20 Aralık'03
Sayı: 2003 (12)


  Kızıl Bayrak'tan
  Son kararı direnen halklar verecek!
  "İnsanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret" için mücadeleye!
  TÜSİAD'dan hükümete asgari ücret ültimatomu
  Kuzey Kıbrıs seçimleri... Seçim sandığından emperyalistlerin sofrasına!
  İstanbul BBG-kenti haline dönüştürülüyor...
  Birleşik Metal Genel Kurulu yaklaşıyor...
  Kristal-İş yönetimi grev yasağını sessizlikle geçiştirme niyetinde...
  Gençlik soruşturuluyor... Sıra sermayenin düzenine de gelecek!
  İstanbul Üniversitesi'ndeki faşist idareye ve polis ablukasına karşı Yaşasın devrimci dayanışma!
  Gençlik eylemlerinden...
  Görkemli direniş unutulmayacak! 19 Aralık katliamının hesabı sorulacak!
  Parti çalışmasının güncel sorunları
  Sınıf hareketinden...
  Kongra-Gel'in hedefleri ve açmazları...
  Almanya'da onbinlerce öğrenci ve emekçi alanlardaydı!
  BİR-KAR Avrupa'da sosyal saldırılarına karşı kampanya başlattı...
  Avrupa'da sermayenin saldırıları hız kazandı
  ABD Kongresi Suriye'ye yaptırımları onayladı...
  Saddam'ın yakalanması ve ötesi
  "Kanlı diktatör"leri halkların üstüne salan güç: ABD emperyalizmi!..
  Irak'ta direniş cephesi genişliyor
  Amerikancı basının "kanlı diktatör" kampanyası...
  CIA-Saddam işbirliğinin 20. yıldönümü
  Saddam'ın özlü geçmişi
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Kuzey Kıbrıs seçimleri…

Seçim sandığından emperyalistlerin sofrasına!

Son haftaların başat gündemi haline gelen Kıbrıs seçimleri nihayet sonuçlandı. Kıbrıs artık seçim sonuçları ve seçimlerin ardından yaşanacak olası gelişmelerin eksenini oluşturduğu bir tartışmanın ana konusu. Seçimlerde iktidar ve muhalefet partileri arasında ortaya çıkan denge durumu, sermaye iktidarı ve Denktaşçı çevre tarafından başarı olarak görülüyor. Annan Planı temelinde çözüm ekseninde kümeleşen muhalefet ise toplam oy ve sıralama bakımından 20 yıldır değişmeyen oy dağılımını lehine değiştirmişse de, kurulu düzende ciddi çatlaklara yol açabilecek bir sonuç elde edemedi.

Seçim sonuçları bu haliyle sermaye iktidarına ve Denktaş’ın beklentilerine uygundur. Sermaye iktidarı Kıbrıs’ta ipleri elinde tutarken, Denktaş yerini koruyacak önemli bir imkan elde etmiş bulunmaktadır. Bunun için seçim sonuçları burjuva medyanın hemen hemen önemli tüm kalemlerince “Türkiye ve Denktaş’ın zaferi” olarak nitelendi.

Seçimler her ne kadar Annan Planı’nın oylamasına dönüşmüşse de, esasında oylama sonuçları itibariyle; işgalci egemenliğin altının boşaltılması yoluyla Kıbrıs’ın geleceği üzerinde tam inisiyatife sahip olmak isteyen emperyalistlerle, mümkün olduğu kadar işgalci egemenliğe dayalı inisiyatifini korumaya ve bunu emperyalistler karşısında bir pazarlık öğesi olarak kullanmak isteyen sermaye iktidarı arasında yapılmıştır. Kuzey Kıbrıs halkı, oyunu hangi talep ve beklentiler temelinde vermiş olursa olsun, seçimlerde yaşanan taraflaşmanın gerçek ekseni budur. Bu eksen dışına çıkan bir siyasal irade de görülmemiştir. Buradan bakıldığında söz konusu zafer naralarının karşılıksız olmadığı görülmektedir.

Ancak bununla birlikte seçimler, siyasal taraflaşmanın ekseni ne olursa olsun, ada halkı içerisinde ciddi bir arayış ve öfkenin dışavurumu olarak da değerlendirilmelidir. Kuzey Kıbrıs halkının kurulu düzene karşı öfkesi ve değişim isteği, güçlü bir anti-emperyalist, anti-işgalci odaklaşmanın sağlanamaması nedeniyle gerici hesapların potasına akıtılmış ya da kurulu düzeni değiştirecek bir hareketin gelişimine dayanak oluşturmamıştır. Bu, bugün dünyanın birçok bölgesinde kurulu düzene öfke duyan ve değişim isteğiyle harekete geçen halkların hemen hemen ortak açmazıdır. Yine de, gerici kanallara akıtılıp kontrol edilseler ya da düzen içi platformlara yedeklenseler dahi, bu geçici bir durum olarak değerlendirilmelidir. Ezilen halklar bizzat öz deneyimleriyle ve bu öz deneyimler içerisinde olgunlaşmış devrimci partileri aracılı&urren;ıyla gerçek kurtuluşun yolunu er-geç bulacaklardır. Kaldı ki, Kıbrıs’taki seçimlerde muhalefetin beklentilerine ulaşamamasında, kurulu düzenin savunucusu partilerin muhalefeti dış güçlerin aleti olarak suçlayan propagandasının büyük rolü olmuştur. Gerici şoven bir demagojinin konusu edilmiş olsa da, bu olgu pekala Kıbrıs halkları içerisindeki anti-emperyalist duyarlılıklara bir gösterge de sayılabilir.

Diğer yandan, Kıbrıs’ta “bedeller” pahasına Annan Planı temelinde çözümü savunan muhalefetin toplam yüzde 51’lik bir oy oranına ulaşması (her türlü kaba müdahale ve saldırıya karşın) iktidarın Kıbrıs üzerindeki işgalci egemenliğin temellerinin ne denli zayıf olduğunu göstermektedir. Yanı sıra halk içerisindeki dinamiklerin işgalci egemenliğin tüm meşru dayanaklarını ortadan kaldırma potansiyelini ciddi biçimde barındırdığına da gösterge sayılmalıdır.

Bu, işgalci sermaye iktidarı için emperyalist çözümün; salt emperyalistlerle kurulan ilişkilerin bir gereği değil, yanı sıra, halkın güçlü işgal karşıtı dinamiklerinin adadaki egemenliğinin meşruluk temellerini tümden ortadan kaldırma riskinden dolayı da, artık bir zorunluluk haline geldiğini göstermektedir. Çünkü, emperyalist dayatmaları savuştursa dahi, sermaye iktidarının Kıbrıs halkının ekonomik ve sosyal beklentilerini karşılamaya mecali yoktur.

Seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı tablo, iktidar cephesinden Denktaş’a ve burjuva medyaya kadar, aynı biçimde değerlendirildi; seçimler halkın çözüme evet, teslimiyete hayır dediği biçiminde yorumlandı.

Sermaye cephesinden seçim sonuçlarına gösterilen tepkilerden bir diğeri ise, seçimlerin KKTC’nin olgun bir devlet olduğuna kanıt sayılmasıydı. Bunun için seçimlerin demokratik olduğu demagojisi sık sık tekrarlandı. Burjuva medya da döne döne bu “olgunluk”un altını çizdi. Oysa seçimler öncesinde sermaye iktidarının yaptığı kaba müdahaleler ve Denktaş’ın (bir Cumhurbaşkanı olarak tarafsız kalması gerekirken) açık bir taraf olarak davranması, bu “olgunluk” iddiasının gerçek düzeyini göstermiştir. Muhalefet “vatan haini” olarak hedef tahtasına çakılırken, saldırganlık küfür ve hakarete boyutlarına varmıştır. Ama tüm bunlar bir yana, seçimlerin-kurulu devletin niteliğini, Abdullah Gül’ün oy sayımına geçildiği bir sırada yaptığı bir konuşmada söyledikleri, olabilecek en &ccedi;arpıcı biçimde ifade etmektedir. Gül; seçimlerde ne tür bir sonuç çıkarsa çıksın, karar Türkiye tarafından verilecektir demektedir.

İşte seçimlere ilişkin kopartılan gürültüyü bir yana, Gül’ün bu sözlerini bir yana koyduğumuzda, seçimlerin Kuzey Kıbrıs halkı bakımından taşıdığı anlam ve yaratacağı sonuçlar daha net biçimde anlaşılır. Seçimlerdeki taraflardan hangisinin Kıbrıs halkının gerçek çıkar ve beklentilerini karşılayıp karşılayamayacağı bir yana, seçimler aracılığıyla halktan yana herhangi bir değişim beklenemez bile. Sermaye iktidarı ya da emperyalistler açısından önemli ve çatışma konusu olan, halkın yaşamı ve geleceği değil fakat yalnızca kendi gerici çıkarlarıdır. Seçim kavgası bu çıkar hesaplarının yoğunlaştığı, halkın buna yedeklenmeye çalışıldığı bir alan olmuştur sadece.

Türkiye’nin Kıbrıs politikası söz konusu olduğunda, yakın zamanda devlet yönetenleri ve akıl hocalarınca da defalarca belirtildiği üzere, esas olan Türkiye’nin güvenliği ve stratejik çıkarları, yani egemen sınıfın çıkar ve beklentileridir. Kuzey Kıbrıs halkının işgal karşıtı duyarlılığı karşısında bu kadarını söyleme cüretini gösterenler, yakın zamana kadar Kıbrıs Türk halkını kurtarmak gerekçesiyle açıklıyorlardı, adadaki işgalci varlıklarını. Demek ki “ana-yavru vatan” ilişkisi bilinen türden bir sömürgecilik ilişkisidir.

Kıbrıs’ta seçimler sonrasında alan tümüyle emperyalistlere, gerici Türk ve Yunan devletlerine ve adadaki işbirlikçilerine kalmıştır.

Seçimlerden hemen önce, sonuç ne olursa olsun tüm tarafların Kıbrıs politikasında “ince ayar” yapmaları yolunda açıklamalarıyla gidilecek yönü gösteren ABD, seçimlerin hemen sonrasında Özel Temsilci Weston aracılığıyla müdahalesini yoğunlaştırmış bulunuyor. Lefkoşe, Ankara ve Atina turuna çıkan Weston, emperyalist çözüm yönünde kapalı kapılar ardında bir dizi görüşme ile “ince ayar”ı yapmaya başladı bile.

Sermaye cephesinden de bu “ince ayar”a yanıt gecikmedi. AKP hükümeti, seçimlerden hemen sonra, özünde Annan Planı temelinde bir çözümü kabul eden, ama çözüm sürecini Türkiye’nin AB üyeliğine bağlayan bir plan hazırladığını duyurdu.

Kıbrıs halkının bugüne kadar yaşadığı tüm acı ve yıkımların dolaysız sorumluları, Kıbrıs halklarına barış ve toplumsal bir gelecek sunamazlar. Kıbrıs’ta gerçek bir çözüm, her iki milliyetten işçi ve emekçilerin emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı birleşik mücadelesiyle mümkündür. Ancak böyle bir mücadele içerisinde, geçmişte emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından birbirine düşmanlaştırılıp yabancılaştırılmış halklar gerçek kardeşlik bağlarıyla birbirine yeniden bağlanabilir. Kıbrıs işte ancak o zaman gerçek bir barış adası haline gelebilir.

Böyle bir çözümün yolunu ise, Kıbrıs’ta her iki taraftan işçi ve emekçilerin birliğine ve özgücüne dayalı bir örgütlenme açabilir. Yoksa bugün olduğu gibi umudunu emperyalist odaklara bağlamış sözde solcu parti ve çevreler değil.



Uzanlar’ın Star gazetesi seçim sonuçlarını şoven bir kampanya ile karşıladı…

Aşağılık şoven dilin altında ne var?

Uzanlar’ın Star gazetesi Kuzey Kıbrıs seçimlerinde Denktaş ve iktidar partilerinin en ateşli destekçilerindendi. Star gazetesi seçimlerden önce ve sonra muhalefete karşı şoven bir kampanya yürüttü. Muhalefetin Rum işbirlikçisi olduğu temasına dayalı bu kampanya oldukça sistemli ve düzenliydi. Neredeyse gazetenin birkaç sayfası düzenli olarak seçimlere ayrılıyordu. Seçim sonuçlarıyla birlikte gazete tüm şoven zehrini de kustu. Gazetenin seçim sonuçlarının duyurulduğu manşetinde şunlar yazılıydı: “yavRUM VATAN”. İç sayfalarında kullanılan başlık ise şuydu: seçemiyoRUM!

Star, böylelikle halkın muhalefet partilerine oy vermiş yüzde 51’lik çoğunluğunu “Rumlaşmak”la suçluyordu. Açık ki bu en alçakçasından şoven ve ırkçı bir tutumdur. Uzanların gazetesi, Kıbrıs Türk halkının iradesini hiçe saydığı gibi, bir halkı en pespayesinden bir ırkçılıkla aşağılıyordu.

Peki, katrilyonlarca lirayı hortumlayan, hırsızlıkları ayyuka çıkmış Uzanlar’ın bu Kıbrıs hassasiyeti nereden geliyor? Bu alçaklığın, bu faşist dilin arkasında ne var?

Bu soruların yanıtı, Uzanlar’ın bir kara para aklama ve kaçırma cenneti haline getirilen Kuzey Kıbrıs’taki ilişkilerinde ve varlıklarında aranmalıdır.

Uzanlar’ın İmar hortumunun diğer bir ayağı da Kıbrıs’tadır. Kuzey Kıbrıs’ta herhangi bir denetim, vergi ve yükümlülük altında olmayan “off-shore bankacılık” alanında Uzanlar’ın da bir bankası mevcuttu. Bu banka aracılığıyla İmar’dan ve diğer faaliyet alanlarından hortumlanan kaynaklar kaçırılıyordu. Uzanlar’a yönelik operasyon sonrasında da Kıbrıs’taki bu kaynaklara dokunulmadı. Çünkü Kuzey Kıbrıs’ın bu kara ekonomisi bizzat sermaye iktidarı tarafından yaratıldı ve muhafaza ediliyor. Kuzey Kıbrıs ekonomisi bilinçli biçimde bir kara para ve mafya ekonomisine dönüştürülüyor. Bilindiği üzere Türkiye’de kumarhanelere yasak konulurken de, birçok kumarhane Kuzey Kıbrıs’a taşınmıştı.

Uzanlar, Kıbrıs’ta buldukları bu kara para cennetinde Denktaş ve şürekasıyla (dolayısıyla sermaye iktidarıyla) işbirliği halinde yaşayabiliyorlar. Denktaş ve şürekası bu kara paradan beslenip semiriyor.

İşte Uzanlar’ın bu aşağılık şoven dillerinin altında, halklar arasında düşmanlığı körükleyen her çabanın özünde olduğu gibi böylesi kirli çıkarlar var.