13 Mart'04
Sayı: 2004/02


  Kızıl Bayrak'tan
  Son işçi-emekçi eylemlerinin gösterdikleri
  6 Mart eyleminin gösterdikleri
  6 Mart Ankara mitinginde emekçilerle konuştuk...
  6 Mart eylemi...
  BDSP'nin işçi ve emekçilere Newroz çağrısı...
  Edirne'de Ekim Gençliği okurlarına polis terörü...
  Sağlık emekçileri 10-11 Mart'ta iş bıraktı...
  10-11 Mart eylemlerinden...
  Yerel seçimler ve AKP'nin yalanları
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  13 Mart'ta Kızılay'da olacağız!
  Liberal solun yerel seçim perişanlığı.../2
  "Paris Komünü proletarya diktatörlüğü idi"
  8 Mart'ın devrimci özüne sahip çıkalım!
  8 Mart devrimcidir, devrimci kalacak!
  8 Mart eylemleri...
  8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun!
  12 Mart '95... Gazi'de faşist katliam ve devrimci kitle direnişi
  Yerel seçimler ve EMEP'in devrimci imaj çabası
  Geçici Irak Anayasası kabul edildi
  Bağdat ve Kerbela'da katliam...
  Siyonist vahşet tırmanıyor!
  Bültenlerden...
  Yurtsever Kürdistan halkına! Kongra-Gel içindeki gelişmeler
  Basından...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Fabrikada, atölyede kadın işçi olmak...

Tekstil sektörü sömürünün çok yoğun olduğu bir sektördür. Günde 12-14 saate varan çalışma saatleri, sürekli ve zorunlu mesailer, düşük ücretler, ustanın hakaretleriyle klasik bir tekstil atölyesi tablosu çizmek mümkündür.
Yaşam ev ve iş arasına sıkışmıştır. Bir süre sonra kendinizi kurulmuş, programlanmış bir robot gibi hissedersiniz. Her gün bir önceki günün aynıdır. Kendinize ayıracak zamanınız yoktur. Zaman sadece bir sonraki güne, patrona aynı verimi vermenizi sağlayacak yemek ve uyku ihtiyaçlarınızı karşılamaya yeter. Herşeyiniz patronun isteklerine, siparişlerinin yetişmesine göre programlanmıştır. Bunun için gerekirse uykunuzdan bile fedakarlık etmeniz, günlerce ailenizin, eşinizin, çocuğunuzun yüzüne hasret kalmanız beklenir. Çay, yemek molanızdan çalınır, sırf siparişler yetişsin diye...

Yine tekstil deyince yoğun sömürüyle birlikte genç kadın işçiler gelir akla. Ben de tekstilde çalışan bir kadın işçi olarak sektörümüzde kadın işçilerin yaşadığı sorunları paylaşmak istiyorum Genç İşçi okurlarıyla.

Bizler aynı işleri yaptığımız halde erkek arkadaşlarımızdan daha az ücret alırız çoğu işyerinde. Sırf cinsiyetimizden kaynaklı ikinci sınıf vatandaş muamelesi görürüz. Kadın olduğumuz için işyerlerimizde daha fazla baskıya maruz kalırız. Ustabaşlarının hakaretlerinin, tehditlerinin, küfürlerinin haddi hesabı yoktur. Kimi yerlerde işi kaba kuvvete, tacize kadar vardıranlar da vardır. Çoğumuz evdeki baskıdan kaçıp kurtulabileceğimiz bir yer olarak tasarlarız iş ortamını. Çok geçmeden evdeki baskının orada da farklı bir şekilde devam ettiğini görürüz. Evli olanlarımız için durum daha da zordur. Yoğun bir çalışma gününün ardından yemek, bulaşık, çocuk bakımı gibi birçok sorumluluk biner omuzlarımıza. Ve çoğu zamanda genç vücutlarımız, bu ağır çalışma ve yaşam koşullarından kaynaklı erken ç&oml;kmeye, yıpranmaya başlar; yaşlarımızın çok çok üstünde gösteririz.

Tüm bu olumsuz koşullar bedenimizde olduğu gibi psikolojimizde de etkilerini gösterir. Aramızda sıkıştıkları cendereden kurtulamayıp depresyona girenlerin sayısı hiç de az değildir. Sinir rahatsızlığı geçirenler, sürekli bayılanlar hepimizin tanık olduğu durumlardır. Kimi yerlerde aşırı çalışma ve yorgunluk yüzünden çocuğunu düşüren arkadaşlarımız bile mevcut.

Çocuk sahibi olmamız bile patronların keyfine kalmıştır. Birçok işyerinde hamile olmak işten çıkartılma nedenidir.

Sigortalı, sendikalı işyerlerinde çalışmak özellikle de sektörümüzde çok “şanslı” olmayı gerektirecek bir durum olduğu için, bu nitelikteki işyeri sayısı azlığından ,doğum izni, kreş gibi bir takım kazanılmış haklardan da bahsetmek çok mümkün değildir.

Tüm bu sorunları aşmanın yolu biraraya gelip tartışmak. Ancak biraraya geldiğimizde konuştuğumuz konular pop star yarışması, pembe diziler veya kadın-erkek ilişkileri olur çoğu zaman. Yaşadığımız sorunlar hayatımızın akışı içerisinde sürekli karşımıza çıksa da konuşma gündemlerimizin dışında kalır genelde.

İşyerlerimizde, evlerimizde yaşadığımız her türden sömürü ve baskının sistemden kaynaklandığını göremeyiz çoğu durumda. Yaşadığımız herşeyi, çalışma koşullarımızı kadere yorup, “alınyazımız” deyip, sessizlikle karşılarız. Hep bir takım korkularımız vardır. İşsizlikten korkar, susarız. Açlıktan korkar, susarız. Aile baskısına mahkum kalmaktan korkar, susarız. Karşı çıktığımızda olabileceklerden korkar, susarız. Yüzyılların getirdiği bir alışkanlıktır, hep susarız.

Arkadaşlar! Bu yaşadıklarımız ne alınyazısıdır, ne de kader. Yol verelim yüzyılların içimizde biriktirdiği öfkeye, kızgınlığa ve kine. Suskunluğumuzu bozalım. Herşeyin değişebileceğini o zaman göreceğiz. Kadın erkek demeden bu dünyayı birlikte yarattığımız, fabrikalarımızda, işyerlerimizde aynı sorunları paylaştığımız işçi arkadaşlarımızla kavga alanlarını da paylaşalım. Kolkola, omuz omuza mücadele verelim.

Sınıf bilinçli bir tekstil işçisi

(Genç İşçi Bülteni’nin
Mart ‘04 tarihli son sayısından...)



Her zam döneminde aynı
oyunlar oynanıyor!

İşte bir zam döneminin daha içerisindeyiz. Hep bildiğimiz senaryolar yine oynatılıyor. Hergün mesai yapılan işyerlerinde mesailer kalkıyor, normal çalışılan yerlerde ücretsiz izinler başlıyor, bunun yapılmadığı yerlerde ise işten atılmalar yaşanıyor. Gerekçe ise hepimizin bildiği gibi o aynı laf: “İşler durgun, sipariş yok”.

Bu senaryoya öyle bir alıştırdılar ki bizi, verecekleri zam oranını ya da hiç vermeyecek oluşlarını daha baştan kabul edeceğimizi bilmiş olsalar, üretimlerini aksatma zahmetine bile gerek duymazlar. Ama onlar kendi sınıfsal çıkarları için herşeyi yapmaktan ve her yola başvurmaktan geri durmuyorlar. Altıncı ayda yapmadıkları ya da düşük oranda yaptıkları zammın gerekçesi Ocak ayında düzeltileceği, telafi edileceğiydi. Ocak ayı gelip çattığında da yalanları gün ışığına çıkacağı için başladılar gene aynı oyunlarını oynamaya. Kimi patronlar ise kendilerinden emin bir şekilde bu bahaneleri bile ileri sürmeye gerek duymadan, “binlerce işsiz var” tehdidiyle zam dönemini geçiştirmeye çalışıyor. Patronlarla birlikte sermaye uşağı hükümetin temsilcileri de aynı şeyi söylemiyor mu?

Her dönem olduğu gibi patronlar yine hazırlıklılar ve ortak hareket ediyorlar. Peki biz işçiler ne yapmaktayız? Daha doğrusu gerekli hazırlıkları yapmakta mıyız? Yine bireysel hareket edip geçen zam döneminde yaşadıklarımızı mı yaşayacağız? Yoksa ortak taleplerimiz uğruna hep beraber mi hareket edeceğiz? Ortak hareket edebilme iradesini gösteren birçok arkadaşımız bunun avantajlarını gördüler. Hatta kimi arkadaşlarımız bununla da yetinmeyip bu ortaklıklarını sendikal örgütlülüğe çevirdiler. Peki bizler neden bunu yapmıyoruz? Kaybedecek neyimiz kaldı ki? Çalıştığımız yerde bir sendikal faaliyet, bu da olmuyorsa belirlenecek olan zam oranında bizim de taleplerimizin dikkate alınması için ortak bir tutum neden almayalım? Öyle ya madem “ekonomi düzelmeye başladı” bunda en büyük pay biz emeği ve alınteriyle geçinen işçilere ait decurren;il mi? O zaman bu payın karşılığı olan hakkımızı istemekten daha doğal ne olabilir ki?

Ancak mücadele okulunun bazı gerçekleri vardır. Bizler bu okulu okumadıkça, temel gerçekleri yaşayarak bilincimize kazımadıkça bize dayatılan bu kölelik koşullarını değiştiremeyiz. İşte bu temel gerçeklerden biri de “Hak verilmez alınır!” ilkesidir. Yani bizler haklı taleplerimiz uğruna patronlarla dişe diş bir mücadeleyi göze alamazsak, her zaman kaybeden biz oluruz.

Bunun en somut ve son örneğini asgari ücrete yapılan artışlarda yaşayarak görmedik mi? En nihayetinde bu devlet de bir sınıfın çıkarlarını temsil ediyor ve buna göre yasalar çıkarıyor, kararlar alıyor. Bu yüzden sermaye devleti diyoruz. Belirlediği asgari ücretle patronlar sınıfının çıkarlarını kollamış, onların istek ve arzuları doğrultusunda hareket etmiştir.

Ancak onlara bu denli rahat hareket etme imkanını veren örgütsüz olan ve ortak hareket etme yeteneğini gösteremeyen bizleriz. Asgari ücretin belirlenmesinde işçilerin hiçbir ağırlığı olmamıştır. Bizleri temsil ettiği ileri sürülen sendika bürokratları görüntüyü kurtarmak için orada bulunuyorlar ve bu tabloyu tamamlıyorlar. Eğer çalıştığımız tüm işletmelerde “İnsanca yaşamaya yeten vergiden muaf bir asgari ücret” talebiyle komiteler kurup mücadeleyi örebilseydik, bu uğurda harekete geçebilseydik, arzuladığımız ücreti almamız bir ölçüde olanaklı olabilirdi.

O halde asgari ücret belirlenirken yapamadığımızı, bu zam döneminde yapmaya çalışalım. Bölgeler düzeyinde, sektörel düzeyde, olmazsa işyerimizdeki işçiler olarak biraraya gelelim ve bu defa yapılacak olan zam oranında söz sahibi olalım. Komiteler kurmaya çalışalım. İşte, evde, sokakta bu sorunları tartışıp, çözüm yolu arayalım. “Tek başıma ne yapabilirim” kaygısına kapılmadan sorunlarımızı arkadaşlarımızla tartışalım. Unutmayalım ki Genç İşçi bu noktada önemli araçlarımızdan biridir. Yaşadığımız sorunları, deneyimleri, çözüm yollarını ve önerilerimizi Genç İşçi aracılığıyla aktarabiliriz. Genç İşçi birbirimize uzanan elimiz olsun. Aynı sorunları ve ortak çıkarları paylaşan biz işçileri biraraya getirmenin, birbirimizle bağ kurmanın bir aracıdır Genç İşçi.

Herhangi bir işyerinde ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı tartışabilmek için bülteni dağıtan arkadaşlarla ilişki kurabilmeli ve fikir alışverişinde bulunabilmeliyiz. Bülteni dağıtmak ve yazı yazmak için gönüllü olmalıyız. Ancak böyle bir örgütlü faaliyet içerisinde haklarımızı elde edebiliriz. Rüzgarın bu sefer bizden yana esmesini sağlayabiliriz.

KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA, YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ!

Bir metal işçisi

(Genç İşçi Bülteni’nin
Mart ‘04 tarihli son sayısından...)