ABDli iki generalin geçtiğimiz hafta sonu (18 Temmuz) Ankarada yaptığı görüşmeler hafta boyunca düzen politikası ve düzen medyasının temel gündem maddesinin zemini oldu.
Dışişleri Bakanı Gülün, ABDli komutanların TSK kurmayıyla sözde gayr-ı resmi biçimde ele aldığı konuları, 22 Temmuz günü gittiği ABDde resmiyete bağlayacağı açıklandı. Bu yolculuk öncesi yaptığı açıklamalarda Gül, özellikle en sıkıntılı konu olan Iraka asker gönderme meselesini, artık klasikleşmiş bir devlet üslubuyla, henüz böyle bir karar bulunmadığı, resmi bir talep gelmediği ifadeleriyle geçiştirmeye çalışırken; Erdoğan ise müjdeyi ilk veren tavırlarıyla, Amerikanın Irak için asker istediğini halka böbürlenerek duyurdu.
Amerikalı generallerle görüşüldüğü açıklanan konuları üç ana başlık halinde özetleyecek olursak; 1. Kuzey Iraktaki Türk askeri-PKK/KADEK varlığı, 2. Güney ve Orta Iraktaki Amerikan askeri ihtiyaçları, 3. TSKnın Irak Türkmenlerini kışkırtma faaliyetleri (11 özel timcinin başına çuval geçirilerek esir edilmesi problemi). Bu ana maddeler dışında, açıklamada yer alan Irakın yeniden yapılandırılmasına katkı vb. konuların aksesuar niteliğinde olduğu, çünkü Amerikanın epey bir süre Irakın yapılandırılması gibi bir konuyla ilgilenmesinin mümkün olmadığı, öncelikli sorununun askeri işgalini kolay ilan ettiği bu topraklarda hakimiyet kurabilme olduğu ortada. Zira siyasal hakimiyet bir yana askeri hakimiyetini bile tesis edebilmiş değil. İşgalin ilk günleri-haftaları-ayarıyla kıyaslandığında giderek daha fazla kaybediyor. Kendilerinin de sonunda itiraf ettiği gibi, işgale karşı direniş giderek daha örgütlü bir gerilla savaşı görünümü kazanıyor.
İşte Amerikanın asker talebi, tam da bu koşullarda, Mavera ün Nehir bataklığının giderek derinleşmeye başladığı bir dönemde gündeme geliyor. Dolayısıyla ve her zamanki gibi, Amerika, kendi ihtiyaçları temelinde bir ilişki geliştirmeye çalışıyor, bu temelde isteklerde bulunuyor. Farklı ilişkiler zemininde böyle bir ilişki ve istek çok daha farklı bir dil gerektirirken, Amerika uşağından isteyen efendinin dil ve edasını kullanıyor. Üstelik biz bir şey istemedik, kendiniz teklif ettiniz açıklamasına ihtiyaç duyuyor. Gerçi asker gönderme teklifinin bizden geldiği ve Uğur Ziyal üzerinden iletildiği hükümetçe de kabul edildi, ama sonuçta bu teklife dayanarak da olsa Amerikalı generallerin söz konusu görüşmede asker talebinde bulunduğu bir gerçek.
Amerikan ordusu adına görüşmeyi yürüten iki general tarafından iletilen asker talebinin TSK tarafından olumlu, hükümet tarafından güle-oynaya karşılandığı ortada. Bu konuda tek sıkıntının Süleymaniye vakası olduğu düşünülüp konuşuluyor. En azından düzen içi muhalefet tarafından öne çıkarılıyor. Deniliyor ki; Amerika Süleymaniye meselesinde özür bile dilemeden ne cesaretle asker ister ve hükümet bu talebi, yine aynı nedenle, nasıl olur da olumlu karşılar? Olay, Türkiyedeki Amerikan aleyhtarlığını artırmıştır. Bu koşullarda yine bir tezkere krizi yaşanacağı ortadadır...
Her konuda üç maymunu oynamaya alışmış düzen muhalefetinin ABD ile ilişkiler konusunda farklı tavır göstermesi kuşkusuz beklenemez. Hele söz konusu olan meclisteki muhalefet CHP ise, tablonun daha traji-komik görüntüler sunması kaçınılmaz hale gelir. Kendi iktidarı durumunda ABDyle ilişkilerin daha az rezillikte yürümeyeceğini bilmelerinin psikolojisiyle, gönülsüz yürüttükleri muhalefetin argümanları, olsa olsa mizahçılara malzeme olabilir. Çünkü CHP ve lideri Baykal, iki devlet arasındaki ilişkilerin ne kadar köklü ve güçlü olduğunu, dolayısıyla problemin çözümünün ancak köktenci girişimlerle mümkün olabileceğini en iyi bilen parti ve kişilerin başında gelmektedir.
Türk burjuvazisinin ABD emperyalizmiyle göbek bağlarının kesilmesi, bu sınıfın ve bu bağların koruyucu-kollayıcı gücüne/iktidar erkine son vermek!.. Türkiyenin emperyalizme kölelikten kurtuluşunun başka bir yolu, imkanı bulunmuyor. TSKnın içindeki Amerikancıları temizlediği gibi ucube teorilerle ortaya çıkanlar, Irakın işgali ve yıkımı süreci boyunca Amerikaya verilen desteğin esasta ve hemen tümüyle ordu desteği olduğunu ya görmezden gelmekte ya da üstünü örtmeye çalışmaktadırlar. Bugün gündeme getirilen talepler de yine esas olarak orduyu bağlamaktadır. Kuzey Iraktan çıkın-Güneye gelin denilen ve olumlu yanıt alınan TSKdır. Hükümet, onyıllardır her hükümetin yaptığı gibi, ordunun bu mutabakatını onaylamak dışında bir rol ve işleve sahip de&curre;ildir. İster gönüllü ister gönülsüz (başbakanın tutumuna bakıldığında son derece gönüllü) onaylayacaktır.
Gerçi, başbakan dışında hükümet temsilcilerinin oldukça akıllı bir tutum izlemeye çalıştığı söylenebilir. Böyle kritik konular gündeme geldiğinde, hükümet olarak tek başına sorumluluk üstlenir bir ifadeden mümkün mertebe kaçınan bu üslup çeşitli kurumlarla istişareden, TSK ile uyumlu bir çalışmadan, düşünüp-danışmadan karar almamaktan söz etmeye özen göstermektedir. Iraka asker gönderme konusu üzerinden özetle; asker gönderme kararı alabiliriz, ancak bu karar esasta hükümet olarak bize değil TSKya aittir, görüşmeyi yapan, mutabakata ulaşan TSKdır, denilmek istenmektedir.
Ordu cephesinde de aynı akıllı tutum (tezkere krizinden beri) söz konusu. Onlar da, karar mercii hükümet ve meclistir, biz emir kuluyuz, karar alır, git derlerse gideriz demeye gelen açıklamalar yapıyorlar. Aynı ordunun aynı süreçte, AB uyum paketi tartışmalarında MGKnın gücü üzerinden gösterdiği direnç gözönüne alındığında, bu emir kulu havalarının kimseyi kandırmaya yetmeyeceği ortada. Aslında, TSK da hükümet de, Amerika ile ilişkilerin aynen, efendi-uşak pozisyonunda sürdürülmesi konusunda bir uzlaşmazlık içinde bulunmuyor. Hizmet ettikleri sınıfın pozisyonu, doğal olarak onların pozisyonunu da belirlemiş durumda.
Irakın yeniden yapılanmasında Amerikan tekellerinin taşeronluğu için can atan Türk burjuvazisine bakılırsa, Türk devletinin Irakta ve Ortadoğuda Amerikan maşalığına soyunmasını anlamanın bir güçlüğü yok.