20 Aralık'03
Sayı: 2003 (12)


  Kızıl Bayrak'tan
  Son kararı direnen halklar verecek!
  "İnsanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret" için mücadeleye!
  TÜSİAD'dan hükümete asgari ücret ültimatomu
  Kuzey Kıbrıs seçimleri... Seçim sandığından emperyalistlerin sofrasına!
  İstanbul BBG-kenti haline dönüştürülüyor...
  Birleşik Metal Genel Kurulu yaklaşıyor...
  Kristal-İş yönetimi grev yasağını sessizlikle geçiştirme niyetinde...
  Gençlik soruşturuluyor... Sıra sermayenin düzenine de gelecek!
  İstanbul Üniversitesi'ndeki faşist idareye ve polis ablukasına karşı Yaşasın devrimci dayanışma!
  Gençlik eylemlerinden...
  Görkemli direniş unutulmayacak! 19 Aralık katliamının hesabı sorulacak!
  Parti çalışmasının güncel sorunları
  Sınıf hareketinden...
  Kongra-Gel'in hedefleri ve açmazları...
  Almanya'da onbinlerce öğrenci ve emekçi alanlardaydı!
  BİR-KAR Avrupa'da sosyal saldırılarına karşı kampanya başlattı...
  Avrupa'da sermayenin saldırıları hız kazandı
  ABD Kongresi Suriye'ye yaptırımları onayladı...
  Saddam'ın yakalanması ve ötesi
  "Kanlı diktatör"leri halkların üstüne salan güç: ABD emperyalizmi!..
  Irak'ta direniş cephesi genişliyor
  Amerikancı basının "kanlı diktatör" kampanyası...
  CIA-Saddam işbirliğinin 20. yıldönümü
  Saddam'ın özlü geçmişi
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
İstanbul BBG-kenti haline dönüştürülüyor...

Hiçbir tedbiriniz sizi tarihin
çöplüğünden kurtaramayacak!

Bu bir film ya da TV projesi değil. Ama yapımcısı var: İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Ticaret Odası proje için 4’er milyon dolar kaynak ayırmışlar. Reji görevi İstanbul polisine verilmiş. Tek izleyicisi de polis. Gerektiğinde diğer devlet kurumları da izleyecek. Projede oyunculuk rolü de bütün İstanbullular’a verilmiş. Üstelik bedavaya oynayacaklar. Aslında oyunculuk yapmayacaklar, her zamanki halleriyle suya sabuna dokunmadan yaşayıp gidecekler işte. Bugünden tek farkı, yaşamları 24 saat kaydedilecek, yani izlenecek.

Kısacası İstanbul, üst arama ve yüz tarama sistemine sahip hassas kameralarla 24 saat izlenecekmiş. Şehrin giriş çıkışları, Metro, demiryolu ve denizyolu terminalleri, çevre yolları, ana caddeler, bütün alışveriş merkezleri, kalabalık alanlar bu kameralarla donatılacakmış. Ayrıca 3 bin polis aracına da 24 metrekarelik görüş alanına ve GPRS sistemine sahip optik kameralar yerleştirilecekmiş. Bununla da sınırlı kalmıyor. 500 dolar karşılığında isteyen her vatandaş ev, işyeri ve arabalarını sisteme dahil edebilecekmiş. İstanbul emniyetinde organize suçlardan sorumlu polis şefi Şammaz Demirtaş, konuyla ilgili şu bilgileri veriyor:

“Bu sistem bir tür e-bekçi gibi. Temelinde hassas kameralar ve GPRS sistemi var. Örneğin Migros’a aranan bir kişi girdiği zaman, üst arama ve yüz tarama sistemiyle hemen tespit edilecek. Şahıs girerken kamera kare kare fotoğrafını çekiyor. Sistem, insanların dış görünüşüne göre çalışmıyor ve eşkalinizi değiştiremiyorsunuz. Saçınızın, gözünüzün rengini veya yüzünüzün şeklini değiştirmeniz bir işe yaramıyor. Kamera herkeste farklı olan göz ile burun arasındaki bölgede yüz taramasıyla kişileri tanıyor.

“...Yüz tarayıcı sistemle suçlular anında tespit edilecek ve dijital gözlerden kaçabilecekleri boşluk olmayacak. 180 Km ile giden bir aracın plakası ve içindekiler tespit edilebilecek...” (Radikal, 13 Aralık ’03)

Böylesi bir kent dünyada var mı bilmiyoruz. Ama bilim kurgu filmlerinde bir sürü versiyonu izlenebilir. Filmlerde nükleer savaşlarla yaşanmaz hale getirilmiş, insanların tüm insani değerlerini yitirdiği, bir avuç zenginin hüküm sürdüğü, bu hükümranlığı devam ettirebilmek için insanların kameralarla, elektronik tasmalarla, çiplerle 24 saat denetim altında tutulduğu bir dünya vaadediliyor. Elbette filmlerin amacı, insanları kapitalizmden başka bir alternatifin olmadığına, tarihin böyle sürüp gideceğine, dünyanın sonunun o şekilde olacağına inandırmak. Ama en zekilerinden en ahmaklarına kadar bu filmleri yapanlar, farkında olmadan ya da ister istemez kapitalist sistemin açmazını da ifşa etmiş oluyorlar.

Kapitalist barbarlık içinde çöküş/yokoluş alternatifi, bir uyarı olarak, ta 20. yüzyılın başlarında bizzat komünistler tarafından dile getirilmişti. “Teknoloji harikası” silahlarla yapılan savaşları izlerken ya da onlarca, yüzlerce milyondan oluşan toplulukların aptal kutularıyla esir alınıp sersemletilmesini gördüğümüzde, bu alternatifin/tehdidin ciddiyeti çok daha çarpıcı oluyor. Ama kapitalizmin bilcümle tapıcıları da biliyorlar ki barbarlık içinde yokoluş alternatifi sadece bir dayatmadır.

Bu alternatif bizzat emperyalist-kapitalist sistem tarafından, bizzat sömürücü asalaklar tarafından bütün bir insan soyuna iradi olarak, yani zorla dayatılıyor. Evren gibi, madde gibi, sürekli bir hareket, değişim ve gelişim halinde olan insanlık alemi de elbette üzerindeki gömlekleri değişmeye koşuludur. Kapitalizm çoktandır insanlığa dar geliyor. Onu içten içe çürütmeye, yoketmeye çalışıyor. Ama kapitalist barbarlık içinde yokolmak asla bir yasallık değil.

Bilimsel bir zorunluluk olan, ezilen ve sömürülen milyonların proletarya önderliğinde kurtuluşudur. Sosyalizm kavgası bilimsel temeller üzerinden 150 küsur yıldır kâh şiddetlenerek kâh seyrelerek, ama yasallığından, zorunluluğundan zerrece bir şey yitirmeden sürüyor. Proletaryanın ya da onun siyasal öncüsünün kapitalizmi tarihin çöplüğüne gömme mücadelesi, sömürü ve zulmün kaynağı resmi teröristlerin kendi kokuşmuş düzenlerini ayakta tutmak için gösterdikleri çaba gibi tarihin ve doğanın yasalarına aykırı değil, tam tersine, doğaya ve tarihe uyumlu yegane seçenektir.

İşte sömürücü asalakların korku kaynağı da budur. Devrimin ve sosyalizmin güncelliğini reformist soldan, hatta bir takım küçük burjuva devrimci akımlardan çok daha yerinde tespit ettikleri için, bazen boydan boya bir ülkeyi, bazen kimi bölgeleri postalların, dipçik ve süngünün, resmi katilliğin, işkencenin hüküm sürdüğü bir zindana çeviriyorlar. İnsanlıktan çıkarılmış muhbirlerden, ajanlardan kurdukları ağla, iki ayaklı bekçi köpekleriyle, resmi cüppelerin altına gizlenen ceza kesicilerle sürekli izledikleri, sürekli baskı ve terör uyguladıkları güya açık, devasa hapishanelerde yaşıyoruz. Türkiye son 20 küsur yıldır yaşamın hücreleştirilmeye çalışıldığı, çoğu yerde de bunun başarıldığı bir hapishanedir. Sömürünün, haksızlığın, zulmuuml;n dozu kimi alanlarda, örneğin Kürt illerinde, örneğin fabrikalarda arttırılıyor. En yoğunu ise devrimci tutsakların kapatıldığı zindanlarda hüküm sürüyor.

Her yerde yaşam hücreleştiriliyor ve hücreler 24 saat izleniyor. Bu, herhangi bir insanın kolay kolay kabullenebileceği bir durum değil aslında. Ama son 20 ya da 80 yıldır, belki de yüzyıllardır demeliyiz, emekçi halkın sosyal, kültürel, siyasal dengeleri altüst edildi. Kimse İstanbul polisinin kirli emellerine karşı, bu ne cüret demek zahmetinde bile bulunmuyor. Zira halkın büyük bir kesimi teknolojinin gelişmesiyle paralel olarak röntgenciliğe kazanıldı. Emekçiler yoğun ve uzun iş saatlerinin ardından kendilerini attıkları evlerinde, kolayca beyin dumuruna uğratıldılar. Önce Brezilya dizileri, ardından gene Amerika kıtasından ithal pembe diziler, ardından aynı kaynaktan sit-comlar esir aldı toplumsal ölçekte ha bire tembelleştirilen beyinleri. Aptallaştırma operasyonu magazin programları, magazinleşmiş haberler, yabancı taklidi yerli dizi ve sit-comlar tarafından peyder pey sürdür&uul;ldü. Sonra ortaya gene ABD’den ithal, evleri röntgenleme projeleri çıktı. Önce BBG evlerinin işini gücünü, ekmek kazanma derdini bir yana bırakan izleyicileri yapılanlar, giderek büyük bir izlenmek arzusuna kapıldılar.

Nihayet muratlarına toptan kavuşacaklar. Artık BBG evlerinden değil, BBG kentlerinden söz edeceğiz. Tıpkı Truman Show’daki gibi. İşkenceciliğiyle ünlü emniyet teşkilatı, sadece filmlerden feyzalmakla kalmıyor, filmleri film olmaktan çıkarıyor. Elbette Truman Show’dan farkları olacak gerçek yaşamın. Şovda herşey devasa bir kubbenin içinde inşa edilmiş, güneşi, ayı, yıldızları, denizi, fırtınaları bile yapma olan bir kentte geçiyordu. İstanbul emniyetinin şovunda herşey gerçek olacak. Truman Show’da bütün dünya, kendisi dışındakilerin rol yaptığının farkında oldukları Truman’ı izliyordu. İstanbul emniyetinin şovunda sadece resmi kuvvetler, bütün bir İstanbul’u, bütün bir toplumu izleyecek. Ve bu toplum hiç de rol yapmıyor.

İşçi ve emekçiler, sırf sömürü ve zulüm düzeninin selameti için, senaryosu duruma göre Genelkurmay, TÜSİAD, yargı sistemi, sendika bürokrasisi, sermaye medyası, eğitim sistemi vs.’nin katkılarıyla bizzat sermaye devleti tarafından yazılan bir filmin sefil figüranları haline getiriliyor. Kendini teşhir etme arzusunun tutsakları olanları bilemeyiz ama işçi ve emekçilerin büyük çoğunluğu özel yaşamlara bu denli iğrenç bir müdahaleyi kabullenebilir mi?

BBG kenti projesi tam da devlet-emniyet beslemesi islamcı örgütlerin İstanbul’da peşpeşe patlattığı bombaların peşinden gündeme getirildi. Estirilen terör demagojisi rüzgarından faydalanıp muhalefetin, işçilerin, emekçilerin itirazlarının bastırılması hesap edilmiş olmalı. İşçi ve emekçiler terör paranoyasına prim verdikçe hak ve özgürlüklerini kaybetmeye devam edecekler. Mesele terörü ve organize suçları önlemekse, işe İstanbul emniyetini dağıtmakla başlanabilir. Sermaye devletinden ve onun her türlü baskı ve zor aygıtından daha ala terörist mi var?

Sermaye devleti terörün gerçek kaynağı ve en organize uygulayıcısı olduğunu es geçip, devrimcileri “terörist” diye damgalamış olarak ve işin içine emniyetle göbekten bağlı organize suç aygıtlarını da katarak niyetini örtmeye çalışıyor. Amaç, sadece devrimcileri “avlamak” değil; elbette tüm devrimci siyasal çalışmayı sekteye uğratmayla bağlantılı olarak, işçilerin, emekçilerin, gençliğin hiçbir hak arama mücadelesine, hiçbir örgütlenmesine göz açtırmamaktır.

Peki bu o kadar kolay mı? Kapitalist barbarlık içinde çöküş dayatması çoktan gümlemiştir. Proletarya ve emekçi kitleler er geç tek gerçek alternatif olan sosyalizme yöneleceklerdir. Tarihin akışına ve kitlelerin mücadelesine karşı ne köhnemiş sermaye düzeni direnebilir, ne de BBK-kentleri projesi bir fayda sağlar.

Bunu buradan tam bir devrimci güvenle tarihe not düşüyoruz.