Ülkede Özgür Gündem Gazetesi, günlerce Abdülkadir Aygan isimli JİTEM elemanı bir katilin itiraflarını yayınladı. Daha önce PKK adına faaliyet yürüten cellat Aygan, 80 cuntasının hemen öncesinde devlete teslim olan bir itirafçı. Bir-iki yıllık tutukluluktan sonra askere alınıyor. O tarihten itibaren devletin işkenceci cellat kadrosunda gayr-ı resmi olarak çalışmaya başlıyor. Daha sonra JİTEMin temelleri atıldığında, Aygan ve benzeri itirafçılara resmi personel olarak çalışma imkanı sağlanıyor.
Kadrolu cellat, tüm bu süre boyunca onlarca işkenceli cinayete katılmış, bir o kadarına da tanık olmuş. İtiraflardan anlaşılıyor ki, o dönemde işkenceli katliamların hedefi olmak için illa bir Ape Musa, bir Vedat Aydın olmak gerekmiyor. Ulusal davaya duyarlı olmak, hatta sıradan bir Kürt olmak bile vahşice öldürülmek için yetiyor. Yanlışlıkla da olsa JİTEM işkencehanelerine bir kez götürülenlerin yaşama şansı yoktu diyor Aygan.
İşlenen cinayetlerin çoğu bugüne kadar faili meçhul olarak lanse edildi. Kaçırılıp kaybedilen birçok insanın akıbeti tam belli değildi. Kadrolu cellat, onlarca insanlık suçunu nasıl işlediklerini isim, yer ve tarih vererek, somut ayrıntılarıyla tarif ediyor. Anlatımlar özellikle devletin kirli savaş yöntemlerini doruğa çıkardığı 90 sonrası katliamlara ilişkin. Başta JİTEM olmak üzere asker, polis, korucu, hizbullahçı gibi kontr-gerilla devletinin tüm aygıtlarının vahşetini olanca açıklığıyla gözler önüne seriyor bu itiraflar.
Abdülkadir Ayganın itirafları, JİTEMin kurucularından olan, subaylıktan istifa edip kendi başına kontr-gerilla faaliyetleri yürütmeye soyunan, devletin daha acımasız ve kirli davranmasını sağlama gayesiyle itiraflarda bulunan, sonrasında devlet tarafından öldürülen Binbaşı Cem Erseverin anlatımlarıyla da örtüşüyor. Elbette ki Ersever, kendi suçlarını açıktan sahiplenmemiş, daha çok Yeşil namıyla bilinen katilin faaliyetlerini deşifre etmişti. Aygan, kendi deyimiyle testere Erseverin ekibinde çalıştığı için, doğrudan Ersever ekibinin vahşetini anlatıyor.
Kürt halkına yönelik bu vahşet, sadece JİTEMin ya da yürüttükleri kirli savaşta insanlıktan çıkmış yaratıkların aşırılıkları değil. İşkencecilik, katliamcılık sermaye devletinin mayasında var. O yalnızca Kürtlere değil, yalnızca devrimcilere, muhalif olan kesimlere de değil, işçi ve emekçilere, ezilen halklara karşı düşmanlık ilkesinin üzerine kuruludur. Kimi zaman ülkücüler, hizbullahçılar gibi aracılar, kimi zaman dosdoğru resmi kolluk kuvvetlerini kullanarak toplum üzerinde terör estirmiş, sayısız katliam tezgahlamıştır. Kürt halkına karşı tutumu, yaptıkları ise, sermaye iktidarının suç hanesinde hesabını veremeyeceği kadar büyük bir yekun tutmaktadır.
Kadrolu celladın itirafları buzdağının yalnızca küçücük bir parçasıdır. Bunu az çok bilinçli, bir parça muhalif olan herkes kadar, sermaye düzeninin tüm çığırtkanları da pekala biliyorlar. Şimdi sermaye kalemşörleri kalkıp itiraflar üzerine bir çift laf söylemeye kalksalar, dolayısıyla sorun sermaye medyası tarafından sürekli sersemletilen geniş yığınların gündemine bir nebze girse, sermaye iktidarı zorda kalacak. AB demokratikleşmesi, iktisaden ve siyaseten düze çıkma balonlarının başlıca şişiricileri olarak medya ve diğer sermaye çevreleri sıkıntı yaşayacak. Zaten burjuva medyası, bizzat bu Susurluk düzeninin bir parçası olarak bunu yapmaz, yapamaz.
O yüzden hep bir ağızdan sustular. Sanki itirafçı katilin anlattıklarını duymamış, sanki Gündem diye bir gazetede bunlar yayınlanmamış gibi davranmayı tercih ettiler.
Şu dönemde bu denli ciddi itirafların gündeme alınması da pek işine gelmiyor sermaye iktidarının. O tam da devlet terörünün tırmandırılmasına, kirli savaş yöntemlerine fazlasıyla gereksinim duyduğu bir süreçten geçiyor. Bir yandan hükümetler eliyle uygulanan yıkım politikalarının etkisinin daha yakıcı boyutlarda hissedileceği, böylece AKP eliyle geçmiş kriz anılarının avantajı kullanılarak yaratılan iyimserlik atmosferinin hükmünü yitireceği günlere hazırlanıyor. Diğer yandan emperyalist saldırganlığın, bu bağlamda BOPun bölgedeki en temel dayanağı olmasının yaratacağı toplumsal öfkeye karşı önlem alıyor.
Sermaye iktidarı, işlenen suçları göstermelik de olsa gündemine almak bir yana, devlet terörünü tırmandırıyor. İktisadi, sosyal, siyasal saldırıları pervasızca yürüttüğü halde, geri bilinçli yığınları uysal tutmayı başaran AKP gibi bir uşağın yarattığı toplumsal psikolojik atmosferin imkanlarını sonuna kadar değerlendiriyor.
Son birkaç haftadır devlet terörü her yanda kol geziyor. Her zamanki gibi devletin başlıca hedefi yine Kürt halkı, Türkiyeli devrimciler, muhalif kesimler. Dersim, Beyoğlu ve Tokatta olduğu üzere insanlar gene göstere göstere yargısız infazlarla katlediliyor. F tipi zindanlardaki tecrit terörünün baş mimarlarından biri, 109 devrimcinin katili madalyayla ödüllendiriliyor. Devrimci sosyalist basın ve çevreler ile yasal siyasal faaliyet yürütenlere karşı her türlü kirli yöntemin kullanıldığı bir insan avı sürdürülüyor. Düzenin bekçi köpekleri en ufak bir kitle gösterisine, işçilerin, emekçilerin, öğrencilerin eylemlerine acımasızca saldırıyor. Devrimcilerin seçim çalışmaları şiddet de dahil bir dizi yolla engellenmeye çalışılıyor vb.
İşte düze çıkmış, Avrupaya uyum diye makyajlanmış, AB kapısından ha girdi ha girecek denilen Türkiye Cumhuriyetinin gerçek tablosu budur. Dolayısıyla toplum sadece katiller tarlası üzerinde oturmuyor, bizzat bu katiller tarafından güdülüyor.
Gerek sermaye devletinin geçmiş dönemde ortaya saçılmış kirli çamaşırları, gerek kadrolu cellatlarının itirafları, gerekse günübirlik sürüp giden, sık sık bugün olduğu gibi dizginlerini koparan devlet terörü de gösteriyor ki, sermaye iktidarı yokedilmeden insanlık suçlarının önüne geçilemez. Burjuva egemenliği yıkılmadan sömürülen ve ezilen hiçbir sınıf ve halk rahat yüzü göremez.
Bunu herkesten ve herşeyden çok kirli savaşın baş hedefi olan, korkunç bedeller ödeyen, sayısız evladını yitiren Kürt halkı biliyor olmalı. Ape Musaların, Vedat Aydınların, daha onlarca Kürtün, kontr-gerilla tarafından hunharca katledilmeleri bedelinin karşılığı İmralı teslimiyetçiliğinin peşinden sürüklenmek olabilir mi?
Yıllardır Kürt işçi ve emekçilerine bu katil devletle barışmak telkin ediliyor. Yıllardır Demokratik Cumhuriyet projesi çerçevesinde sermaye iktidarı belli tavizler verirse, meselenin hallolacağı vaazediliyor. Bununla da yetinilmiyor, tam da itirafçının açıklamalarından da anlaşılabileceği gibi, kirli savaşın doruk noktasına çıkarıldığı dönemin partisi ve baş aktörlerinden biriyle seçim işbirliğine gidiliyor. Halen AB üyeliğiyle, ABD haydutuna dayanılarak bazı şeylerin düzeleceği beklentisi diri tutuluyor.
Kontr-gerilla devletinin vahşetini yaşamış, ona sayısız kurban vermiş Kürt halkı, tarihsel suçların hesabını kapatabilir mi, özgürlük uğruna ödenmiş bedelleri unutubilir mi? Ve halihazırda sürüp giden devlet terörü, inkar ve imha siyaseti yok sayılabilir mi? Belki celladın normal olan her insanda isyan duygusu yaratan anlatımlarını yayınlayanlar, bütün bu olup bitenlerden devletin kendini temizlemesi gerektiği sonucunu çıkarabilirler. Ya binlerce evladını yitiren Kürt işçi ve emekçiler, binlerce köyü terketmek, topraklarından sürülmek zorunda bırakılan Kürt köylüleri?
Kontr-gerilla devletinden hesap sormak için olduğu kadar, gerçek özgürlük ve kurtuluş için de Kawanın meşalesinin aydınlattığı yoldan yürümekten başka seçenek yoktur.