6 Eylül'03
Sayı: 35 (125)


  Kızıl Bayrak'tan
  Türk devleti işgal taşeronluğuna hazırlanıyor!
  Demokratik hak ve özgürlükler için mücadeleyi yükseltelim!
  Ordu ve hükümet ABD'ye uşakça sadakatini gösterme telaşında
  ABD emperyalizmi Irak halklarını birbirine kırdırmaya hazırlanıyor
  1 Eylül'ün gösterdikleri
  1 Eylül eylemlerinden...
  İkinci yılında 11 Eylül...
  ABD saldırganlığı halkların direnişi karşısında çaresiz
  Kölelik yasası ve sınıf hareketi
  Her düzeyde parasız, bilimsel, demokratik ve laik eğitim!
  Irak'ta ne oldu biliyor musunuz?
  Ağartıoğlu direnişi üzerine...
  Kamuda toplu görüşme oyununu bozalım... Seyirci değil taraf olalım!
  Gizli genelgenin açık sonuçları ve görevlerimiz...
  Barış ve Kürdistan halkına dayatılan "barış"...
  İşçi sınıfına, özgürlüğe ve sosyalizme adanmış bir yaşam: Julius Fuçik
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
İlköğretim Kurumları Yönetmeliği değiştirildi,
“eğitim parasızdır” ifadesi çıkarıldı...

Her düzeyde parasız, bilimsel,
demokratik ve laik eğitim!

Ülkede yaşanan siyasal gelişmelerden toplumsal sorunlara, anti-demokratik uygulamalardan sanat ve kültür alanında yaşanan yozlaşmaya kadar birçok sorun, toplumun çoğunluğu tarafından, “eğitim” sorununa bağlanır. Tüm sorunların çözümünün en sonu “eğitim” sorununa bağlanması düzenin medyası, uzmanı, politikacısı vb. eliyle yürüttüğü bilinçli bir yönlendirmedir.

Geçtiğimiz günlerde İlköğretim Kurumları Yönetmeliği’nde yapılan bir dizi değişikliğin basına yansıtılış şekli, bu bilinçli yönlendirmenin son örneklerinden birisi oldu. Yönetmelik, 27 Ağustos tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Eğitimin paralı ve serbest piyasa koşullarına uygun hale getirilmesinin adımlarından biri olan bu saldırı, burjuva medya tarafından “insan ve çocuk hakları”nın kullanımı, “demokratikleşme” vb. yalanlarla çarpıtıldı. Yönetmelikte yapılan göstermelik iyileştirmelerin gerçek yaşamdaki karşılığına bakıldığında sermaye iktidarının nasıl bir hazırlık içinde olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

Eğitim sisteminde yaşanan tüm sorunlara rağmen, “eğitim hakkı”, devletin parasız karşılaması gereken kamusal bir hizmet olarak anayasal güvenceye alınmıştır. Ancak İlköğretim Kurumları Yönetmeliği’nde yapılan bir değişiklikle bu hakkın gaspedilmesine yönelik adımlardan biri daha atılmış oldu. Önceki yönetmenliğin 12. maddesinde “İlköğretim okullarında eğitim zorunlu ve parasızdır” deniliyordu. Yapılan değişiklikle “ilköğretim okullarında eğitim zorunludur” ifadesi başka bir maddeye kaydırıldı, “eğitim parasızdır” ifadesi ise yönetmelikten çıkarıldı.

Yönetmeliğe giydirilen kılıflar

Yönetmelikteki değişikliklerin ne için yapıldığını merak edenler beyinlerini bir tarafa bırakarak söylenenlere kulak verecek olsalar, eğitim sisteminde yapılan bu değişikliği bir “devrim” olarak nitelendirecekler. Çünkü yönetmeliğe göre;

“ilköğretim kurumları, öğrencilerine insan hakları, çocuk hakları, uluslararası sözleşmelere uygun olarak haklarını kullanma, evrensel kültür değerlerini tanıma, kendilerine güvenen, sistemli düşünebilen, girişimci, çağdaş teknolojileri etkili biçimde kullanabilmeyi öğretecek.

“Öğrencilerin, planlı çalışma alışkanlığına sahip, estetik duyguları ve yaratıcılıkları geliştiren, ailesine ve topluma karşı sorumluluk duyabilen, üretken, verimli, ülkenin ekonomik ve sosyal kalkınmasına katkıda bulunabilen bireyler olarak yetiştirilmesi, doğayı koruması da amaçlanacak”. 

Ancak yönetmeliğin genel ilkeleri bu söylenenlerin nasıl bir kılıf olduğunu gözler önüne seriyor. Genel ilkelerde “İlköğretim kurumları, dil, ırk, cinsiyet, felsefi inanç ve din ayrımı gözetilmeksizin herkese açık olacak” maddesi bulunuyor. Eğitim hakkını para karşılığında alınıp satılabilir bir metaya dönüştürmeye çalışan sermaye iktidarı için sınıfsal farklılıkların ise hiçbir önemi yok. Nasıl olsa yönetmelik, parası kadar eğitim hizmeti satın alacak olanları kendiliğinden okul, semt ve bölgelere ayıracak.

“İlköğretim okullarında 8 yıllık kesintisiz eğitim, her Türk vatandaşının hakkı ve zorunlu olduğu” genel ilkeler arasında sayıldı. Parasını ödediği sürece bundan böyle her Türk vatandaşı “zorunlu müşteri” olmaya hak kazanacak! Yıllardır uygulanan inkar ve imha politikalarıyla asimile edilmeye çalışılan Kürt halkının anadilde öğrenim görme hakkının yok sayılması ise yönetmeliğin ne kadar “insan hakları”na uygun düzenlendiğini, “dil ve ırk” ayrımı gözetmediğini göstermeye yetiyor.

Genel ilkeler kısmında yer alan “İlköğretim kurumlarında demokrasi bilincinin geliştirilmesi, hür ve demokratik bir eğitim-öğretim sürecinin yaşatılması sağlanacak” ifadesi ise, yönetmeliğin öğrencinin davranışlarını değerlendirme bölümünde yeralanlarla taban tabana zıt. Öğrenciden beklenen davranışlar arasında neler yok ki; “millet malını okulunu ve eşyasını kendi öz malı gibi korumaları, ülkenin birliğini ve bütünlüğünü bozan, bölücü, yıkıcı, siyasi amaçlı etkinliklere katılmamaları, siyasi amaçlı sembol kullanmamaları, bunlarla ilgili amblem afiş ve rozet ve benzerlerini taşımamaları, bulundurmamaları ve dağıtmamaları, siyasi amaçlı davranışlarla okulun huzurunu bozmamaları, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalmaları ve bunun aksi davranışlarda bulunmamaları, yasalara, yönetmeliklere ve toplumun etik kurallarına, milli, manevi ve kültürel değerlere uymaları da beklenecek”.

Bu zıtlıklar, yönetmelikte kullanılan sözcüklerden kaynaklı bir çelişki değil elbette. Yönetmeliğin hangi sınıfın ihtiyacı ve çıkarları doğrultusunda hazırlandığı ile ilgili. Bu nedenle yönetmeliği kapitalist sistemde eğitimin işlevi ile birlikte değerlendirmek gerekiyor.

Kapitalist sistemde eğitimin işlevi

Kapitalist sistemde eğitimin iki temel işlevi vardır. Birincisi, toplumsal sisteme uygun insanların yetiştirilmesi ve sistemin ideolojisinin benimsetilmesi. İkincisi, toplumsal yeniden üretim için gerekli olan nitelikli emek gücünün, bilgi ve teknolojinin üretimini sağlamak. Yani kapitalistlerin sisteme karşı çıkmayan, kölece yaşam ve çalışma şartlarını kabul eden, hakkını aramayan, düşünmeyen, sorgulamayan, çıkarcı ve bencil bireylere ihtiyacı vardır. Kapitalist, bir yandan kendi ihtiyacı kadar kalifiye eleman yetiştirirken, diğer yandan geniş kesimleri yedek işgücü olarak elinin altında tutabilmek ister. Tabii beyinleri dumura uğratılmış yığınlar olarak yapmak ister bunu. Eğitim sistemi de bu ihtiyaca yanıt verecek şekilde düzenlenmiştir.

Yönetmeliğe bu çerçevede bir kez daha bakacak olursak kılıfın altındaki gerçekleri görürüz. Yönetmelik, birincisi; sermayenin huzurunu, kapitalist devletin bütünlüğünü bozmayacak kadar “demokrat”, mücadele etmeyecek, hakkını aramayacak kadar “özgür”, sömürü düzenine karşı çıkmayacak kadar “eşit” bireyler yetiştirilmesini amaçlıyor. İkincisi; sistem bir yandan gerici, anti-demokratik, ırkçı, bilimsellikten uzak müfredatlarla işçi ve emekçi çocuklarının beyinlerini uyuştururken, diğer yandan eğitim hakkını da para karşılığında alınıp satılan bir metaya dönüştürmek istiyor.

Sermaye iktidarı gençliği sersemletmenin bir aracı olarak kullandığı eğitim sistemini kendi ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlemek istemektedir. Devlet eliyle verilen hizmetler, sermayenin yeni ihtiyaçlarına bağlı olarak metalaştırılmakta ve bu hizmetlerden yararlanma olanakları bu tanımlama üzerinden yeniden yapılandırılmaktadır. MEB Bakanı Hüseyin Çelik’in, “Eğitimin yüzde 98.5’i devletin elinde. Özel okullara ne kadar çok öğrenci giderse devletin sırtından o kadar yük kalkar. Türkiye’nin bu anlamda kabuğunu yıkması lazım” türünden yaptığı açıklamalar ise yeni liberal politikaların bir yansımasıdır.

Yeni liberal politikalar, gerek ülkemizde ve gerekse tüm dünyada kamu hizmet sektörlerinin sermaye için önemli bir ticaret alanı haline getirilmesini hedeflemektedir. Türkiye’nin de imzaladığı GATS vb. anlaşmalar, uluslararası sermayenin ihtiyaç ve talepleri doğrultusunda temel hizmet alanlarının sermayeye açılmasını öngörmektedir. Özcesi, özellikle devletin elinde bulunan eğitim, sağlık, ulaşım, iletişim, enerji, sosyal güvenlik vb. alanların sermayenin talanına açılmasını sağlayan tüm anlaşma, yasa ve yönetmelikler tüm dünyada, hizmet sektörünün tam liberalizasyonu (serbest ticarete açılması) anlamına gelmektedir.

Eğitim paralılaştırılıyor

Hükümet, sağlık ve eğitim başta olmak üzere, kamusal hizmetleri sermayeye devretmek için son hazırlıklarını yapmaktadır. Son dönemde yaşanan gelişmeler bunun somut yansımalarıdır. İlköğretim Kurumları Yönetmeliği bunun adımlarından sadece birisidir. Yönetmelikte yeralan “Zorunlu öğrenim çağı dışına çıkan ve öğrenim belgesi ile okulla ilişiği kesilen öğrenci, Açık İlköğretim Okulu’na yönlendirilecek” ifadesi de sermayeye yeni bir kâr kapısı açmayı hedeflemektedir.

Halihazırda bütçeden eğitime ayrılan pay bilinçli olarak kısılarak okul giderleri velilere yıkılmaktadır. Birçok yerde okulun yakıt, telefon, kırtasiye, spor, elektirik-su giderleri veliler tarafından karşılanmaktadır. Hatta çoğu okulda sözleşmeli personelin ücreti de velilere yıkılmaktadır. İşçi ve emekçilerin ücretlerinden çeşitli adlar altında peşinen kesilen vergiler İMF’ye borç ödemelerine giderken eğitime ödenek ayrılmamaktadır. 2003 yılında eğitime ayrılan bütçe 10 katrilyondur. 2004-2005 yıllarında İMF’ye ödenmesi gereken miktar 13 milyar dolardır (yaklaşık 18 katrilyon). Yine MEB’in yaptığı bir araştırmaya göre kaliteli eğitim kriterlerinden biri olan 95 bin adet 30 kişilik sınıf hedefine ulaşmak için en az 8 katrilyon liraya ihtiyaç var. Ancak devletin amacı eğitim hizmetini sermayeye devretmek olduğu için “kaynak yok” yalanına sığınmaktadır.

Liberal sürecin zorunlu kıldığı yasal düzenlemelerden biri de, devlet üniversitelerini paralı hale getirecek, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yapılandıracak olan yeni YÖK yasasıdır. İlköğretimden üniversiteye kadar tüm eğitim sürecini “paralı”laştıran ve sermayeye devretmeye çalışan hükümet şimdi de “ÖSS’yi kaldıracağım” demagojisini kullanarak dershanelere “müşteri” sağlamaya çalışmaktadır. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, üniversiteye girişin ilk basamağının 8’inci sınıfta başlayacağını açıkladı. ÖSS’nin kaldırılacağı yeni sınav sisteminde, 8’inci sınıf, Lise 1, Lise 2 ve Lise 3’ün sonunda yapılacak sınavlara, öğrencinin orta öğretim başarı puanı eklenerek sözde üniversiteye sınavsız giriş gerçekleştirilecek. Şu an tek olan uuml;niversiteye giriş sınavı, böylece üç yıl boyunca kademeli olarak 4’e çıkacak. Bu uygulamanın dershanecilik sektörüne yarayacağı ise çok açık. Bir dersane patronu bu mennuniyetini şu şekilde dile getiriyor: “Devletin açtığı sınavlar rekabet doğuruyor. Şu an Milli Eğitim’in gündeminde olan, ÖSS yerine 4 aşamalı sınav sistemi sayesinde dershanelere daha çok öğrenci gelecek. Bir patlama yaşayacağız”.

Bir diğer soygun ise kayıt sırasında yaşanmaktadır. Bu sene ilköğretime kayıt yaptırmak isteyen velilerden 50 milyon ile 1.5 milyara varan paralar isteniyor. Öncesinde yetkililere şikayet ederek bu soygunu bir parça sınırlayabilen veliler ise “parasız eğitim” hakkının İlköğretim Kurumları Yönetmeliği’nden çıkarılması ile artık bu dayanaktan da yoksun kalacaklar.

Her yıl kayıt sırasında para istenmemesi için göstermelikte olsa genelge çıkartan Bakan, bu yıl yönetmeliğin de verdiği rahatlıkla şunu söyleyebilmiştir: ‘‘Bu sene biz böyle bir genelge de yayınlamadık. Buradan idarecileri uyarıyorum; özellikle fakir ailelerin çocuklarını okula kaydederken, o insanları rahatsız ve rencide edici paraları onlardan istemek gibi durumlarla karşı karşıya bırakmasınlar. Bu konuda şikayet geldiğinde ilgililer aleyhine işlem yapılacaktır.’’

Fakir insanları rencide edecek kadar para istenmemesinin Türkçesi onlardan “geliri kadar para iste”dir. Yani artık çıkarılan genelge, yönetmelik ve yasalarla işçi ve emekçiler “parası kadar eğitim” hizmeti satın alan “zorunlu müşteri”lere dönüştürülecekler.

Her düzeyde parasız, bilimsel,
demokratik ve laik eğitim!

Bozuk düzende sağlam çark olamayacağına göre eğitim sisteminde yaşanan sorunlar da bozuk düzenden ayrı düşünülemez. Sorunun devrimci, gerçek ve kalıcı çözümü kapitalist sistemin yıkılması ve yerine işçi ve emekçi iktidarının kurulmasıyla mümkündür. Bugün eğitim kurumu ve sistemi nasıl iktidarı elinde bulunduran sınıfın ihtiyaçlarına göre yapılandırılıyorsa, işçi sınıfı ve emekçilerin iktidarında da işçi sınıfının ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırılacaktır. Proletaryanın devrimci iktidarı altında eğitim, emekçileri özgürleştirmeye, sosyalizmin inşasına etkin biçimde yöneltmeye ve sınıfların ortadan kaldırılmasına hizmet edecektir. Bilimsel, demokratik ve laik bir eğitim politikası izlenmesi ve eğitimin her düzeyde parasız olarak sağlanması ise yine işçi sınıfı ve emek¸ilerin iktidarında yaşamda gerçek karşılığını bulacaktır.

Ancak toplumsal bir devrimle sermaye sınıfının iktidarı yıkılana kadar “Her düzeyde parasız, bilimsel, demokratik ve laik eğitim” talebi için mücadele etmek gerekmektedir. Bu hem burjuvazinin eğitim kurumları eliyle yürüttüğü yoz, ırkçı, bireyci, anti demokratik ve gerici eğitim sisteminin demokratikleştirilmesi, hem bu uğurda yürütülecek mücadele ile işçi, emekçi ve gençlik kesimlerinin özgürleşmesi ve hem de, temel insan haklarından biri olan eğitim hakkından işçi sınıfı ve emekçilerin “parasız” olarak yararlanabilmesi için gerekmektedir.

İşçi ve emekçi çocuklarının beyinlerini uyuşturan kapitalist eğitim sistemine karşı parasız eğitim talebi bilimsel, demokratik ve laik eğitim talebiyle birlikte yürütülmelidir. Bunun için eğitim emekçileri, işçi ve emekçiler ile gençliğin birlikte ve örgütlü mücadelesi zorunludur. Saldırıları geriletmenin, hak kazanmanın ve özgürleşmenin başka yolu da yoktur.