26 Temmuz'03
Sayı: 29 (119)


  Kızıl Bayrak'tan
  Irak'ta ABD jandarmalığına hayır!
  Hükümet ve ordu ABD ile anlaştı...
  Demokratikleşme oyununda 7. perde açıldı...
  İMF ile 5. gözden geçirme görüşmeleri tamamlanmak üzere...
  Kürt halkına karşı yeni kirli oyunlar...
  AB'den ekonomik, sosyal ve demokratik haklar beklenemez...
  Birleşik Metal-İş genel kurulları ve metal işçilerinin görevleri
  Kamu TİS'leri ihanetle sonuçlandı!
  Kamu emekçileri hareketine acil müdahale zorunluluğu
  Çırpındıkça batacaklar
  Emperyalist güçler İran üzerindeki baskıyı artırıyor
  Abbas hükümeti ABD-İsrail dayatmalarına boyun eğiyor...
  Saldırılara karşı örgütlü/birleşik mücadele!
  Genç İşçi Bülteni'nden...
  Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Platformu Bülteni'nden...
  Eğitim hakkımız gaspediliyor...
  Polkima'da TİS süreci, lokavt ve grev aşamaları
  Irak'ta yeni tuzak
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Irak’ta yeni tuzak

Çok değişecek Türkiye. Ya iki ileri bir geri, ama çok gecikmeksizin, yumuşak bir yoldan. Ya da bunu beceremeyip birkaç basamak birden düşerek, daha uzun vadede ve büyük sancılarla.

İçten içe değişimin yaşanması, rejimin vesayetini elinde tutanların emaneti gönül rızasıyla ve demokratik bir yolla sahibine teslim etmesi kolay değil; “AB sürecine kendimiz için uyuyoruz” formülü bunun iyi bir yolu olabilirdi, epey de mesafe alındı üstelik ama, atılan adımların sık sık ertelenmesinden, biraz duralım sonra yeniden bakarızlardan belli ki, bu iş bu yolla olmayacak.

Bu yüzden açıkça, dışarıdan içeri atılan adımlarla mesafe alınmaya çalışılıyor şimdi. Dün gazetelerde vardı; Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi’ni değiştirmek için Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı çalışma başlatmışlar.

Dış düşman tanımları, Türkiye’nin var olan “kırmızı çizgiler”i, büyük ölçüde fiilen işlevsiz hale geldikten sonra, şimdi kâğıt üzerinde de değişecek. Yunanistan’la, Kıbrıs’la ilgili “kırmızı çizgi’si olmayacak bundan böyle Ankara’nın, görünen o ki Ermenistan’la da. Bu ülkeler artık kâğıt üzerinde de düşman olmaktan çıkıyor.

Fiilen çökmüş ama kâğıt üzerinde duran bir başka “kırmızı çizgi” de silinecek; Kuzey Irak’taki. Ankara’nın “en hassas” olduğu ama, dünyanın en büyük askeri gücüyle on beş-yirmi günde komşu olunduğu için en hızlı silinmesi gereken çizgi de bu. Son aylarda yaşanan herşey bunun aciliyetini tekrar tekrar ortaya koyuyor.

Bu yüzdendir ki, Ankara’nın, bir süredir dile getirdiği gibi, “Kuzey Irak Meselesi” olmayacak. “Irak Meselesi” olacak artık ama, o da şimdilik o kadar şekilsiz bir şey ki, mesele bile olmayacak.

Ve bu dışarıdan başlayan değişim, Türkiye’de siyasetin bütün araçlarını, siyasetin kontrol mekanizmalarını yerinden oynatacak.

Ankara’nın sivil seçilmişlerinin dış koşulların da elverişliliği nedeniyle hevesini arttıran bu; artık ve cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ilk kez, kendileri söz sahibi olacak siyasette.

Bu yüzden, Kuzey Irak’ta var olmanın nedenleri bir an önce ortadan kalksın, PKK diye bir mesele kalmasın istiyorlar.

Geniş kapsamlı pişmanlık yasasının gündeme getirilmesinin, sonra bu yetersiz ve sevimsiz bulunarak ona “toplumsal uzlaşma yasası” giysisi geçirilmesinin nedeni bu.

PKK diye bir mesele kalmasın, adını tam öyle koyamasa da, “iç barış” yolu açılsın istiyor Ankara’nın sivil seçilmişleri ama, yapabildikleri, eskilerinden nitelik olarak hiçbir farkı olmayan bir yasayla, en az dört beş bin silahlı militana sahip olduğunu kendilerinin de dile getirdiği PKK’nın çökmesini, neredeyse küçük bir ordunun komutanını terkedip devlete sığınmasını ummaktan ibaret. Öncekilerden böyle bir sonuç alınmamış ama, bu defa alınacak; bunun olmayacağını bilmiyor mu Ankara?

Pekiyi, daha çoğunu istediği, daha çoğunu yapması gerektiğini bildiği halde, neden yapmıyor?

Nedeni, bugünden bilinen sonuçlarda saklı; güce dayalı vesayetin dayanaklarını, vesayetin “ne barış ne savaş” arafında takılıp kalmaktan aldığı meşruiyeti yok edecek çünkü böyle bir barış. Bu yüzden de vasi, olanca gücüyle buna direniyor. Ve Ankara’nın seçilmişlerinin genlerinde, bu direnişi altetmeyi deneyecek bir cesaret yok. Bu yüzden, eskiden olduğu gibi, iyi geçinerek, fırsatını buldukça yandan dolaşarak idare etmeye, vasiyi uyutmaya çalışıyor.

Kendisinde olmayan cesaretin yerine koyabileceği dış fırsatları da üstte kalmak için değil, iyi geçinme uğruna kendisini daha çok sıkıştırarak kullanacak gibi görünüyor.

Muhatabı açıkça belli Süleymaniye’deki çuvallı baskın olayını üstüne alınarak ABD’nin gözüne girmeye çalışmaları, “Irak’ta jandarma olun” çağrısının bile üstüne atlamaları, bunun habercisi.

Oysa bu bir tuzak. Çünkü çağrının “Gelin bizim yerimize sizi kırsınlar” demek olduğu ortada.

Bu bir tuzak. Çünkü Ankara’daki militarizasyonu ABD üzerinden hafifletmeye çalışırken bunun tam tersi olacak; sayısı on bin on bin artacak “Irak’taki Türk tugayları”yla, Iraktan kefenle dönecek her genç için kasaba kasaba düzenlenecek üniformalı şehadet törenleriyle, bu kez Irak üzerinden ve daha da askerileşecek Ankara.

Ve kaçınmaya çalıştığı, değişimin ikinci, uzun ve bugünküne göre çok daha sancılı yolunu tutacak.

Alev Er
(Gazetem.net, 22 Temmuz 2003)



ABD’leri tuttu...

DEMEK ki bu bir tür tiryakilik...

Belki de “akşamcı”lık gibi bir şey, vakti gelince “ABD’leri” tutuyor.

İşgalde yeterince ABD’nin yanında olamadılar, canları sıkkın.

“Kimyasal silah var” gibi bir evrensel yalanla gidip, asla unutulmayacak bir insanlık suçu işleyen ABD’nin suç ortağı olamadıkları için keyifsizler.

Elleri ayakları tutmuyor.

Kafaları boş.

*

Bağımlılık kötü şey.

“Irak’a demokrasi getireceğiz” sözü ise kafa bulmanın ikinci boyutu olmalı ki, şimdi ABD Irak’ta berbat durumda.

Saddam’ı aramaya başladılar.

İyi mi?...

Irak halkı gibi diktatörlüğe katlanıp da karşı koyamamış bir uyuşuk halk bile ABD’ye dayanamıyor, tepki gösteriyor, işgalin iki katı insan öldü Irak’ta.

Irak halkı gibi bilinçsiz bir halk bile; “Kimyasal silah var” yalanı ile başlayıp, petrol kuyularının başında biten kötü oyunun farkına vardı da, meydanlara dökülüp bağırıyor.

Ama bizim bağımlılar ayılmadılar...

*

Yine ABD’leri tuttu...

Irak’a asker gönderip, ABD’nin suç ortağı olmayı alttan alttan tezgahlayıp, ülkenin gündemine getirdiler.

Üstelik ABD’nin tüm dünyaya söylediği yalanların bir benzerini hepimize söyleyerek.

Bakın:

Başbakan Tayyip Erdoğan televizyonlarda milletin gözünün içine baka baka “Bizden asker istediler” dememiş miydi?...

Ama ABD Büyükelçisi Pearson “Asker gönderme önerisi Türkiye’den geldi. Büyükelçi Ziyal’ın Washington’da sunduğu öneriler arasında bu da vardı” diye açıklama yaptı.

*

Alışmışlar bir kere.

İrili-ufaklı ABD bağımlıları tabii ki bu ele geçen yeni olanaktan dolayı mutlandılar.

Hemen koşup, işlediği insanlık suçunda bile ABD’nin yanında yer almak istiyorlar.

Bağımlılık kötü şeydir.

ABD’leri tuttu yine...

Bekir Coşkun
(Hürriyet, 23 Temmuz ‘03)



Oğulları öldü, ama Saddam yaşıyor

Evet, onlar öldüler. Yoksa ölmediler mi? Bağdat’ta kutlamalar başladı bile, kulakları sağır eden otomatik tüfek ateşi bütün haberlerde.

Musul’da yanmış, roketlerle darmadağın olmuş bir villa, kurşunlarla parçalanmış dört ceset; Amerika Saddam’ın iki oğlunun, Uday ve Kusay’ın ölümünün Irak’taki işgal güçlerine karşı gerilla direnişini kıracağını umuyor -ne boş bir umut. Bütün bunlar geçen gece bir ilizyon oluşturmak için bir araya geldi: Iraklı silahlı adamlarla, ABD birlikleri arasındaki dört saatlik çatışma sonrasında dört tane ceset bulundu. Bu cesetler eski diktatörün oğulları olmalı -çünkü dünya öyle istiyor.

Elbette ölmüş olabilirler. Cesetlerin Hüseyin kardeşlere çok benzediği söyleniyor. Çatışmada öldürülen dört kişiden biri 14 yaşındaydı, muhtemelen Saddam’ın torunlarından birisi. Villa, Hüseyin’lerin aşiret müttefiki olan Mervan el Zindani’ye aitti.

Kusay, Amerika için özel bir hedef olan, Özel Cumhuriyet Muhafızları’nın lideriydi. Bu iki kişi, evi saran 200 Amerikan askerine karşı sert bir direniş gösterdi. Amerikalılar Musul’a giden bir otoyolun yanındaki villayı yerle bir etmek için Görev Gücü 20 diye adlandırdıkları bir birliği kullandı.

Görev Gücü 20, özel timlerden ve CIA ajanlarından oluşuyor. Fakat, bu ayın başında, Suriye sınırına doğru ilerleyen konvoya roketli saldırı düzenleyen ve yöre sakinlerinin ölümüne sebep olan yine bu Görev Gücü 20 idi. Konvoyda Saddam’ın ve öldükleri sanılan çocuklarının bulunduğu ileri sürülüyordu. Oysa olayın kurbanları sadece kaçakçılar oldu.

Ve Amerikan İstihbaratı -11 Eylül’ü öngöremeyen teşkilat- 20 Mart’ta Saddam Hüseyin’in villasına hava saldırısı, (ki bu saldırıda Saddam’ın öldürüldüğü varsayılmıştı), düzenlenmesinin de sorumlusu. Daha gaddar bir hava saldırısı Bağdat’ın Mansur bölgesinde düzenlendi. Nisan’ın sonundaki bombardımanda Saddam ve oğullarının öldürüldüğü sanılmıştı, fakat başarılan sadece 16 masum sivilin katledilmesiydi. Bunların hepsi ispatlanmış berbat hatalar.

Takıntılı bir ailede, ve bunun için iyi nedenleri var, kendi kişisel güvenlikleri için gerçekten Uday ve Kusay birlikte olabilir mi? Tuzağa düşürülmelerine izin verebilirler mi? Adlandırıldıkları biçimiyle “Irak’ın aslanları” aynı kafese girer mi?

Saddam gençliğinde uzun bir süre kaçak yaşadı. Hep yalnız seyahat etti. Aile, 1991 Körfez Savaşı’nda olduğu gibi Irak’ın Mart’taki işgalinde de ayrı ayrı yaşamayı öğrendi. Saddam ve oğulları iktidardaykenler bile saklanıyorlardı. DNA testleri cesetlerin Saddam’ın oğullarına ait olduğunu ispatlasa bile, Iraklılar buna inanacak mı? Bu, gerilla savaşını sona erdirecek mi?

Öncelikle, Uday ve Kusay ölmüş olsa bile Saddam halen yaşıyor.

Uday ve Kusay gaddar ve psikopat adamlar olmasına rağmen, onlar sadece kralın adamlarıydı, sadece yaratıklar mağarasında asistanlardı. Saddam yaşıyor. Ve ses kayıtları bütün Irak’ta duyuluyor. Iraklılar’ın duymayı beklediği ise Saddam’ın kaderi.

İkincisi ve daha önemlisi, Amerikan işgal güçleriyle, ülkeleri işgal altında olan Iraklılar arasında temel bir yanlış anlaşılma var. ABD, Irak’taki bütün direnişin Saddam Hüseyin taraftarlarının kalıntıları tarafından örgütlendiğine inanıyor. Bu teoriye göre Hüseyin ailesinin kellesi gitti mi, direniş sona erecek.

Fakat ABD birlikleri, gerillaların yanı sıra, hiçbir zaman Saddam’ı sevmeyen, gittikçe büyüyen Sünni İslamcı bir hareketin de saldırılarına uğruyor. Daha da önemlisi, birçok Iraklı, Amerikan işgalinin sona ermesi eli kanlı eski diktatörün geri dönmesi anlamına geleceğine inandıkları için direnişe destek vermekte isteksiz davranıyor.

Saddam ve oğulları öldüğü takdirde, Iraklılar’ın Amerikalılar’a karşı savaşmakla kaybedecekleri hiçbir şey olmayacak, dolayısıyla Amerikan önderliğindeki işgale muhalefet, küçülmekten çok büyüme ihtimaline sahip olacaktır.

Robert Fısk

The Independent, 23 Temmuz ‘03
(Yeniden Özgür Gündem, 24 Temmuz '03)