Yer eski Doğu Almanyanın Dresten kentinde bulunan Federal-Mogul Firması. Grevci metal işçileri fabrikanın girişini kapatmışlar, kimseyi içeri sokmuyorlar. Mahkeme kararıyla gelen bir yönetici grevci işçilerden giriş yolunu üç metre açmalarını istiyor. Zira ıslıklar eşliğinde bekleyen gönüllü işçilerin (grev kırıcılarının) fabrikaya girmeleri gerekiyor. Metal işçileri değil üç metre, üç santim dahi geri adım atmıyorlar.
Fabrikanın giriş kapısından bu olay yaşanırken, işletmeyi çevreleyen teller altından birçok gönüllü işçi fareler gibi sürünerek içeri girmeyi başarıyor. Diğer bir kısmı da işçi sınıfının mücadele tarihinde ilk kez rastlanan bir biçimde, bir helikopterle fabrikanın bahçesine taşınıyor. Ve gönüllü işçilerin ürettikleri parçalar helikopterle otomobil üreticilerine yetiştiriliyor. Gönüllü işçiler bir daha giremeyecek korkusuyla iki gün fabrika içinde yatıp-kalkıyorlar. İşletme araba parçası üretiminde önemli bir yer tutuyor. Bu nedenle grevi kırmak, grevcilerin moralini bozmak için her yol ve entrikaya başvuruluyor.
İlk kez bir işçi grevi toplumun politik gündemine bu ölçüde oturmuş bulunuyor. Düzen partilerinden otomobil lobiyistlerine, tekelci basından kendilerini ekonomi uzmanı sayan üniversite profesörlerine kadar grevci işçilere karşı tam bir kampanya sürdürülüyor. Burjuva basının ortak başlığı akıl almaz grev!
Sachsen Eyalet Başkanı Georg Wilbrandt (Hristiyan Demokrat parti/ CDU) Yatırımcıların beklentilerini yerine getirmezsek bir daha buraya yatırım yapmazlar diyerek, grevin hemen son bulmasını istiyor. Brandenburgun ekonomiden sorumlu başkanı Wrich Junghans fabrikaları dolaşarak gönüllü işçilerle dayanışmada bulunuyor.
Başkan Schröder grevci işçileri ve sendikaları tehdit ederek, grevin Almanyanın uluslararası pazardaki rekabet gücünü tehdit ettiğini söylüyor.
Otomobil tekeli BMW bir bildiri yayınlayarak, şimdiye kadar doğuda ne kadar yatırım yaptıklarını ve işyeri açtıklarını sıralayıp, yeniden güven duyabilmeleri için işçilerin greve son vermelerini istiyor.
Alman Sanayi Birliği Başkanı Michael Rogowski işçilerin daha fazla çalışmalarını istiyor ve ekliyor bir ulus daha az çalışarak zengin olmaz!
Dördüncü haftasını dolduran metal ve elektronik sektöründe çalışan işçilerin grevi neden bu kadar büyük bir tepkiyi üzerine topluyor?
İki Almanyanın birleşmesinden 13 yıl sonra doğudaki metal işçileri eşit çalışma koşulları talep ediyorlar. Üretkenliğin aynı olmasına rağmen saat ücretlerinin hala batıda aynı işletmelerde çalışan işçilerden 6 Euro az olmasını artık kabul etmek istemiyorlar. 35 saatlik haftalık işgünü batıda 80li yıllardan bu yana uygulanmasına rağmen, doğu hala bir iç sömürge pazarını andırıyor. Burjuvazi doğuyu ucuz işgücü olarak kullanayı süresiz kılmak istiyor. 35 saatlik iş haftası talebinin gerçekleşmesi ekonomiyi olumsuz etkileyecekmiş! Oysa sendikacılar 80li yıllarda 35 saatlik iş haftasına geçildikten sonra üç milyon işçiye istihdam sağlandığını belirtiyorlar
İki Almanyanın birleşmesinde en önemli payı Alman emperyalizminin sembolu sayılan dev otomobil tekelleri kaptılar. Mercedes Benz, Opel, VW, Porsche 13 yıldır doğuyu bir serbest pazar bölgesi olarak kullanıyorlar. Kar oranları batıdan kat kat fazla. Her türlü vergiden yıllardır muaflar. Doğunun metal ve elektronik sektöründe çalışan 130 bin işçisi yıllardır sömürünün her biçimine maruzlar.
Bu nedenle, akıl almaz bir karşı kampanyaya rağmen, grev kararlılıkla sürüyor. Alman kapitalizminin can damarlarını oluşturan otomobil sanayinde üretim batıda da yer yer durma noktasına gelmiş bulunuyor. IG-Metal sendikasından Jürgen Peters Bu greve otomobil tekelleri neden oldu, sonuçlarına da katlanacaklar diyor. Nitekim BMW yöneticilerinden D. Bergmann grevin kendilerine günde 38 milyon Euro zarar verdiğini söylüyor. Wolfsburg, Regensburg ve Münih kentlerindeki işletmelerde işi yavaşlatmak, zorunlu izinler vermek vb. yöntemlere başvurulduğunu belirtiyor.
Grev politik olarak büyük bir önem taşıyor. İlk kez Doğu Almanyanın işçileri büyük otomobil tekellerine karşı eyleme geçiyorlar, ki Alman politikacılarının önemli kesimi bunlardan besleniyorlar. Grevcilerin hemen hemen hiçbir deneyimi yok. Sendikal örgütlenme batıyla oranla zayıf.
Bunun doğuda ilk grev olması belli bir korkuya yolaçmıştı. İşsizlik oranının %40larda olduğu doğuda 35 saatlik iş haftası ve eşit işe ücret talepli bir eyleme sıcak bakılamayacağı düşüncesi hakimdi. Buna rağmen oylamada işçilerin ezici çoğunluğu greve evet dedi. İkinci günden itibaren korkunun yerini kararlılık aldı.
Artık sonuç ne olursa olsun işçiler kazandıkları bilinciyle hareket etmeye başladılar. Batıda işçi temsilcileri, heyetler dayanışmaya koştular. Batı ve doğu işçileri ilk kez bir tek sınıfın üyeleri olarak hareket ediyor. Batı Almanya Salzgiter VW işletmesinin 7.300 işçisi sabah vardiyasında çalışmayarak, metal işçileriyle dayanışma sergiliyorlar.
Eşit iş günü ve çalışma koşullarının sağlanması Alman işçi sınıfı hareketi açısından büyük bir önem taşıyor. Zira burjuvazi bu durumu işçi hareketini bölmek, ortak eylemini zayıflatmak için hep kullanıyor.
Sermayenin işçi sınıfının tarihsel kazanımlarını hedef alan saldırılarına karşı işçilerin birliğini sağlamak saldırıları püskürtmenin tek yoludur. Grev bu açıdan büyük önem taşıyor. Sendikalar hükümete ve metal sanayii patronlarına sinyal göndererek grevin bitirilmesine hazır olduklarını bildiriyorlar. Sonuçta iki kesimin üzerinde anlaşacağı ara bir çözüm bulunacak. Fakat işçi sınıfının ruh halinin değişmesi grevin en önemli kazanımı olacak.
Seatle ve Washingtondaki emperyalist küreselleşme karşıtı gösteriler hala hafızalarımızda. ABDnin Iraka son saldırısında yaşanan ABDdeki geniş kitle eylemleri de öyle. ABDnin bu gösterilere vahşice saldırıları da henüz hafızalarımızdan silinmedi.
Dünyada kendi hakimiyetini kurmak ve sağlamlaştırmak için saldırıda sınır tanımayan ABDnin hak ihlalleri konusunda dünyada olduğu kadar kendi topraklarında da suç listesi oldukça kabarık durumda.
Yerlileri (Kızılderililer) katletmesi ve topraklarından kovmasıyla başlayan bu macera, siyahların yüzyıllar boyunca köle olarak çalıştırılıp ardından da ucuz işgücü olarak kullanılması ve her iki ırkın da (siyahlar ve yerliler) ikinci sınıf vatandaş olarak kabul edilmesine (önce yasalarda daha sonra fiiliyatta) kadar süren ırkçı politikalarla süren bir maceradır. ABDnin kendi topraklarındaki haydutluğu 8 Mart, 1 Mayıs katliamı, Sakko ve Vanzettinin düzmece gerekçelerle katledilmesi, Rosenberglerin düzmece iddialarla idam edilmesi, ilericilere ve komünistlere karşı 50li yıllardaki Mc Carty cadı kazanı, 60lı yıllarda siyah harekete karşı estirilen terör ve önderlerine karşı gerçekleştirilen suikastlerle sürmüştür. 1900lü yılların başında birçok komünistin, maden ve tarım işçisi önderlerinin katledilmesi de yine bu ülkede yaşanmıştır. Macera daha sonra hak ihlallerinin ve ceza yasalarının ağırlaştırılmasıyla devam etmiştir.
Emperalist propaganda bilindiği gibi ABDyi bir fırsatlar ve özgürlükler ülkesi olarak sunmaktadır. Oysa muazzam servetine rağmen onmilyonlarca insanın açlık sınırında yaşadığı bir ülkedir bu. Halkın %20si, yani 50 milyon insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Milyonlarca insan evsiz-barksız, sokaklarda sefalet içinde ömür tüketiyor.
ABD, 11 Eylülü bahane ederek, kendi ülkesinde de tam bir terör havası estirme yoluna gitti. Toplumu terör histerisi içine sokarak birçok yasada değişiklikler gerçekleştirdi. Temel demokratik hakları tırpanlamayı başardı.
Cezaevlerinde ağır koşullarda kişiliksizleştirme ve düzene adapte etme politikası güdüyor. Bu politikasını bugüne kadar sürdürdü, hem de bu yoketme politikalarında dünyanın birinci ülkesi olarak. Cezaevlerinde şu an 2 milyonu aşkın insan bulunuyor. Bunlar zorla çalıştırılıp sermayeye para kazandırmakta ve bir kısmının da ayaklarına pranga vurulmakta. Bununla beraber suçlu oldukları kanıtlanana kadar özgür olan bireyler özellikle sistem karşıtları, siyahlar, yerliler potansiyel suçlu olarak görülmektedirler. Irkçılığın özellikle polisler üzerindeki etkisi ile de bunlara yönelik yargısız infazlar gerçekleşmektedir. Cezaevlerindeki ırkların oranına baktığımızda, siyahların ve Latin kökenlilerin oldukça fazla olduğunu söyleyebiliriz. Tüm tutuklu ve hükümlülerin oranlaması değilse de uyuşturucudan cezaevinde olanların 3/4ü siyah ve Latin kökenlidir. Beyazlarda uyuşturucu kullanım oranı fazla olmasına rağmen böyledir.
ABD, Afganistan ve başka ülkelerden getirdiği tutsakları tuttuğu Kübadaki Guantanamo Üssünde kötü yaşam koşullarının, baskı ve dayatmaların hakim olduğu, işkencenin sistematik olarak yapıldığı ve son günlerde intiharların arttığı biliniyor. ABDnin özgürleştirdiği ülke halklarına sunduğu sözde özgürlük işte budur!..