26 Temmuz'03
Sayı: 29 (119)


  Kızıl Bayrak'tan
  Irak'ta ABD jandarmalığına hayır!
  Hükümet ve ordu ABD ile anlaştı...
  Demokratikleşme oyununda 7. perde açıldı...
  İMF ile 5. gözden geçirme görüşmeleri tamamlanmak üzere...
  Kürt halkına karşı yeni kirli oyunlar...
  AB'den ekonomik, sosyal ve demokratik haklar beklenemez...
  Birleşik Metal-İş genel kurulları ve metal işçilerinin görevleri
  Kamu TİS'leri ihanetle sonuçlandı!
  Kamu emekçileri hareketine acil müdahale zorunluluğu
  Çırpındıkça batacaklar
  Emperyalist güçler İran üzerindeki baskıyı artırıyor
  Abbas hükümeti ABD-İsrail dayatmalarına boyun eğiyor...
  Saldırılara karşı örgütlü/birleşik mücadele!
  Genç İşçi Bülteni'nden...
  Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Platformu Bülteni'nden...
  Eğitim hakkımız gaspediliyor...
  Polkima'da TİS süreci, lokavt ve grev aşamaları
  Irak'ta yeni tuzak
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Sermayeyi geriletmenin tek yolu
militan sınıf eylemliliğidir

İşçileri patronun kölesi haline getiren yeni iş yasası, sermayenin coşkusu, işçi sınıfının suskunluğu içerisinde büyük bir hızla meclisten geçirildi. Bu yasalar bir yıldır yoğun olarak gündemdeyken yasanın meclisten geçmesini seyreden sendika ağaları son olarak “Cumhurbaşkanı veto edip meclise geri gönderecektir” avuntusuna sığındılar. Ancak beklenen olmadı, cumhurbaşkanı yasayı onayladı. Ağaların tüm avuntuları ve ham hayalleri bir anda suya düştü. Kendilerince büyük bir “şok” yaşadılar. Artık deniz bitmişti. Aylardır işçileri veto avuntusuyla oyalayıp duruyorlardı. Ellerindeki bu kıymetli malzemenin kaybolması onları gerçekten şok ediverdi.

Sendika ağalarının işi gürleyip de yağmamaktır

Sendika ağaları yasaların ne anlama geldiğini zaten çok iyi biliyorlar. Çünkü “bilim kurulu” soytarılığında onlar da vardı. Yasaları da bilim kurulu hazırladığına göre “bizi kandırdılar” diyemezler herhalde. Belki de şok geçirmelerinin nedeni, işçileri oyalamak için yeni bir yol bulamamalarıdır. Şimdi de mitinglerde, basın açıklamalarında laf olsun diye esip gürlüyorlar. Gürlüyorlar ama şimdiye kadar tek bir damla yağamadılar.

Kuru gürültü çıkarttıkları konu sadece kölelik yasası değil. Gürleyip de yağmamak, sendika ağalarının yaşam felsefesidir. Şu anda ciddi saldırılardan biri olan özelleştirme hız kazandı. İş işten geçmiş, satılan satılmış, bizim ağalar halen “gerekirse genel grev yaparız” diyorlar. İyi de be kardeşim bu saatten sonra laf ebeliği yapmak ne işe yarar? Esip gürlemek ne iş yasasını ortadan kaldırır ne de satılan işletmeleri geri getirir.

Bu andan itibaren işe yarayacak tek şey militan sınıf eylemleridir. Bunun nasıl olacağını ise 15-16 Haziran’ın sönmeyen ateşi gösteriyor. Yıllardır yaşananlar artık şunu öğretmiştir ki, işçi ve emekçileri ne sendika ağaları, ne meclis, ne cumhurbaşkanı koruyabilir. Hakları korumanın, insanca yaşayıp çalışmanın tek yolu, sınıfın kendi gücüyle mücadele sahnesine çıkmasıdır. Sınıfı harekete geçirmenin tek yolu da işyerlerinden, yani tabandan başlayan örgütlenme çalışmasıdır. Ancak bağımsız örgütlülüklerine kavuşmuş bir sınıf, sendika ağalarının ihanetine dur diyebilir. İşçileri köle yapmaya çalışan kan emicilerin zorbalığına, ancak sınıf bilinci ve bağımsız örgütlülüğü üzerinden yükselen militan eylemler son verebilir.

Sömürü düzeninde mücadeleden
başka seçenek yoktur

Örgütlü bir sınıf yenilmezdir. Aksi halde patronların elinde şamar oğlanına dönüveririz, aynı bugünkü gibi. Halen sendikadan, meclisten bir şeyler bekleyen varsa, aldandığını çok kısa sürede anlayacaktır. Öyle uzun sürmeyecektir uyanması. Kamu Personel Rejimi ve Yerel Yönetimler Yasası kapıda bekliyor. Onlar da meclisten geçince anlayacaklardır. Olan tüm çalışanlara olacaktır.

İçine düştüğümüz-düşeceğimiz kötü şartların başlıca sorumlusu elbette sendika ağalarıdır. Ama sorumsuz davranan, mücadeleden uzak duran, “bana bir şey olmaz” diyenlerin sorumluluğu da en az sendika ağaları kadar büyüktür. Ne yazık ki böylesi işçiler azımsanmayacak kadar çok. Bu tür insanlara söylenebilecek tek şey şudur: “İşsiz kalmak yarın senin başına geldiğinde, sahip çıkacak kimseyi bulamayacaksın ve hatalarının cezasını çekeceksin. İşte o zaman kaçmakla, sorunlara sırt çevirmekle kendi mezarını kazdığını anlayacaksın”.

Bu sömürü düzeninde işçinin mücadeleden başka seçeneği olabilir mi? Biz bulamadık. İkinci seçenek köleliği kabul etmektir. Kölelik kabul edilebilir bir şey olmadığı için mücadeleden başka seçenek yok diyoruz. Dolayısıyla, biz işçiler kamu-özel sektör ayırmadan biraraya gelmeli, mücadele yollarını belirlemeli ve mücadele etmeliyiz. Yıllardır süren ayrımcılık, bugün kölelik sonucuna yolaçmıştır. Hepimiz birer PETKİM, TEKEL, TÜPRAŞ, TELEKOM işçisi olmalıyız. Aksi halde sonucu tahmin etmek hiç de zor değildir. Özelleştirmeyi, köleliği yok etmenin yolu yeni 15-16 Haziranlar yaratmaktır.

(Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Platformu Bülteni’nin
Temmuz 2003 tarihli sayısından alınmıştır...)



6. ay zamları için patronların karşısına
toplu olarak çıkalım

Örgütlü işçiler kazanır!

Temmuz, biz işçiler için zam ayıdır. Hepimiz, acaba patron ne kadar zam yapacak diye merak ediyoruz.

Aldığımız ücretler her gün daha da eriyip gidiyor. Bir gün ekmeğe, şekere, çaya, başka bir gün suya, elektriğe ya da sigaraya zam geliyor. Her zam bizim ücretlerimizden alıp götürüyor. Adeta dünyamız kararıyor, ayın sonunu nasıl getireceğimizi bilemiyoruz.

Kimimiz metalde, kimimiz plastikte, kimimiz de tekstilde çalışıyoruz. Sabahın köründe işe gidiyoruz, neredeyse güneşi hiç görmeden günde 10-12 saat çalışıyoruz. Sigortamız, sendikamız yok, yoğun mesailerden bunalıyoruz. Çalıştığımız ortamlar toz duman içinde, çalışma koşullarımız çok ağır. Tüm bunların karşılığında ise aldığımız parayla karnımızı bile doyuramıyoruz. Açlık ve yoksulluk içinde yaşıyoruz.

Oysa patronlar bizim köleler gibi çalışmamız sayesinde servetlerine servet ekliyorlar. En iyi evlerde oturuyorlar, en lüks arabalarla gezip tozuyorlar. Sürekli olarak işlerini büyütüyorlar. Fabrikalarına yeni fabrikalar ekliyorlar. Nereden geliyor bu değirmenin suyu? Hani kriz vardı?

Bunların hepsi birer balon, birer bahane. Zam dönemi geldi mi başlar bahaneler. Kriz var, fazla ücret veremeyiz, verirsek de iflas ederiz derler. Bu fabrika hepimizin diyerek bizlerden fedakarlık yapmamızı isterler. (...)

Peki biz ne yapıyoruz. Çalıştığımız fabrikalarda yeni zammı ancak Temmuz ayı maaşını aldığımızda öğreniyoruz. Hayal kırıklığına uğrayınca da kızmaktan, küfretmekten başka bir şey yapmıyoruz. Kimimiz gidip patronla ya da müdürle birebir görüşüyoruz, üç kuruş daha fazla zam kopartmaya çalışıyoruz. Ama patrondan nutuk dinleyip yerimize oturuyoruz. Zammı beğenmeyen kimi arkadaşlarımız da işi bırakıp gidiyor. Ama çoğunlukla yapılan zamma çaresiz razı oluyoruz.

Arkadaşlar, kardeşler gelin bu zam dönemi de öncekiler gibi olmasın. Elimiz kolumuz bağlı beklemeyelim. Patronların insafına sığınmayalım. Zamları patronlar değil bizler belirleyelim. İşverenlerden insanca yaşamaya yetecek bir ücret talep edelim. Bu bizim en doğal hakkımız.

Tek tek değil, patronun karşısına toplu şekilde çıkalım. Bunun için bütün arkadaşlarımızla oturup konuşalım. Ne kadar zam isteyeceğimizi belirleyelim. Toplu görüşme komiteleri kuralım. İki-üç arkadaşı temsilci seçip patrona gönderelim. Hepimiz adına onlar konuşsunlar, istediğimiz ücreti patrona söylesinler, bizim adımıza pazarlık yapsınlar. Patron istediğimiz ücreti vermediğinde ise kararlı davranalım, üretimden gelen gücümüzü kullanmaktan çekinmeyelim. İş yavaşlatalım ya da durduralım.

Unutmayalım, gücümüzü birleştirip birlikte hareket ettiğimizde kazanan biz olacağız.

(Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Platformu Bülteni’nin
Temmuz 2003 tarihli sayısından alınmıştır...)