İspanyadaki saldırıların gerisinde kim var?
Sizin savaşınız, bizim ölülerimiz!
Bu sözler 11 Martta yaşamını yitiren insanların anısına duvara asılmış bir pankartın üzerinde yazılı. 10 milyon insan katliamın ertesi günü İspanyanın çeşitli kentlerinde sokaklara döküldü. Sadece terörü lanetlemek için değil, savaşın baş aktörlerinden Jose Maria Aznar hükümetini protesto etmek için de harekete geçtiler. Faşistler, biz savaşı istemiyorduk, gerçeği öğrenmek istiyoruz... Bu kendiliğinden tepkiler Aznar hükümetinin izlediği 8 yıllık politikanın sorgulanmasıydı.
Katliamın gerçekleştiği andan itibaren hükümet partisi Partido Popular (PP) herhangi bir delil göstermeden terörün arkasındaki gücün ETA olduğunu ilan etti. Bütün medya aynı nakaratı tekrarlıyordu. Dışişleri Bakanı Ana Palacios, El Pais gazetesinin haberine göre, bütün dış temsilciliklerine gizli bir not ileterek ETA tezi üzerinde durmalarını söylüyordu. Aynı gün İspanya temsilcilikleri batı televizyonlarında boy göstererek, İspanyada ETA teörünü bitirmek için dayanışma ve destek çağrısında bulunuyordu.
İspanyanın BM temsilcisi ise Güvenlik Kurulunu toplatarak ETAya karşı bir karar aldırtıyordu. Tarihinde ilk kez BM hiçbir delil olmadan böyle bir kararı alıyordu. Sadece BM Güvenlik Kurulu değil, AB hükümetleri de aynı yönde karar alıyorlardı. Saatler ilerledikçe ETA tezi geçerliliğini yitiriyordu. ETAnın terör eylemlerine başvurması beklenebilinirdi, fakat bu tür bir eyleme, kendisinin tasfiyesi ile eşanlamlı bir yönteme başvurması mantık dışıydı.
ETAya yakınlığı dolayısıyla bir yıl önce Aznar hükümeti tarafından yasaklanan Bask Partisi Botasuna terör eyleminden kısa bir süre sonra yaptığı basın açıklamasında savunmasız kitlelere karşı bu eylemi mahkum etti.
Aznar hükümeti eylemin bir gün öncesinde partisinin seçimde mutlak çoğunluğu alacağına kesin gözüyle bakıyordu. Aynı gün seçim propagandasına son verilirken, toplumda oluşan tepkiyi seçim başarısı için kullanmak istiyordu. Ama seçim günü kendiliğinden 5 binin üzerinde bir kitle PPni parti binası önünde toplanarak yalancılar, savaş suçluları sloganlarıyla tepkisini ortaya koydu. Gerçekleri açıklayın talepleri kitlesel bir yankı buldu. Sosyalist Partinin adayı Zapatero dahi kitlelerin bu tepkisini sert buluyor ve hükümetin açıklamalarından şüphelenmesinin bir anlamı olmadığını söylüyordu.
ABD tekellerinin yeminli uşağı
Partisinin seçim başarısından sonra Aznarın AB içinde Brükselde önemli bir görev üstlenmesi öngörülüyordu. Fakat bu faşist uşağın hayalleri tuzla buz oldu. Seçim öncesi hiçbir şans tanınmayan Zapatero oyların %42.6sını alırken, hükümet partisi ancak %37.6 oranında oy elde edebildi.
Aznar hükümeti 8 yıllık hükümet döneminde Frankonun faşist iktidarı altında ABD sermayesiyle bütünleşmiş kesimin politik sözcüsüydü. İspanya dış politikasında tam bir ABD eyaleti gibi hareket etti. 11 Eylülden sonra ABD emperyalizminin işgalci politikasının en azgın savuncusuydu. Diğer AB ülkeleri Irak işgaline karşı çekimser davranırken, Aznar İngilterenin yanında Bush ile birlikte boy göstererek bir savaş generali edasıyla hareket ediyordu. ABD tekellerinin bu yeminli uşağının, İspanya halkının %90nın Irak savaşına karşı olmasına rağmen, askerlerini Iraka göndermesi büyük bir tepkiye yol açmıştı.
Aznar hükümeti sadece dışarda değil, içerde de emekçi sınıflara yönelik bir iç savaşı gündeme getirdi. Bölücülük gerekçesiyle birçok partinin yanında gazete ve radyolar ardarda yasaklanarak kapatıldı. ETAnın kökünü kazıyacağını belirterek Baska yönelik neo-faşist bir politika izlendi. Anti-terör yasaları çerçevesinde muhalefet partileri gizlice izlenirken, bazı muhalif politikacıların telefonları dinletildi.
İspanyada Bush da yenildi
İlk kez bir halkı manüpile edip aldatma manevrası geri tepti. Sadece Aznar değil Bushun da hayalleri kursağında kaldı. Aznar seçimi kazanmayı umuyor ve ETA yalanı üzerinden mutlak çoğunluğu elde etmek istiyordu. Bush ise terör olayı ile Avrupalıları kendi anti-terör konseptine bağlayacağını umuyordu. Bu iki plan da geri tepti. İspanya halkı seçimde aldığı tutumla Bushu da yenilgiyle yüzyüze bıraktı. Halkın %90ı başından itibaren Irak savaşının hiçbir meşruluğunun olmadığının bilincindeydi. Yeni başkan Zapatero bu hassasiyeti gözeterek Irakta bulunan 1300 askeri Haziran sonuna kadar geri çekeceğini açıkladı. Seçim başarısının buna borçlu olduğu biliniyor. Bush ve Blairin özeleştiri yapmaları gerektiğini belirten Zapatero Bir savaşın yalan üzerine örgütlenmeyeceğinin bilicinde olmalıdırlar diyor ve ekliyordu: Irak işgali bir çıkmazdı, işgal bir çıkmazdır. İtalya ve Polonya hükümetleri Zapateroya çağrıda bulunarak bu kararın gözden geçirilmesini talep ettiler.
Bush seçimlerden sonra yaptığı açıklamada teröre karşı ABDnin ne kadar haklı olduğunu artık Avrupalıların da görmesi gerektiğini ileri sürerek, El Kaideye karşı mücadeleye destek vermelerini talep etti. Fakat emekçi kitleler nezdinde bütün hükümetlerin her terör olayını El Kaide ile ilişkilendirmeleri artık pek inandırıcı değil. Birçok soru işareti bu noktada ortaya çıkıyor.
El Kaide mi?
Madridde trenlere yerleştirilen bombaların El Kaide tarafından yapıldığı kabul görmektedir. 11 Eylülde ABD emperyalizminin sembolü konumunda olan ikiz kulelere yönelik saldırının tersine, Madridde gerçekleştirilen terör eylemleri özellikle işçileri, yoksul insanları, öğrencileri, işlerine yetişmekte olan azınlık grupları hedef aldı. Ölenlerin büyük çoğunluğu alt sınıflardan. Öte yandan, bu saldırıyı gerçekleştirmek için profesyonel hazırlığa da gerek yok. Bulunan bombalar basitçe yapılabilen ve istenilen yere yerleştirilebilen türden. El Kaide emperyalist politikalar içinde sürekli gündemde tutulan bir Fantom düşman konumunda ve bu politikaların uygulanmasında önemli bir araç. El Kaide sürekli olarak Bin Ladin ile özdeşleştirildi, ama bugüne kadar somut bir El Kaide yapısı ortaya çıkarılamaı. Birçok ülkede (İspanya, İngiltere, Almanya) yakalanan ve El Kaide ile ilişkileri olduğu iddia edilen kişilere yönelik deliller yetersiz. Yakalananların çoğu da nedense eylem hazırlıkları yaparken yakalanıyor. Uluslararası düzlemde koordine hareket eden, bir ağ oluşturan bir örgütün varlığından söz etmek olanaklı değil. Kazablanka, İstanbul ve Balide gerçekleştirilen saldırıların çoğu yerel islam örgütlerce gerçekleştirilmiş ve çoğunun egemen propagandanın tersine El Kaide ile ilişkisi ortaya konulamamıştır.
Fakat El Kaide teorisi özellikle Madrid saldırısından sonra iç güvenlik politikasının önemli bir aracına dönüşmüştür. Bütün AB hükümetleri teyakkuza geçerek istasyon, havaalanı vb. yerlerde güvenlik önlemlerini artırmış ve yeni yasa hazırlıklarına başlamıştır. Anti-terör yasalarının bir an önce uygulanmaya konulması AB düzeyinde gündeme getirilmiştir. Kişilerin izlenmesi, şüpheli yabancı kökenlilerin hemen sınır dışı edilmesi, gösteri ve yürüyüşlerin yasaklanması, vb... AB önümüzdeki günlerde ortak güvenlik önlemlerinin koordine edilmesi için bir anti-terör komiserinin atanmasını kararlaştıracak. Bu güvenlik önlemleri emekçi sınıfları tehdit edecek konumda.
Gerginlik politikası mı?
Bugün El Kaide ile bağlantılı sürdürülen güvenlik tartışması 70li yıllarda İtalyada yaşanan olaylarla paralellik göstermektedir. Soğuk savaş stratejisi çerçevesinde uygulanan anti-komünizm faaliyetlerinin önemli bir boyutu Gladio türü örgütlenmelerin oluşturulmasıydı. Gerginlik stratejisi olarak nitelendirilen politika çerçevesinde yaşanan olaylar, 4 Ağustos 1974te Roma seferini yapan İtalicus trenine yapılan saldırıyı anımsatıyor. 12 kişinin yaşamını yitirdiği bu saldırıyı 1980 yılında Bolonya seferini yapan trene saldırı izlemişti. Bu saldırıda 85 kişi yaşamını yitirirken 200 kişi yaralanmıştı. 84de ise Milano-Napoli seferini yapan tren saldırıya uğramış ve 15 kişi yaşamını yitirmişti. Bu saldırılara paralel propaganda makinesi harekete geçirilerek, teröristlerin solcu olduğu iddia edilmişti. Bu kampanya çer&ccedi;evesinde yakalanan bir anarşist, Giuseppe Pinelli, soruşturma esnasında sözde bazı açıklamalar yaptıktan sonra pencereden atlayarak intihar etmişti. Fakat olay daha sonra yakalanan bazı faşist grup üyelerinin açıklamalarıyla günyüzüne çıktı. Bu saldırıların arkasında Gladionun olduğu kamoyununa yansıdı.
O dönem terör eylemleri sola yükleniyordu. Bugün ise, sol güçler zayıf olduğu için, düşman olarak El Kaide ya da islami terör kullanılıyor. İslami örgütlerin birçok ülkede devlet birimlerinin denetimin olması sorunu daha da karmaşıklaştırıyor. İslami isim altında birçok paravan örgütün faaliyet gösterdiği ve beslendiği biliniyor. Dolayısıyla olaya buradan da bakmak gerekiyor.
|