kürdistan halkı her türlü işkenceye duyarlı olmak, ezilenlerin refleksi ve duyarlılığı ile hareket etmek durumundadır. Talabani çıkıp işkenceyi ve işkencecileri mazur gösteren sözler söylediğinde, bu noktada “Kraldan daha kralcı” bir tutum sergilediğinde, en başta bütün yurtsever kamuoyu tepkisini göstermeliydi. Ezilenlerin refleksi ve duyarlılığı bunu gerektiriyordu. Halepçeler’i yaşamış, Enfaller’i yaşamış, Diyarbakırlar’ı yaşamış bir halkın duyarlılığı bunu gerektiriyordu. Eğer bu duyarlılık gösterilmiyorsa, o zaman herşey bir yana vicdanınızı sorgulamak durumundasınız. Diyarbakır, nasıl ki TC’nin Kürdistan politikasının en özlü, en dolaysız ve en yoğun anlatımı ise, Ebu Garip d emperyalist barbarizmin, Büyük Ortadoğu Projesi’nin en özlü, en dolaysız ve en yoğun bir ifadesidir! Bu kadar açığa çıkmış vahşetten sonra kimse ABD işgalini bize “kurtarıcılık”, “demokrasi mücadelesi” olarak yutturmaya kalkmasın! Kalkarsa ne olur, en hafif deyimle ve dini bir söylemle işkence kurbanının “ahına” tutulur!