28 Haziran'03
Sayı: 25 (115)


  Kızıl Bayrak'tan
  Temel demokratik hak ve özgürlükler için mücadeleyi yükseltelim!
  İnsanca yaşamaya yeten asgari ücret için mücadeleye!
  Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi!" talebini yükseltelim!
  Özelleştirme yağma ve talandır!
  Yolsuzluk boydan aşıyor, komisyon ancak diz boyuna ulaşmış!..
  Af isteyenler terörle susturulmaya çalışılıyor
  Diyanete değil, eğitime ve sağlığa kadro!
  Krizin faturasını kapitalistler ödesin!
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  Geçmişe sırtını dönenlerin geleceği yoktur!..
  Devlet güdümlü Sivas katliamının 10. yılı...
  Türkiye ABD askeri işgaline açıldı...
  Selanik zirvesi: Yeni saldırı kararları
  Almanya: Metal işçilerinin grevi kararlılıkla sürüyor
  Direniş, ABD'nin Irak hesaplarını boşa çıkarıyor!
  Hiçbir yere çıkmayan yol
  Avrupa'da sosyal hak gasplarına karşı mücadele sertleşiyor!
  Amerika-Taliban işbirliği yeniden başlıyor
  Kanımızı emmelerine artık izin vermeyeceğiz!
  Ücretli köleliğe ve kölelik yasasına hayır!
  Ellere var...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Geçmişe sırt dönenlerin geleceği yoktur!..

Y. Maden

Tüm gelecek özlemlerini AB’nin dar koridorlarına bırakanların ve bunu siyasal bir çizgiye dönüştürenlerin temel politik dayanağı belleksizleştirmedir. Çünkü yaslanacak bir geçmişi olmayanlar, düzenden bağımsız bir gelecek tasarımına ve iradesine de sahip olamazlar. Egemenlerin ideolojik-politik tahakkümü altında parçalanarak kurgusal bir dünyanın ortasında, tüm toplumsal gerçeklere yabancılaşırlar.

12 Eylül’le birlikte toplum ölçeğinde yapılmak istenen de buydu.

12 Eylül sonrasında toplumun ilerici ve devrimci güçleri kitlesel olarak zindanlara kapatılmış, zindanlarda vahşi yöntemlerle öğütülmek istenmiştir. 12 Eylül’ün zindanları, akıl almaz vahşilikteki işkencelerin mekanıdır. Bu mekanlarda vahşi işkenceler yoluyla onlarca devrimci katledilmiş, binlercesi sakat bırakılmıştır. Sermaye devletince sistematik bir imha ve tasfiye yöntemi olarak yapılan tüm bu uygulamalar sonrasında unutturulmaya, hiç olmamışcasına gizlenmeye çalışılmıştır. Belleksizleştirme bunun için etkili bir yöntem olarak kullanılmıştır.

Sistematik bir belleksizleştirme operasyonuyla toplumsal gerçeklerden kopartılanlar, tüm insani değerlerini de kusmuşlardır. Tüm gelecek beklentilerini düzen içi kanallara ve güçlere havale edenler sadece geçmişi değil, yaşadıkları ve yaşananları da unutmaya bırakmışlardır. Ya da yaşananların devrimci yanı hiçleştirilerek tersinden devrim ve devrimci mücadeleden kaçışın dayanağı haline getirilmeye çalışılmıştır. Geçmiş ya hiç yaşanmamış gibi yapılmış, ya da en fazlasından bir bütün olarak “yanlış” olarak kodlanmış, inkar edilmiştir. İnkar teslimiyeti getirmiş, dünün katliamcılarının önünde secdeye varışla noktalanmıştır.

12 Eylül’ün vahşi işkencelerinden geçerek çürüyen ve devrimci ideal ve amaçlarından yoksunlaşanlar da bizzat toplumu belleksizleştirme operasyonuna hizmet etmişlerdir. Zindanlarda siyasal olarak kırılanlar, sonrasında düzen içerisinde politika yapma imkanlarını ve yöntemlerini keşfetmiş, geçmişleriyle/yaşananlarla arasına kalın bir çizgi çekmişlerdir. Birçok neden yanında, onların bu tutumları, 12 Eylül vahşetinin tozlu raflara kaldırılmasına hizmet etmiştir.

Sonuç olarak; 12 Eylül sonrasında zindanlarda yaşananlar, insanlık tarihinin en önemli barbarlık örnekleri arasındadır. Ama faşist askeri darbe yaşanmış birçok ülkede olduğu üzere ne bu vahşete katılanlardan bazıları göstermelik olarak yargılanmış, ne de vahşetin sorumluları toplumun hafızasında diri tutulabilmiştir. İşte bu nedenledir ki zindanlardaki katliamcılık sistematik ve pervasız bir biçimde sürdürülebilmiştir. İşkenceciler ve katliamcılar demokratikleşme palavraları arasında devletin kilit noktalarında durmaya devam etmiş, “şerefli vatanseverler” olarak lanse edilebilmişlerdir.

Geçen hafta Radikal gazetesinde yayınlanan, Neşe Düzel’in, 12 Eylül’ün hemen sonrasında Diyarbakır Cezaevi’nde kalmış olan Selim Dindar’la yaptığı röportaj, 12 Eylül vahşeti üzerine çekilen kalın perdeyi bir parça araladı. Selim Dindar’ın Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlara dair anlatımları tüyler ürpertecek nitelikte. Öyle ki insanlık dışı uygulamaların vahşiliği bazı tutsaklarda yaşananları gerçeküstü olarak algılamaya yolaçmış. Diyarbakır Cezaevi cehennemle özdeşleştirilmiştir. Böyle bir cehennemde onlarca insan yaşamını yitirmiş, onlarcası kalıcı sakatlık ve sorunlarla yüz yüze kalmıştır. Diğer cezaevlerinde yaşananlar da Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlardan farklı değildir. Uygulanan bir devlet politikasıdır ve kişiden kişiye, mekandan mekana değişmeyen bir gerçektir.

Ancak Diyarbakır Cezaevi’nde sadece zulüm yoktur. Zulüm ve işkence, karşısında ölümüne bir direnişçi kimlik bulmuştur. Dörtler’in eylemi zulme karşı bir direniş kıvılcımı olmuş, sonrasında onları yenileri izlemiştir. O zamana kadar cezaevinde yüksek sayılara ulaşmış ve hız kazanmış olan itirafçılaşmanın önüne set olunmuştur. Bu cezaevinde yaşananların PKK’nin gelişiminde önemli bir yer tuttuğu aşikar. Zindanlarda kimliksizleşmeye ve kişiliksizleşmeye karşı sergilenen direnişçi tavır, dışarıda da sonuçlarını yaratarak bir halkın kimlik ve kişiliğini kazanma sürecine dönüşmüştür. 60 yıllık inkar ve imha politikalarıyla ezilmiş, boyun eğdirilmiş bir halk onurlu bir tarih yaratmak için direnişin yolunu tutmuştur. Zulüm kendi evinde yenilmiş, direniş geleceğe taşınmıştır.

Sonrasında bir halkın uyanışına ve savaşımına dönüşen bu direniş, Diyarbakır’ı da aşan vahşilikte bir zulme tabi tutulmuştur. Binlerce insan katledilmiş, kaybedilip, işkencelerle infaz edilmiştir. Köyler yakılıp yıkılmış, bir halk kırıma tabi tutulmuştur. Ama bunca zulme karşın Diyarbakır’da tutuşturulan ateş yanmaya ve harlanmaya devam etmiştir. Ta ki teslimiyet yolu seçilinceye kadar.

Teslimiyet, geçmişte olduğu gibi bir kez daha belleksizleştirme ile halkın kan bedeli yarattığı değerlere yönelmiştir. Mücadelenin amaçları “yanlış” olarak kodlanıp bir kenara atılarak, geçmişin fedakar devrimcileri bir çırpıda katliamcılar karşısında hiçleştirilmişlerdir. Onlara göre inkara ve imhaya karşı direnmek yanlış bir yola sapmanın sonucudur. Eğer bu yola sapılmasaydı, ne zulüm olurdu, ne de direnmek gerekirdi. Bu anlayış, bulunduğu noktadan başlayarak tüm geçmişi mahkum ederken, zulmü meşrulaştırıyor. Dökülen kan, parçalanan et, yedirilen dışkı...olmamışcasına bir kalemle üzeri çiziliyor. Artık ne katliamcılar lanetleniyor, ne de dökülen kanın, yedirilen pisliğin hesabı soruluyor. Hesap sorma iradesini yitirenler zaten hesap vermek zorunda kalıyorlar. Bunun üzerinden gelecek, katliamcılara havale edilip her alanda tam bir teslimiyetin yolu açılıyor.

Devrimci geçmişlerini, “yanlış” olarak mahkum edenler bir geleceğe sahip olabilirler mi? Daha dökülen kanın hesabı sorulmadan, kan dökücülere uzatılan el onur bırakır mı?

Elbette hayır. Geçmişe sırt çevirenler, cellatlarının kucağına yerleşenler tuttukları yolda tümüyle iradesizleşmiş ve bağımsız bir gelecek ufku bir yana, zulme karşı görkemli bir direnişle yaratılan kısmi kazanımlardan da eser bırakmamışlardır. Ama bu bir yana, artık Diyarbakır sokaklarında çocuklar ağızlarına dışkı doldurularak dolaştırılıyor. Kimliksizleşme ve kişiliksizleşme devletten ödül değil, en ağırından vahşet görüyor. Af dileyenler tam teslimiyete zorlanıyor

Bu tablo ancak, geçmişe çekilen perdeyi parçalayarak değiştirilebilir. Geçmişi anlamak, onun devrimci mirasını sahiplenmek ve bu temelde teslimiyetle hesaplaşıp direniş yolunu tutmak artık yaşamsal bir zorunluluktur.



Mamak İKE’nin faaliyetlerinden...

2 Temmuz ‘93 Sivas katliamının yıl dönümünde düzenin katliamcı geleneğine, ilerici-devrimci sanat ve kültüre olan tutumuna karşı mücadeleye çağıran faaliyetimizi bu hafta da kesintisiz bir şekilde sürdürdük. 22 Haziran Pazar günü Bayındır Barajı’ndaki Divriği Derneği’nin Geleneksel Pilav Günü’ne Sivas katliamı gündemini öne çıkartacak materyallerle, standımızı açarak katıldık. 1500-2000 kişilik bir katılımın olduğu piknikte halkın standımıza olan ilgisi oldukça yoğundu. Piknikte Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ve Mamak İşçi Kültür Evi standı dışında stand açılmadı. Gün boyu süren piknik Divriği yöresinden ozanların katılımı ve gün boyu çekilen halaylarla coşkuyla sürdü. Ancak politik olarak düzenin çizgisini aşmayan, CHP propagandasının sıklıkla yapıldığı bir piknik olmaktan da öteye gidemedi yazık ki.

Hafta boyunca Sivas katliamı anma etkinliğimiz ve miting için yüzlerce çağrımız, afişlerimiz ve binlerce bildirimizle bölgedeki işçi-emekçilere seslendik. Bu yoğun faaliyetimiz sırasında “Maraş, Çorum, Sivas, Gazi, 19 Aralık ... Unutmadık, Unutturmayacağız! Katliamların hesabını sormak için 2 Temmuz’da Alanlara” şiarlı afişlerimizi Tuzluçayır’da yaparken düzenin kolluk güçlerinin saldırısına uğradık. Karga tulumba gözaltına alındık. Kaba kuvvetlerine boyun eğmeyince afiş yapmamızı engellemeye dönük zorbalıkları boşa düştü. Çalışmamızın meşruluğuna dayanarak kısa bir süre sonra materyallerimizi de alarak afişleme çalışmamıza devam ettik.

Hiçbir engel faaliyetimizin sürekliğine ve meşruluğuna zarar veremez!

Mamak İşçi Kültür Evi çalışanları