26 Temmuz'03
Sayı: 29 (119)


  Kızıl Bayrak'tan
  Irak'ta ABD jandarmalığına hayır!
  Hükümet ve ordu ABD ile anlaştı...
  Demokratikleşme oyununda 7. perde açıldı...
  İMF ile 5. gözden geçirme görüşmeleri tamamlanmak üzere...
  Kürt halkına karşı yeni kirli oyunlar...
  AB'den ekonomik, sosyal ve demokratik haklar beklenemez...
  Birleşik Metal-İş genel kurulları ve metal işçilerinin görevleri
  Kamu TİS'leri ihanetle sonuçlandı!
  Kamu emekçileri hareketine acil müdahale zorunluluğu
  Çırpındıkça batacaklar
  Emperyalist güçler İran üzerindeki baskıyı artırıyor
  Abbas hükümeti ABD-İsrail dayatmalarına boyun eğiyor...
  Saldırılara karşı örgütlü/birleşik mücadele!
  Genç İşçi Bülteni'nden...
  Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Platformu Bülteni'nden...
  Eğitim hakkımız gaspediliyor...
  Polkima'da TİS süreci, lokavt ve grev aşamaları
  Irak'ta yeni tuzak
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Elimizdeki herşeyi gaspediyorlar,
bizlere çıplak köleliği dayatıyorlar!..

Saldırılara karşı örgütlü/birleşik mücadele!

AKP hükümeti de kendinden önceki tüm emperyalist ve İMF uşağı hükümetler gibi işçi ve emekçilere yönelik çok yönlü saldırıları uygulamaya devam ediyor. 4857 sayılı yeni iş yasasıyla işçileri patronların birer kölesi haline getirmiş bulunuyorlar. Yıllardır İMF, DB, DTÖ gibi emperyalist kurumların güdümünden kurtulamayan iktidarlar bu kurumların dayattığı politikalarla da hem ülkeyi talana, yağmaya açmış bulunuyorlar, hem de işçiyi, kamu emekçisini, esnafı, tarım kesimini değişik uygulamlarla köle gibi çalışmaya, tasfiye etmeye uğraşıyorlar. Kuşkusuz ki bu uğraşlarının en sinsi ve kapsamlısı olanı, kamu hizmetlerini tamamen tasfiyeye dönük olan, adına “reform” dedikleri merkezi yönetim reformu, yerel yönetim reformu, kamu personel rejimi reformu saldırısıdır. Bu uygalamayla devlet kendi görevi olan himet alanlarını sermayeye peşkeş çekmektedir.

Bu yağmanın adını ise görüldüğü gibi reform koyabilmektedirler. Bu “reform”larla bu hizmetler eşit, parasız, yaygın ve kaliteli kamu hizmeti olmaktan çıkartılıyor, tamamen sermayenin kâr alanına terkediliyor. Merkezi ve yerel yönetim reformu devletin yapması gereken asli ve sürekli görevlerini yeniden tanımlıyor. Merkezi idareyi yeniden yapılandırıyor. Bu belirleme ve yapılandırmanın dışında kalan kamu hizmetlerini yerel yönetimlere (il özel idaresi, belediyeler) devrediyor. Hizmet devrinde il özel idareleri ve belediyelerin görevleri ile yetkilerini belirliyor.

Bu düzenlemede yapılan işin, hizmetin “rekabetçi piyasa koşullarına göre” yapılacağını açıkça belirtiyor. Kamu hizmetlerini devralan yerel yönetimlerin rekabetçi piyasa koşullarına göre mal ve hizmet üretmesi ise, “haksız rekabet oluşturacak şekilde üretemez” şeklinde tanımlayarak gerçek niyetin ne olduğunu itiraf etmiş bulunuyor. Bu da bu kurala uymayan, aykırılık teşkil eden birimlerin tasfiye edileceği ve yenilerinin kurulamayacağı anlamına geliyor. Böylelikle hem tasfiyenin, hem de özelleştirilmesinin kılıfı yaratılmış oluyor. Tabii ki, kamusal hizmetin yerini kâr mantığına dayalı özel sektör alıyor. Ve bu alanda devletin mal veya hizmet üretmesi yasaklanıyor.

Bu uygulamayla beraber merkezi idarenin görev ve yetkileri adalet, savunma, güvenlik, istihbarat, dış politika, maliye, hazine, dış ticaret, gümrük, tapu gibi hizmetlerle sınırlandırılıyor. Yerel yönetimlere bırakılacak olan hizmetler ise eğitim, sağlık, sanayi, bayındırlık, kültür, turizm, tarım, orman, personel, araç-gereç, taşınır-taşınmaz mallar, çevre, gençlik ve spor, sosyal hizmetlere ait tüm görevler.

Devletin zaten sözde kalan “sosyal” niteliğini tamamen ortadan kaldıran bu değişiklikler için devlet “doğrudan harcama” yapmayacak. Bu da demek oluyor ki hizmet alınan yerde, hizmeti alan kişi bol bol para harcamak zorunda kalacak. Tüm bu kurumlar kendini finanse etmek zorunda bırakılacak. Bu da her vesilede vatandaşın cebine uzanan ellerin çoğalması anlamına gelecek. Buna bir de bu hizmet alanlarının özelleşmesi eklenince seyredin vurgunu, talanı.

Verilen ve verilecek hizmetin “piyasa koşullarına göre fiyatlandırılması” da başka bir anlama gelmiyor zaten. Yurttaş müşteri oluyor, yurttaşın karşısındaki görevli ise karşısında hizmet bekleyen kişiyi yolma performansını iyi yapan soyguncu oluyor. Çünkü yerelin vereceği ödenek miktarı çalışanın performansına göre belirlenecek. Çok çalışan, hak mahrumlarına ses çıkarmayan, işgüvencesinden mahrum çalışmayı kabul eden, ve de çok müşteri toplayan kamu çalışanı mesleki bilgisi dikkate alınmadan yeterli sayılacak. Çalışanlar arasındaki ücret sabitliği bozulacak ve her çalışan performansına göre düşük ya da yüksek ücret alacak.

Bu yasaların sağlık sektöründe daha vahim sonuçlar üreteceği ise ortada. Bu sektörde çalışan işçiler, hemşireler, doktorlar ve diğer görevliler kendi aralarında rekabete girecek. Her türlü haktan mahrum çalışacak. Bireysel sözleşmesini yenileyebilmek için koşuşturup duracak. Yerel yönetime devredilen sağlık kurumu ticarethaneye dönüşecek, kendi teknik, altyapı, tıbbi vb. giderlerini kendi karşılamak zorunda kalacak. Giderlerini karşılayabilmesinin yolu ise müşterisi olan hastayı soyabildiği kadar soymak olacak. Sağlık hizmeti alan çalışanlar için devlet “hastaneni ve hekimini seçme özgürlüğü” veriyor. Böylelikle hem özel hastaneler teşvik edilmiş oluyor, hem de hekimler arasında müşteri çekip iyi performans gösterme rekabeti başlatıyor. Tıbbın tüm yasal ve etik kuralları bir kenara itilyor.

Oysa eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamu hizmetlerinden yararlanmak temel insan haklarının bir parçasıdır. Bundan dolayı da her ırktan, her milliyetten, her mezhepten insanlar bu hizmetlerden eşit, kaliteli ve parasız olarak yararlanmak zorundadır. Bunun giderini devlet karşılamalıdır. Ama devlet “küresel ekonomiye uyum” adı altında tüm bu görevlerinden kurtulmak istemektedir. Bu işi de paralı hizmet mantığıyla sermayeye bırakmaktadır. Sermayeye ve onun doymak bilmeyen kâr hırsına emanet edilen bir sağlık hizmeti, hiç şüphesiz milyonlarca insanı hastanaye ve doktora hasret bırakacaktır. Ola ki doktora da gittiniz, orada sizi bekleyen, cebinizdeki para kadar tedavi görmek olacaktır. Sermayeye aktarılmak istenen paralarla daha kaliteli hizmet almak mümkündür. Her türlü donanımı sağlamak mümkündür.

Sonuç olarak şunu diyebiliriz, devletin “devleti küçültüyoruz” dediği şey tam da verilen hizmetin küçültülmesi ve gaspedilmesidir. Demir çelik, çimento, enerji, haberleşme özelleşti. PETKİM, TEKEL, SEKA bitti bitecek. Şimdi sırada okullar, hastaneler, belki de içtiğimiz su var.

Saldırı ortada. Bu saldırıyı durdurmak işi en başta çalışanların mücadelesine bağlıdır. Tüm hizmet alanlarında hizmet alanlara konuyu anlatmak, onları mücadele ortakları yapmak şarttır. İşçi, kamu emekçisi, gençlik, üretici köylülük mücadelede elele, omuz omuza olmak zorundadır. Bu birlikteliği yaratmak mümkündür. Kamu emekçilerinin geçmiş mücadele deneyimleri doğru yolun ne olduğunu göstermektedir. O büyük emek gücünü harekete geçirmek için bütün işyerlerinde işçi, kamu emekçisi, taşeron ayrımı yapmadan taban çalışmasını başlatmaktır.

Bir an önce mücadele komiteleri kurulmalı ve mücadele talepleri, programı oluşturulmalıdır. Personel rejimi yasa tasarına ve kölelik yasasına karşı “Herkese iş, tüm çalışanlara işgüvencesi!, “Herkese eşit, parasız sağlık ve eğitim!” taleplerimizi ortak mücadele talepleri olarak yükseltmeli ve bu talepler etrafında her kesimi örgütlenmeye çağırmalıyız.

Bir kamu emekçisi



Esenyurt’ta kölelik yasasına karşı mücadele paneli...

“Belirleyici olan yasalar değil sınıf savaşıdır...”

Sermayenin işçi sınıfı ve emekçilere yönelik saldırısılarının gün geçtikçe yoğunlaştığı bir dönemden geçiyoruz. Hergün yeni hak gasplarıyla karşılaşıyoruz. Sermayenin saldırıları içerisinde en önemlilerinden biri de “kölelik yasası” diye adlandırdığımız, işçi sınıfına Ortaçağ çalışma koşullarını dayatan, çalışma yaşamını kuralsızlaştıran yeni iş yasasıdır.

Esenyurt BDSP olarak kölelik yasası gündeme geldiğinden beri bu konuda işçileri bilinçlendirmeye dönük bir çaba içersindeyiz. Sınıfın belli taleplerini öne çıkaracak çeşitli araçlar üzerinden yaygın bir çalışma yürütüyoruz.

Bu çalışmanın bir parçası olarak 20 Temmuz Pazar günü bir panel/seminer gerçekleştirdik. Panelimize 60’ın üzerinde işçi katıldı. Katılımın büyük kısmını bölgemizdeki önemli metal ve tekstil fabrikalarından işçiler oluşturuyordu.

Panelin ilk bölümünde, sermayenin neden böyle bir saldırıya ihtiyaç duyduğu kısaca anlatıldıktan sonra, yasanın sınıfa saldırı niteliği taşıyan tüm maddeleri tek tek açıklandı. Bölgemizde kölelik yasasını uygulamak için birçok işyerinde patronların harekete geçmiş olması ve tam da bu fabrikalardan işçilerin panele katılması özellikle bazı maddelerle ilgili canlı tartışmaların yaşanmasını sağladı. Taşeronlaştırma, telafi çalışması, denkleştirme yöntemi şimdiden bir dizi fabrikada yaşanan saldırılar.

Daha sonra işçilerin bu saldırılar karşısında nasıl davranmaları, ne tür bir mücadele hattı izlemeleri gerektiğine ilişkin bir tartışma yapıldı. Casttle Blair işçilerinin henüz bir kaç gün önce fabrikalarında yüz yüze kaldıkları saldırıya örgütlü güçleriyle yanıt vermiş ve patrona geri adım attırmış olmaları, canlı bir deneyim olarak ortada duruyordu. Bu deneyim üzerinden bir tartışma da yürütüldü ve bu tür örneklerin yaygınlaştırılması gerektiği vurgulandı. Saldırı ne kadar kapsamlı olursa olsun işçi sınıfı örgütlü bir güç olarak sahneye çıktığında, onun karşısında hiçbir yasanın hükmünün olmayacağı; kağıt üzerindeki yasaların değil sınıflar arasındaki mücadelenin belirleyici olduğu; bu mücadeleyi kazanmak için sermayeden daha fazla örgütlenmek ve dah yaygın bir mücadele yürütmek gerektiği konusunda herkes ortaklaştı.

Konunun ağırlığına ve havanın sıcaklığına rağmen, katılımcıların ilgisi panel boyunca hiç azalmadı. Etkinlik tamamlandıktan sonra konuştuğumuz işçilerin hepsi panelimizi başarılı bulduklarını, bu türden etkinliklere daha çok ihtiyaç olduğunu belirttiler.

BDSP çalışanları/Esenyurt