Emeğini satıp köle gibi yaşamak zorunda bırakılan metal işçisi arkadaşlar;
Günümüz koşulları o kadar ağırlaştı ki artık metal işçileri olarak bizlerin de sesini çıkartma zamanı geldi. Metal sektöründe çalışan işçilerin sorunları az-çok aynıdır. Sezonluk işler, geçici (sözleşmeli) işçilik, fazla mesailer daha doğrusu zorunlu fazla mesailer... Bazı işçi arkadaşlarımız mesailere daha istekli kalıyorlar. Çünkü aldığımız çıplak ücret ne insanca yaşamaya yetecek, ne de emeğimizin karşılığı olacak düzeyde. Ve bir de evliysek, aile geçindiriyorsak tek kişiye yetmeyen bir maaş nasıl bütün bir aileye nasıl yetebilir ki?
İşin en zor tarafı hep bu kötü çalışma şartlarına kendimizi alıştırmaya çalışmak ve buna şükür etmek, ya bu da olmasaydı demek. Peki şükretmekle yetinerek emeğimizin karşılığını alabiliyor muyuz? Bunu hiç kendimize sorduk mu? Şükretmenin tek karşılığı psikolojik olarak rahatlamak, gerçekleri görmezlikten gelmek.
İnsan sosyal bir varlık. Sosyal bir varlık olabilmesinin koşulu bile zorunlu mesailer sayesinde ortadan kaldırılıyor. Bizleri düşünmeyen, sorgulamayan, araştırmayan birer makine haline getiriyor. Bunun sonucunda hayatımız tek düze geçiyor. Ev ile iş arasında monoton bir şekilde yaşıyoruz. Acaba en son ne zaman bir tiyatroya veya sinemaya gidebildik? Bunları da geçelim ailemizle, çocuğumuzun sorunlarıyla ne zaman ilgilenebildik? Zorunlu mesailer sonucu aile içi yaşantımız da zorlaşıyor. Geçimsizlik artıyor. Fazla mesailer insan bünyesini zayıflatıyor. Böylece iş kazaları artıyor. Kaza sonucunda ise dikkatsiz olduğumuz söyleniyor.
Bizim sorunumuz sadece mesailer mi? Hayır! Haklı olsak bile işverene, ustaya, ustabaşına karşı ses çıkarmıyor ve birlikte hareket etmiyoruz. İşverenin yaptırdığı iş, bizim sağlığımıza zarar verecekse bile bunu yapmaya mecbur kalıyoruz. Bunun en bariz örneğini Menemen Deri Organize Sanayinde yaşadık. SE-SA adlı bir fabrikada ustabaşının işçilere çeşitli asitlerin dolu olduğu bir kuyunun etrafını temizlemelerini emretmesi sonucu bir vahşet yaşandı. Arkadaşlarımız işten atılmamak için özel giysilerle temizlenebilecek yerleri hiçbir koruma önlemi olmadan temizlemeye çalıştılar. Sonucunda ise iki canımızı orada kurban ettik. Metal sektöründe de farklı bir durum yok. Neyi yap derlerse yapmak zorunda kalıyoruz. Neden! Örgütsüz olduğumuz için. Neden! Üretimden gelen gücümüzü kullanamadığımız için.
Çıkan yemeklerin kalitesizliğini ve soyunma odalarındaki sorunları da sayarsak sorunlar hiç bitmez. Sesimizi yükseltip hep birlikte dur diyene kadar. Ve biz sessiz kalmaya devam ettiğimiz sürece meclisten geçen kölelik yasası da yaşamımıza girecek.
Kimi işçi arkadaşlarımızın oy verdiği hükümet yine bizi arkamızdan gafilce vurdu. Yüzyıllar öncesinden kazandığımız bütün hakları elimizden alacaklar. Bu saldırılar kapitalistlerin çıkarları için yapılıyor. Çünkü onlar daha fazla kazanmak için haklarımıza göz dikiyorlar. Bunu haklarımızı gaspeden yasalar çıkartarak yapamadıklarında topla, tüfekle, baskıyla, zorla yapıyorlar. Ama işçi ve emekçilerin iktidarına dayalı olan bir sistem olsaydı, emeğe ve emekçiye sahip çıkardı. Sınıfsız sömürüsüz, savaşsız bir dünya ortaya çıkardı. Ancak yaşanabilir güzel günleri getirmek de kendi ellerimizde. Zincirlerimizden başa kaybedecek neyimiz kaldı?
Çocuklarımıza güzel bir dünya bırakmak, bizim gibi sömürülmelerini istemiyorsak okumalı, bilinçlenmeli, örgütlenmeli ve mücadele etmeliyiz. Bunun başka yolu da yok. Bugüne kadar sustuğumuz yeter! Artık görüyoruz, duyuyoruz ve konuşacağız.
Yeni iş yasası ile Türkiye işçi sınıfının 1960lardan bu yana kanı ve canı pahasına tersanelerden, Kavellerden, 15-16 Haziran direnişlerinden geçerek elde ettiği kazanımları yokedilmektedir.
Bu yasa ile işçilerin herbir çalışma yılı için kıdem tazminatı 30 günlükten 15 günlük brüt ücret tutarına indiriliyor. Bununla da yetinilmeyerek kıdem tazminatı sermaye sınıfının denetimindeki bir fona devrediliyor. Böylece işverenler tazminat sorumluluğundan da kurtuluyor. Bu yasaya göre işçi emekli olmadıkça ya da ölmedikçe 24 yıl çalıştığı işyerinden çıkarılsa bile tazminat alması olanaksızlaştırılıyor. Kaldı ki mezarda emeklilik yasasını 17 Ağustos depreminin enkazı üzerinde yasallaştırmış olduklarından, özellikle özel sektörde çalışanların emekliliğe kavuşması olanaksızlaşıyor.
İşçiyi çalıştıran kapitalist kendi işyerinde çalışmakta olan işçileri bir başka taşerona devrederek işçilere karşı sorumluluktan kurtuluyor. Ödünç veren asıl kapitalist işçinin yalnızca çıplak ücretinden sorumlu tutuluyor. Fazla mesai, hafta tatili, sosyal hakları gibi haklarından sorumlu tutulmuyor. Yasa ile fazla mesai ücretleri gaspedildi. Çalışma saatleri uzatıldı. Hafta sonu tatili kavramının yerini hafta tatili aldı. Buna göre işveren 7 gün içerisinde en az bir günde hafta tatilini istediği bir güne verebiliyor.
Bu saydıklarımız bile kölelik yasasının tümünü oluşturmuyor. Ama sadece bunlar bile yaşantımızı cehenneme çevirmeye yetiyor. Bu saldırı karşısında yükselteceğimiz mücadelenin önemine işaret ediyor. Kölelik yasasına karşı aşağıdaki temel taleplerimizle mücadeleyi yükseltmeliyiz.
* Kölelik yasası iptal edilsin!
* İşten atmalar durdurulsun!
* Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi!
* 7 saatlik işgünü, 35 saatlik çalışma haftası
* Tüm çalışanlar için genel sigorta (işsizlik, sağlık, kaza, emeklilik, yaşlılık vb.)
* İnsanca yaşamaya yeten vergiden muaf asgari ücret!
* Asgari ücret toplusözleşme ile belirlensin!
* Taşeron, geçici, mevsimlik, sözleşmeli vb. çalışma sistemleri yasaklansın. Tek biçimli iş sözleşmesi!
* Sendikal ve siyasal örgütlenmenin önündeki tüm engeller kaldırılsın!
* Sınırsız örgütlenme, toplanma, söz, basın, gösteri ve grev hakkı!
Sözü Karl Marksın bir tespiti ile bitirmek istiyorum Serbest zamana sahip olmayan ve uyku yemek vs. gibi işe ara verme zamanları dikkate alınmazsa- bütün ömrünce kapitaliste çalışan insan yük hayvanından daha alt basamakta bulunmaktadır. O, kendisine yabancı zenginliği yaratan bir makinedir. Bedence yozlaşır, ruhça markalaşır.
Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!
TAYADlı Aileler 25 Haziran günü İHD Antakya Şubesinde Çözün! Tecriti kaldırın! F tiplerinde tecrit kalkmadan ölümler son bulmaz! başlıklı bir basın açıklaması düzenledi. Açıklamaya yaklaşık 50 kişi katıldı.
Açıklamada tecrite karşı Ölüm Orucu Direnişinin 3 yıldır sürdüğü, bugüne kadar 107 insanın öldüğü ve 500 kadar insanın sakat kaldığı ifade edildi. Ölüm Orucu Direnişinin hapisanelerdeki tecritin kaldırılması talebi ile başladığı ve halen bu taleple devam ettiğini belirten TAYADlı Aileler şunları dile getirdiler: Bugüne kadar yüzlerce insan tecrit hapisanelerinde çıldırtılmış, intihar etmiştir. Bu konuda dünyanın birçok ülkesinde sayısız bilimsel araştırma yapılmış, tecritin sonuçları, mevcut insan sağlığına etkileri bilimsel olarak tespit edilmiştir. Yüzlerce insan değişik ağırlıkta psikolojik sorunlar yaşamaktadır. Kurguculuk, şüphecilik, güvensizlik, kişilik parçalanması ve bölünmesi en sık rastlanan psikolojik sorunlardır... Şimdi tam zamanıdır diyoruz, bu kadar ölüm yeter, bu kadar zulüm yeter, bu kadar sessizlik yeter, bu sorun hepimizin bütün bir halkın sorunudur. Tecritin ortadan kaldırılması için katkısı olabilecek herkese sesleniyoruz. Çözün!.. Tecriti kaldırın!