20 Aralık'03
Sayı: 2003 (12)


  Kızıl Bayrak'tan
  Son kararı direnen halklar verecek!
  "İnsanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret" için mücadeleye!
  TÜSİAD'dan hükümete asgari ücret ültimatomu
  Kuzey Kıbrıs seçimleri... Seçim sandığından emperyalistlerin sofrasına!
  İstanbul BBG-kenti haline dönüştürülüyor...
  Birleşik Metal Genel Kurulu yaklaşıyor...
  Kristal-İş yönetimi grev yasağını sessizlikle geçiştirme niyetinde...
  Gençlik soruşturuluyor... Sıra sermayenin düzenine de gelecek!
  İstanbul Üniversitesi'ndeki faşist idareye ve polis ablukasına karşı Yaşasın devrimci dayanışma!
  Gençlik eylemlerinden...
  Görkemli direniş unutulmayacak! 19 Aralık katliamının hesabı sorulacak!
  Parti çalışmasının güncel sorunları
  Sınıf hareketinden...
  Kongra-Gel'in hedefleri ve açmazları...
  Almanya'da onbinlerce öğrenci ve emekçi alanlardaydı!
  BİR-KAR Avrupa'da sosyal saldırılarına karşı kampanya başlattı...
  Avrupa'da sermayenin saldırıları hız kazandı
  ABD Kongresi Suriye'ye yaptırımları onayladı...
  Saddam'ın yakalanması ve ötesi
  "Kanlı diktatör"leri halkların üstüne salan güç: ABD emperyalizmi!..
  Irak'ta direniş cephesi genişliyor
  Amerikancı basının "kanlı diktatör" kampanyası...
  CIA-Saddam işbirliğinin 20. yıldönümü
  Saddam'ın özlü geçmişi
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Kongra-Gel’in hedefleri ve açmazları...

Serhat Ararat

Daha önceki iki yazımızda Kongra-Gel’in anlamını ve programının özünü kısaca anlatmaya çalışmıştık. Tekrarlamak gerekirse; Kongra-Gel, teslimiyet ve tasfiyecilikte gelinen son noktalardan biridir. Kongra-Gel’in amacı kendisini düzene kabul ettirmek, bir af karşılığında sistemin hizmetinde siyaset yapmaktır. İmralı’da üretilen ideoloji ve programın özü budur. Bunu en son Kongra-Gel’in programında somut olarak görmek mümkündür.

Belli kırıntılar karşılığında devrimci değerleri tasfiye etme, Kürt halkının gelecek dinamikleri ve umudu üzerinde tam denetim sağlama, Kongra-Gel’in özü budur! Evet, ama bunu uzun vadede varlığını koruyarak nasıl yapılabilir? Bu sorunun yanıtını nasıl veriyorlar, bunun için ne yapıyorlar? Bu kısa yazımızda bu sorulara yanıt getirmeye çalışacağız.

Belli ki Öcalan ve partisi, tasfiyeciliğin karşılığında belli bir rol istiyor. İstedikleri rol Ortadoğu çapında işbirlikçi bir roldür. Bunun için ideolojik, politik tasfiye gerçekleştirildi. Bununla yetinilmedi, aynı zamanda tersine dönüş için ne gerekiyorsa o yapıldı. Onlar bunu “değişim ve dönüşüm” olarak yansıtmaya özen gösteriyorlar. Gücü, olanakları ve bir bakıma süreç içinde oluşan iktidarı hiçbir ölçü tanımadan ellerinde tutmaya özel bir dikkat gösterdiler. Gelinen noktada ise bundan “feragat” etmeye başladıkları yönünde değerlendirmeler yapılmaktadır. Ortada bir feragatten çok tersine dönüşümden, “eskiye” ait ne varsa, ne sistemin gözünü tırmalıyorsa onları bir kenara atma tutumu söz konusudur. Çünkü önemli olan kabul edilme ve işbirlikçi bir rol koparmaktır.

Ne var ki bütün bunların TC ve ABD tarafından kabul görmediği ortadadır. Bu durum, aynı zamanda İmralı partisinin açmazını da anlatmaktadır. TC, ideolojik ve politik teslimiyetin fiziki teslimiyetle tamamlanmasını istiyor. Geleneksel tenkil ve diz çöktürme politikasının sonuçları üzerinden topluma salmak istiyor. Kongra-Gel ise ideolojik ve politik teslimiyete, “evet” diyor. Ancak yine onların çizgisinde bir rol üstlenmek istiyor. Kongra-Gel türünde “daha geniş ve kabul edilebilir” örgütsel biçime gidişin temelinde de bu anlattığımız noktalar var.

Bir kez daha gördüler ki tüm ısrarlı istemlerine rağmen sistem kendilerini kabul etmeye hazır değil, kendilerine yakın gelecekte bir rol de vermeyecek. Ama kendileri ayakta kalmak, belli bir sosyal sınıfa dayalı siyaset yapak istiyorlar. Kendini kabul ettirme sürecini, tersine dönüşümü tamamlama süreci olarak değerlendirmek istiyorlar.

Bunun anlamı çok açık: Kürt egemen sınıflarına dayalı işbirlikçi bir politik hareket haline gelme hedefi, Kongra-Gel’in temel hedefidir! Bu, aynı zamanda tasfiyecilik sürecinin tamamlanması, bunun işbirlikçi bir hareket olarak ete kemiğe bürünmesidir!

Dikkate edilirse bir yandan “eskiye” ait ne varsa atılırken, “eski”yi çağrıştıracak ne kalmışsa silinmeye çalışılırken, bir yandan da işbirlikçi egemen sınıf hareketinin örgütü, kadroları ve politik zemini yaratılmaya çalışılıyor.

Özellikle ABD’nin Irak işgali, Güney’deki geleneksel çizgilerin ABD stratejisinde etkin rol almaları, “bizimkilerin” de iştahını kabartmıştır. Dün yerine dibine batırılan, işbirlikçilikle, ihanetle suçlanan KDP ve YNK, bugün öykünen, model alınan partiler haline geliyor. Bu, tarihin ironisi, belki de kötü bir rövanşı olmalı!

Ancak “bizimkilerin” tüm tutkulu istemlerine rağmen, Güney partileri, KDP ve YNK gibi bir hareket haline gelmeleri mümkün değildir. Bunun çok temel nedenleri var. TC ve ABD’nin tutumu bu nedenlerden ikisi olmakla birlikte bu olanaksızlığı salt bunlarla açıklamak mümkün değildir. Kongra-Gel’in bir KDP ve YNK haline gelememesinin çok temel tarihsel, toplumsal ve politik nedenleri var. Bunları satır başlıkları biçiminde özetlememiz gerekiyor.

Öncelikle Kuzey Kürdistan’daki egemen sınıflar 1940’lı yıllara kadar süren tenkil, sürgün ve tasfiye hareketiyle politik olarak dağıtıldılar, alınan çok yönlü tedbirlerle bir daha kendilerini toparlamaları büyük ölçüde olanaksızlaştırıldı. Ekonomik olarak kendi sistemlerine eklemlendiler, politik olarak kendi partilerinin basit bir eklentileri haline getirildiler. Devrimci mücadele süreciyle birlikte Kürt egemen ve orta sınıflardan gelen unsurların hemen hemen tümünün politik geçmişlerinde düzen partilerinin yerinin olması rastlantı değildir. Yıllarca DP, AP, DYP içinde “siyaset” yaptıktan ve Kürtlük belli bir değer kazandıktan sonra Kürt siyasetine soyunanların bugün herkesten daha fazla “yurtsever” pozlar takınması boşuna değildir. Bu gerçekliği unutup onların emirlerinde siyaset yapmayı “sol geçmişlerine yakıştıranları da sadece not etmekle yetinelim. Melik Fıratlar, Şerafettin Elçiler, Ahmet Türkler, Sakıklar ve diğerleri, DEP ve HADEP’te yöneticilik yapan önemli bir çoğunluk, 1990’lı yıllara kadar düzen partileri içinde sıradan bir rol üstlenmişlerdi. Bu tarihten sonra ise devrimci mücadelenin orasına burasına tutunarak politika yapmaya başladılar. Ş. Elçi ise karşıt bir konumda durarak “Kürtluuml;k” adına politika sahnesinde boy verdi...

Ancak görüldü ki bu kadroların hiçbiri içinden geldikleri sınıf adına bağımsız, kişilikli bir politika yapamadılar, politik bir harekete dönüşemediler. İster taraftar olsun, ister karşıt konumda olsun, belli bir etki kazanabildilerse bu, daha çok devrimci mücadelenin yarattığı dengelerden kaynaklandı. “Devlet baskılarından dolayı Şerefattin Elçi Kuzey’in KDP’si olamadı” demek gerçeklere yüzeysel bakmaktan başka bir şey değildir.

Tenkil ve sürgün hareketleriyle, kendi içine alarak eritme, daha doğrusu iğdiş etme politikalarıyla sınıf olarak dağıtılan, düzenle ilişkileri bireysel-ailesel ve aşiretsel düzeye indirgenen Kuzey Kürt egemen sınıflarının 1970’lere geldiğimizde bir Kürt sorunu, bir ulusal sorunları yoktu. Onlar birey, aile veya aşiret olarak, en genel anlamıyla sınıf olarak sömürgeci düzenin ülkemizdeki sosyal dayanağı haline gelmişlerdi. Düzenle bin bir bağ içindeydiler ve öyle ki varlıkları düzenle kurdukları işbirliğine bağlanmıştı.

Bu, sömürgecilerin izledikleri çok bilinçli bir politikadır. Onlar biliyorlardı ki daha öncesinde ve 1920’lerde de görüldüğü gibi Kürt toplumunu ayaklandıracak neredeyse tek güç ve sınıf Kürt egemenleridir. Onların işi bitirildi mi, ya da düzenin basit bir eklentisi haline getirildi mi, sistemle ilişkileri sınıf düzeyinde değil, aile-birey düzeyine indirgendi mi, Kürt sorununu tarihe gömmek daha da kolaylaşır.

1970’li yıllara kadar Kürdistan’da ciddi bir hareketlenmenin olmaması salt baskılarla açıklanamaz. En temel nedenlerden biri egemen sınıflarının anılan tarzda iğdiş edilmeleri ve böylece iç dinamiklerin dumura uğratılmasıdır. Ama ne zaman ki Kürdistan’da modern sınıflaşmaya ve sosyal gelişmeye benzer gelişmeler başladı ve bu gelişmeler diğer ideolojik ve politik hareketlerden etkilendi, işte o zaman Kürdistan’ın yeniden ayağa kalkışına tanık oluyoruz.

Güney Kürdistan’da gelişmeler daha farklı seyretmiştir. Irak sömürgeciliği Kürt egemen sınıflarının önderlik ettiği hareketleri tam anlamıyla bastırıp tasfiye edememiş, örgütlerini dağıtamamış ve politik etkilerini yok edememiştir. Oysa Kuzey’de bu süreç 1940’lara gelindiğinde hemen hemen tamamlanmıştır. Dolayısıyla tüm yenilgilere ve ağır kayıplara rağmen KDP ve daha sonra aynı kökenden gelen YNK Güney’in Kürt egemen sınıflarının partileri olarak varlıkları sürdürmüşlerdir. Yabancı dengelere oynamayı temel siyaset çizgisi haline getiren bu partiler, egemen bölge ve dünya dengeleriyle esasta karşı karşıya gelmemişler, tersine esen rüzgara göre yön almayı becermişlerdir.

Ancak Kuzey’de böyle bir egemen sınıf hareketi olmadı. Bugün tasfiye ve tersine dönüş hareketi ile böyle örgütlü, sistemin bir ayağı olabilecek bir hareket yaratılmak isteniyor, Kongra-Gel de bunun örgütsel formu olarak düşünülüyor.

Ama bu pek olanaklı görünmüyor. Bunun kadrosu da yok. Kongra-Gel’in başkanına bakın. Tek başına bırakılsa kendisini bile idare etmekten acizdir. Hangi birinin kendilerine ait iradeleri var? Bu sözlerimizi, tek tek kişilerin kişiliklerinden bağımsız olarak, egemen sınıf kadrolarının durumunu daha iyi anlatmak için belirtiyoruz.

Dikkat edilsin, Kuzey’deki egemen sınıf siyasetçileri mücadelemizle birlikte belirmeye başladılar, ancak hep onun gölgesinde kaldılar. Bağımsız duruşları ve iradeleri hiç olmadı, fırsat bulduklarında küçük siyasal ayak oyunlarından uzak durmadılar. Hadep içinde yöneticilik yapanların ezici çoğunluğunun durumu budur. Aslında Öcalan 1990’lardan bu yana Kürt orta ve egemen sınıflarına alan açtı, onları kendi sosyal dayanağı ve politik zemini haline getirmeye çalıştı. Ama onlar hep iradesiz kaldılar. Bağımsız politik güç haline gelme olanakları da yoktu. Öcalan sisteminin kendisi bunu olanaksızlaştırıyordu.

Zaten Öcalan sistemi varlığını ve egemenliğini sürdürdüğü sürece Kongra-Gel ve daha sonra denenecek formların bağımsız siyaset ve siyasetçi üretmesi olanaksız düzeyinde güçtür!

Bütün bu etkenleri birlikte değerlendirdiğimizde, Kuzey’in egemen sınıf hareketini geliştirmenin ne kadar güç olduğu ortadadır. Bu, aynı zamanda İmralı çizgisinin, tersine, karşıtına dönüşüm sürecinin açmazlarını anlatıyor!

Tabii aynı zamanda bu, emekçilere dayalı devrimci mücadelenin olanaklarına da işaret ediyor!