26 Temmuz'03
Sayı: 29 (119)


  Kızıl Bayrak'tan
  Irak'ta ABD jandarmalığına hayır!
  Hükümet ve ordu ABD ile anlaştı...
  Demokratikleşme oyununda 7. perde açıldı...
  İMF ile 5. gözden geçirme görüşmeleri tamamlanmak üzere...
  Kürt halkına karşı yeni kirli oyunlar...
  AB'den ekonomik, sosyal ve demokratik haklar beklenemez...
  Birleşik Metal-İş genel kurulları ve metal işçilerinin görevleri
  Kamu TİS'leri ihanetle sonuçlandı!
  Kamu emekçileri hareketine acil müdahale zorunluluğu
  Çırpındıkça batacaklar
  Emperyalist güçler İran üzerindeki baskıyı artırıyor
  Abbas hükümeti ABD-İsrail dayatmalarına boyun eğiyor...
  Saldırılara karşı örgütlü/birleşik mücadele!
  Genç İşçi Bülteni'nden...
  Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Platformu Bülteni'nden...
  Eğitim hakkımız gaspediliyor...
  Polkima'da TİS süreci, lokavt ve grev aşamaları
  Irak'ta yeni tuzak
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Kurtuluş yok tek başına!..

Mücadele edeceğiz ve kazanacağız!

Çalışmakta olduğumuz sanayi sitelerinde, irili ufaklı fabrikalarda, atölyelerde, sömürü çarkları en vahşi, en acımasız şekilde dönmektedir. Doğu Sanayi, Marmara Sanayi, Evren Sanayi, İMES ve diğerlerinde durum birbirinden farklı değildir. Buralar patronlar için ucuz emek cenneti, biz işçiler için ise sömürü cehennemidir. Buralar can pazarıdır. İşçinin sadece emeği değil, eti, kemiği, kanı, canı, tüm yaşamı üç kuruşa alınır, satılır.

Patronların ve onların sömürü düzeninin bizlere reva gördüğü yaşam, yaşam değildir. Hayır, bize reva görülen, canlı canlı mezara girmek ve ömür boyu ızdırap çekmektir. Bizlere reva görülen, daha çocuk yaştan başlayarak en ağır işlerde posamız çıkıncaya kadar vahşice sömürülmektir. Sonra da kullanılmış mendil gibi buruşturulup bir köşeye atılmaktır.

Buralarda sömürü çarkları en vahşi, en acımasız şekilde döner. Buralarda sendika yoktur. Sigorta yoktur. Çalışma saatlerinde bir sınır yoktur. İş güvenliği yoktur. İş güvencesi yoktur. Doktor yoktur. Hastane yoktur. Servis yoktur. Ücretli izin ve tatil yoktur. Dinlenme yoktur. Hak hukuk ise hiç yoktur.

Buralarda çocukluğun ve gençliğin güzel baharını, tatlı hülyalarını yaşamak yoktur. Okul ve kitaplar yoktur. Spor tesisleri yoktur. Bilgisayar makinaları ve rengarenk oyuncaklar yoktur. Ağaçlar, kuşlar ve uçurtmalar da yoktur.

Buralarda üç kuruş sefalet ücreti vardır. Nefeslere sinmiş açlık kokusu vardır. Sabahın köründen akşamın karanlığına kadar günde 10–12 saat, haftada 6 gün köleler gibi çalışmak vardır. Ekmek lapasıyla mide doldurmak vardır. Sağlıksız iş koşullarından dolayı zehirlenmek, hastalanmak, 20 yaşında ihtiyar olmak vardır. Adı kaza olan iş cinayetlerinden ölmek ve sakat kalmak vardır. Sigortamız yapılmadığı, ya da pirimlerimiz yatırılmadığı için hastahane kapılarından sefilce geri çevirilmek vardır. Tazminatsız işten atılmak vardır. Hakkını arayınca patronun tekmesi, polisin copu, jandarmanın dipçiği vardır. Ustabaşının hakareti, küfürü ve dayağı vardır. Hemen kapının önünde ise beterin beteri işsizlik cehennemi vardır.

Bunlar hepimizin bildikleri, her gün yaşadıklarıdır. Peki tüm bunlara daha ne kadar tahammül edeceğiz? Bugünümüzün ve geleceğimizin karartılmasına daha ne kadar müsaade edeceğiz? İnsan gibi çalışmak, insan gibi yaşamak en başta bizim hakkımız değil mi? Öyleyse neyin cezasını çekiyoruz? Biz yoksullar sınıfı çok tembeliz de, asalak zenginler mi çok çalışkan? Biz aptalız da onların kuş beyinleri mi çok akıllı! Çektiğimiz çileye alın yazısı deyip geçecek miyiz? Böyle gelmiş böyle gider deyip boyun mu bükeceğiz?

Bugünümüzü ve geleceğimizi karartan sömürücü asalaklara karşı hiç mi öfkemiz yok? Sömürü ve kölelik üzerine kurulu bu kölelik düzenine hiç mi isyanımız yok? Etimiz yiyip semirenlere, kanımızı içip palazlananlara, zevk ve sefa sürenlere, har vurup harman sürenlere diyecek hiç mi sözümüz yok?

Hayır! Bizim yüreğimizde öfke de var, isyan da!

Ama düzen bu öfkeye ve isyana gem vurup bir bataklığa doğru dört nala sürüyor. Düzenin zehir saçan ahtapot kolları bizleri her bir yandan kuşatmaya alıyor. Düzen, bizim içimizde cehaleti, serseriliği, arabeski, barı, diskoyu, kahveyi, küçük burjuva özlemleri, tek başına kurtuluş hayallerini, kumarı, içkiyi, fuhuşu, uyuşturucuyu, kaderciliği, korkuyu, boyun eğmeyi, gericiliği, bağnazlığı körüklüyor. Düzen bizim aramızda ulus, din, mezhep, memleket, futbol taraftarlığı gibi farklar üzerinden husumeti, çekişmeyi, rekabeti, düşmanlığı, kendi aramızda kavgayı körüklüyor. Ne için? İşçiler, patronlara karşı güçlerini tek yumruk halinde birleştirmesinler diye. Ne için? Dini de, imanı da, mezhebi de, vatanı da para olan patronlar sınıfı egemenliğini sürdürebilsinler diye!

Bu böyle sürüp gitmeyecek. Çünkü sadece öfkemiz ve isyanımız yok bizim! Tüm dünyada yüzlerce, binlerce yıldır sürüp giden sınıflar savaşının altın dersleri vardır bize mücadele yolunu gösteren. İşte bizim en büyük hazinemiz budur. Bizim bu sömürü ve soygun düzeniyle başa çıkacak gücümüz de vardır, onu yıkınca yerine koyacak kendi düzenimiz de! Bize gereken bunun bilincine varmak, örgütlenmek ve mücadeleyi yükseltmektir. Eğer örgütsüz isek, tek başımıza birer hiçiz. Bilinçlenip örgütlendiğimizde ise bükülmez bir bilek, aşılmaz bir barikat, yenilmez bir kuvvet oluruz.

Evet, yürümemiz gereken yol ne düzdür ne de kısa. Uzun, engebeli, taşlı, dikenli ve engerekli. Ama söyleyin, biz zaten ne zaman geniş ve ferah bulvarların lüks mağazalı, pembe kaldırımlarında keyif çatıp yürüyebildik ki? Evet işimiz kolay değil! Karşımızda gücünü para ve zorbalıktan alan soysuz bir sermaye iktidarı var. Ama söyleyin, biz zaten ne zaman kolay işlerin insanı olduk ki, ne zaman el bebek, gül bebek, ekmek elden su gölden yaşayabildik ki?

Sözün kısası kardeşler: Mücadele edeceğiz ve kazanacağız! İnsanca yaşamak istiyorsak mücadele etmeye ve kazanmaya mahkumuz. Tüm ezilen ve sömürülenler bu kavgada kendi sınıfının saflarında er ya da geç yerlerini alacaktır. Çünkü başka bir kurtuluş yolumuz yoktur.

Sanayi sitelerinin genç işçileri de bu yola girecektir.

Birleşip ayağa kalktı mı, yeri göğü sarsan bir sınıfın, işçi sınıfının mensubu olduğunun bilincine varacaktır. Onun sıra neferinden biri olmanın onurunu kuşanacaktır. Tarihin kilidini kırıp çarklarını ileriye doğru döndürmek için kendi sınıf gücünü ilmik ilmik örgütleyecektir. Diğer sınıf kardeşleriyle halka halka birleşecektir. Hak verilmez, söke söke alınır gerçeğini düşe kalka öğrenecektir.

Sömürünün, zulmün, adaletsizliğin karşısına bölük bölük dikilecektir.
Çürümüş bu eski dünyaya kendi yeni dünyasını kurmak için sınıf kavgasında yiğitçe ileriye atılacaktır.

(Genç İşçi Bülteni’nin Temmuz
2003 tarihli sayısından alınmıştır...)



Doğu Sanayi’den görünümler

Bilindiği gibi yeni çıkarılan “iş yasasıyla” biz işçilere ağır bir darbe daha vurulmuş oldu. Taşeronlaştırma, özelleştirme, esnek üretim ve mevcut tüm haklarımızın gasp edilmesi, yasal ve hukuksal düzeneğe oturtularak kesin bir biçimde meşrulaştırılıyor. Bin bir türlü ayak oyunu, alçaklık ve hile ile bizleri bölüp parçalamaktadırlar. Bu konuda ustalaşan patronlar sınıfı hiçbir yalana, göz boyamaya gerek duymadan o kırılası kanlı dişleri ile kuduz köpekler gibi biz işçilerin terli bedenini ısırmaya yelteniyorlar. Boğazımıza geçirmiş oldukları ilmiği daha fazla sıkma gayreti içerisindedirler. Bu cehennemi, cendereyi en çok yaşayan biz sanayi sitesi işçileriyiz. En ufak bir örgütlülüğün bile bulunmadığı sanayi sitelerinde biz işçilerin yazgısı patronların ve yöneticilerin iki dudağı arsındadır. Bu sanayi sitelerinden biri de çalışmakta olduğumuz, Doğu Sanayi Sitesi’dir.

2001 krizinden bu yana bir çok atölyede ikramiyeler kaldırılırken bazı atölyelerde servisler bile kaldırıldı. Kapı önüne konulan arkadaşlarımızın sayısının ise haddi hesabı yok. İşleri tıkırın da olduğunda kârlarına kâr katmak için, sevdiklerimize hasret kalırcasına mesai yaptıranlar, sorumlusu olmadığımız krizin faturasını biz işçilere kesiyorlar. İçinde bulunduğumuz şu son süreçte sermaye devleti, elimizde avucumuzda kırıntı olarak kalan son hakları da gaspederek patronlara kuralsız ve keyfi bir sömürü ortamı yaratmaya çalışıyor.

Bizlerde bu saldırılardan nasibimizi aldık. Çalıştığımız atölyede yeni iş yasası (kölelik yasası) daha mecliste görüşülüyorken yürürlüğe girdi bile. Resmi bayramlar tatil olduğu halde, bu günlerde çalışmak zorunda bırakıldık. Hem de mesai ücreti almadan, normal saat üzerinden hesaplanılarak. Böylece tatil hakkımız elimizden alınırken, fazla mesai ücreti hakkının gasp edilmesinin yolu da düzlenmiş olundu. Ayrıca geçmişte yasal olmadığı halde fiilen uygulanan ücretsiz izinler, yeni yasayla beraber patronumuzun tamamen keyfiyetine imkan sağlamış oldu. Atölyemize bir dakika geç gitmenin maliyeti bir saatlik mesai ücreti kesintidir. Üstelik o hafta içerisinde panoya astıkları bir çizelge ile haberli ve habersiz kim ne kadar gecikmişse teşhir edilerek işçiler üzerinde psikolojik baskı aracı olarak kullanılır.

Kimi arkadaşlarımızın sigortası uzun süreden beridir yapılmamaktadır. Yapılanların ise primi asgari ücret üzerinden gösterilerek yatırılmaktadır. Böylece bizlere her fırsatta “ekmek yediğin yere ihanet etme” öğüdün de bulunanların, kendi çıkarları için nasıl da vergi kaçırdıkları ortadadır. Üstelik çıkış alan arkadaşlarımız bu yüzden tazminatlarını da düşük almak zorunda kalmaktadırlar. Zam dönemlerinde, işlerimiz azalır, zam dönemi geçtiğinde birden işlerimiz çoğalmaya başlar. Bu çok bilinen bir patron taktiğidir. Böylece zam oranlarımız düşük tutulur. Atölye ve makinalar için hiçbir yatırımdan kaçınılmaz ve bu yatırımların parası bizim iliğimiz, kanımız, alınterimizle karşılanır. Ancak biz işçilerin en doğal ihtiyaçlarından tutun da, yediğimiz yemek ve içtiğmiz çayın bile hesabı tutularak tasarruf yapmamız istenir.

Bunlar bizim atölyemizdeki yaşanan sorunların bir kısmıdır. Diğer atölyedeki sorunları da eklerseniz Doğu Sanayi Sitesi işçilerinin çektiği sıkıntıları varın siz düşünün!

Tüm bu sıkıntıları ebediyen çekmeyeceğiz. Yaşadığımız sorunları aşmak için konuşacağız, tartışacağız, örgütleneceğiz. Güç olup mücadele edeceğiz. Amacımıza ulaşmanın başarısını yaşayacağız.

Gülme sırasını bir daha patronlara kaptırmamak üzere en son ve iyi gülen bizler olacağız.

KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ !

Bir metal işçisi

(Genç İşçi Bülteni’nin Temmuz
2003 tarihli sayısından alınmıştır...)