20 Aralık'03
Sayı: 2003 (12)


  Kızıl Bayrak'tan
  Son kararı direnen halklar verecek!
  "İnsanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret" için mücadeleye!
  TÜSİAD'dan hükümete asgari ücret ültimatomu
  Kuzey Kıbrıs seçimleri... Seçim sandığından emperyalistlerin sofrasına!
  İstanbul BBG-kenti haline dönüştürülüyor...
  Birleşik Metal Genel Kurulu yaklaşıyor...
  Kristal-İş yönetimi grev yasağını sessizlikle geçiştirme niyetinde...
  Gençlik soruşturuluyor... Sıra sermayenin düzenine de gelecek!
  İstanbul Üniversitesi'ndeki faşist idareye ve polis ablukasına karşı Yaşasın devrimci dayanışma!
  Gençlik eylemlerinden...
  Görkemli direniş unutulmayacak! 19 Aralık katliamının hesabı sorulacak!
  Parti çalışmasının güncel sorunları
  Sınıf hareketinden...
  Kongra-Gel'in hedefleri ve açmazları...
  Almanya'da onbinlerce öğrenci ve emekçi alanlardaydı!
  BİR-KAR Avrupa'da sosyal saldırılarına karşı kampanya başlattı...
  Avrupa'da sermayenin saldırıları hız kazandı
  ABD Kongresi Suriye'ye yaptırımları onayladı...
  Saddam'ın yakalanması ve ötesi
  "Kanlı diktatör"leri halkların üstüne salan güç: ABD emperyalizmi!..
  Irak'ta direniş cephesi genişliyor
  Amerikancı basının "kanlı diktatör" kampanyası...
  CIA-Saddam işbirliğinin 20. yıldönümü
  Saddam'ın özlü geçmişi
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
CIA-Saddam işbirliğinin 20. yıldönümü

Hayatın ve politikanın cilvesine bakın. Sonunda ABD’ye esir düşen Saddam Hüseyin, yakında önemli bir olayın yirminci yıldönümünü kutlayacak. Onunla birlikte Pentagon’un patronu Donald Rumsfeld de 20 yıl önceye giden, çoktan unuttuğu ya da unutsa iyi olacağını düşündüğü anıları hatırlayacaktır. Eğer hatırlarsa, o zamanlar Başkan olan Ronald Reagan’ın özel temsilcisi olarak Bağdat’ta bulunduğunu, Ulusal Güvenlik Karar Yönergesi’nde yer alan ifadelerle, Saddam’a “Irak’ın doğal zenginliklerinin el değiştirmesi Batı için stratejik bir yenilgi olacaktır,” dediği aklına gelecektir.

Bağdat ile Washington arasındaki, 1967 Arap-İsrail savaşı ile kesilmiş olan, yakın ilişkiler böylece yeniden ve daha etkin bir biçimde kurulacaktı. Bir yıl geçmeden Washington Saddam’la ilişkilerini tamamen normalleştirecek ve hatta diktatörün, İsrail’le barış yapmaya teşne tam boy bir ‘ılımlı Arap’ haline geldiğini ileri sürecekti.

Tabii, bu yakınlaşmanın, ya da tabir yerindeyse coşkulu flörtün bir nedeni vardı: İran ile Irak arasındaki savaş Bağdat aleyhine dönmeye başlamıştı. Tahran’ın kazanacağı, eli kulağında gözüken bir zafer Körfezdeki Amerikan çıkarlarına, en başta da bölge petrollerine erişim olanağına yönelik büyük bir tehdit oluşturabilirdi.

Reagan’ın Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC) üyelerinden Irak uzmanı Howard Teicher’in özce dile getirdiği gibi bu, iki kötüden daha az kötü olanı seçmekle ilgili bir meseleydi: “Jeostratejik bağlamı anlamanız gerekiyor. Durum geçmiştekinden çok farklı,” demişti Teicher, aynı yıl ‘Washington Post’a verdiği bir demeçte. “Realpolitik bize durumun daha kötüye gidişini durduracak şekilde davranmamızı emrediyor.”

Herhalde Rumsfeld’i 20 Aralık 1983’te Saddam Hüseyin’le ilk görüşmesinde Irak’ın kimyasal silah kullanımını gündeme getirmekten alıkoyan da aynı realpolitik olmalıydı. Rumsfeld, uzun zaman, bu meseleyi Saddam’la görüşmelerinde dile getirdiğinde ısrar ettiyse de Dışişleri Bakanlığı arşivlerinin açılmasından sonra hikayesini değiştirmek sorunda kaldı. Bu belgelere göre Rumselfeld, konuyu Saddama’a değil, ayrıca görüştüğü o zamanki dışişleri bakanı Tarık Aziz’e açmıştı.

Sonraki beş yıl boyunca Washington sessiz sedasız Saddam’a yenilgiden kurtulması için gereken askeri donanımı, hatta İran askerlerine ve Kürt sivillere karşı kullanacağı kimyasalları sağladı. Asıl önemli olan Washington’un bu kimyasalların özellikle sivillere karşı kullanımını desteklememiş olması değil, Reagan yönetiminin bunların Irak tarafından kullanılmasını kınamaktan kaçınmasıydı.

Saddam’ın halk önüne çıkarıldığında bu samimi ilişkilerin ne kadarını hatırlayacağı kuşkusuz şimdiki ve eski ABD yöneticilerinin uykularını kaçırıyor olmalı.

Durum tıpkı Panama diktatörü General Manuel Antonio Noriega’nın 1989’da ABD çıkartmasından sonra teslim olduğunda ABD istihbarat servisleriyle uzun geçmişe dayanan ilişkileri konusunda söyleyeceklerinin de Baba Bush’u böylesine dertlendirmiş olmasını andırıyor.

Noriega daha askeri akademide okurken CIA’ye alınmış ve bu bağları dolayısıyla inanılmaz bir hızla iktidara yükselmişti. Noriega ta en baştan bir maaşlı ajandı. Sessizliği sağlamak için muhaliflerin boynunu kopartmakta üstüne yoktu ama hiç Saddam gibi kitle katliamına girişmemiş ve komşularının ülkelerini peş peşe istila etmemişti.

Saddam da, Noriega kadar uzun süreli ABD desteği almamış olsa bile, CIA’nın yardımlarından az yararlanmamıştı. Hem bu yardımlar Rumsfeld ziyaretinden çok önceye dayanıyordu.

United Press International (UPI) ajansından Richard Sale’in geçen Nisan’da yayınlanan bir araştırmasına göre Saddam’ın CIA ile ilk temasları 1958’de Batı yanlısı Kral Faysal’ı devirerek iktidara geçen General Abdül Kerim Kasım’a karşı 1959’da, CIA destekli bir suikast girişiminde yer alışına kadar gidiyordu..

O zamanlar Irak -1982’de olduğu gibi- stratejik bir varlık olarak değerlendiriliyor ve Kasım’ın Bağdat Paktı’ndan çekilerek Moskova’yla bağları geliştirmesi Washington’a sonu felakete varacak bir olumsuzluk olarak görünüyordu.

“Saddam’ın Savaşının Gizli Tarihi”nin yazarı Adil Derviş’e göre, hırslı bir Baasçı genç olan Saddam, CIA adına yerel bir ajan ve Mısır Askeri ataşesi tarafından devşirilmiş ve Kasım’ın bürosunun karşısındaki bir apartmana yerleştirilmişti. Bu hikaye UPI’ye ABD yetkililerince doğrulandı. Başka bir UPI kaynağına göre de, suikast “Saddam’ın sinirleri bozulunca” akim kalmıştı.

Kasım, sonunda Baas Partisi içindeki bir darbeyle devrildi. Bu darbede CIA parmağı olup olmadığı tartışmalıydı ama parti genel sekreteri o tarihte “iktidara CIA trenine binerek geldik,” demişti. Darbeden sonra Saddam partinin gizli istihbarat kolunun başına geçti ve CIA’nın verdiği listelerde yer alan komünistleri sokak ortasında öIdüren Ulusal Muhafız Birliklerini yönetmeye başladı.

1970’lerin başlarında ABD Başkanı Richard Nixon Washington’un Basra Körfezindeki çıkarlarının koruyucusu olarak gördüğü İran Şahı’nı koruyordu. Ama 1979’da Şah devrilip Saddam da kendini Irak’ın başkanı ilan edince ABD yeniden Bağdat’ın iç işleriyle ilgilenmeye başladı, gerçi Saddam’ın yükselişinde ABD parmağı olduğuna ilişkin herhangi bir kanıt ileri sürülemedi.
Reagan yönetimi 1981 sonlarında Bağdat’ın İran’la savaşı kaybetmesinin Washington’un bölgesel çıkarları üzerinde yıkıcı bir etkide bulunacağını görünce işleri kenardan izlemeyi bıraktı. Irak 1982’de ABD’nin ‘terörizm destekçileri’ listesinden çıkarıldı, milyarlarca dolarlık tarımsal kredi ve ‘çifte kullanım’ olanağı bulunan mal ithali iznine kavuştu. Bu mallar arasında hem sivil hem askeri amaçlarla kullanılabilen kimyasallar, gelişmiş iletişim donanımı ve teknolojisi de vardı.

İran stratejik dengeyi kendi lehine çevirmeyi sürdürdükçe durum daha da acil bir karakter kazandı. 26 Kasım 1983’te Reagan, Bağdat güçlerinin İran saldırılarını durdurmak için kimyasal silahlar kullandığının ABD istihbaratınca öğrenilmiş olmasına karşın 114 No.lu Milli Güvenlik Karar Yönergesi’ni imzaladı. Rumsfeld bu karardan az sonra Bağdat’ı ziyaret etti ve bu ziyaret 1985’te Washington’un Saddam’a 1,5 milyar dolar değerinde, aralarında Irak’ın nükleer ve biyolojik silah programında da kullanabileceği şarbon türevleri ve zehirler sağlamasıyla sonuçlandı.

CIA aynı zamanda eski görevlisini silah ve İran birliklerinin hareketi konusundaki istihbarattan yoksun bırakmamakla görevlendirilmişti. Teiccher’in 1995’te verdiği yeminli ifadesine göre zamanın CIA müdürü William Casey bu görevi hiç ihmal etmeden yerine getirmişti.

Casey, örneğin, İran’ın “insan dalgaları” taktiğine karşı kullanması için Irak’a misket bombaları sağlamak üzere Şili’deki silah şirketi Cardoen’i devreye sokmuştu.

Saddam Washington’dan kredi, teçhizat ve örtülü askeri desteğin yanı sıra Birleşmiş Milletler ve başka kurumlarda savaşta yasak silahları kullanmasından ötürü kınamalara ve ABD kongresinin yardımı kesme çabalarına karşı diplomatik destek de alıyordu.

Saddam Mart 1988’de Halepçe’de Kürt sivillere karşı zehirli gaz kullanarak 5 bini aşkın insanı öldürdüğünde de CIA ona istihbarat ve diğer yardımları sağlıyordu.

Irak’a tüm ABD yardımı Saddam’ın ‘ABD’nin ses çıkarmayacağı beklentisiyle- Kuveyt’i istila etmesinden sonra son buldu.

Hiç kuşku yok ki Cumartesi günü yakalandığında bunların hepsi ve Rumsfeld’in ziyareti Saddam’ın aklından bir film şeridi gibi geçmiştir. Rumsfeld’inse bunları hatırlamayı hiç istemeyeceğini düşünebiliriz. (Jim LOBE, IPS, 16/12/2003)

(Bianet sitesinden alınmıştır...)