20 Aralık'03
Sayı: 2003 (12)


  Kızıl Bayrak'tan
  Son kararı direnen halklar verecek!
  "İnsanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret" için mücadeleye!
  TÜSİAD'dan hükümete asgari ücret ültimatomu
  Kuzey Kıbrıs seçimleri... Seçim sandığından emperyalistlerin sofrasına!
  İstanbul BBG-kenti haline dönüştürülüyor...
  Birleşik Metal Genel Kurulu yaklaşıyor...
  Kristal-İş yönetimi grev yasağını sessizlikle geçiştirme niyetinde...
  Gençlik soruşturuluyor... Sıra sermayenin düzenine de gelecek!
  İstanbul Üniversitesi'ndeki faşist idareye ve polis ablukasına karşı Yaşasın devrimci dayanışma!
  Gençlik eylemlerinden...
  Görkemli direniş unutulmayacak! 19 Aralık katliamının hesabı sorulacak!
  Parti çalışmasının güncel sorunları
  Sınıf hareketinden...
  Kongra-Gel'in hedefleri ve açmazları...
  Almanya'da onbinlerce öğrenci ve emekçi alanlardaydı!
  BİR-KAR Avrupa'da sosyal saldırılarına karşı kampanya başlattı...
  Avrupa'da sermayenin saldırıları hız kazandı
  ABD Kongresi Suriye'ye yaptırımları onayladı...
  Saddam'ın yakalanması ve ötesi
  "Kanlı diktatör"leri halkların üstüne salan güç: ABD emperyalizmi!..
  Irak'ta direniş cephesi genişliyor
  Amerikancı basının "kanlı diktatör" kampanyası...
  CIA-Saddam işbirliğinin 20. yıldönümü
  Saddam'ın özlü geçmişi
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Saddam’ın yakalanması ve ötesi

C. Kaynak

Saddam Hüseyin’in yakalanmasının yaratacağı sonuçlar neler olabilir? 14 Aralık’tan beri Irak sorunu en azından görünürde bu düzeye indirgenerek irdelenmeye, bu verinin sınırları içinde yeniden tanımlamaya çalışılmakta. ABD emperyalizminin, biraz temkinli davranarak da olsa, attığı zafer çığlıkları arasında ister istemez bu soru ön plana çıkıyor. Saldırıya taraf olmayan diğer emperyalist ve gerici devletlerin Washington’u içtenlikle ya da sırf diplomasi gereği tebrik eden mesajları da aynı soruna bağlanmaktadır. Ayrıca, bu vesile ile ABD emperyalizminin başlattığı diplomasi atağı, Iıak’ta hızlandırılan terör estirme operasyonları, kukla konsey delegasyonunun kendisini meşrulaştırmak amacıyla bazı başkentlere yaptığı ziyaretler, ortaya Saddam Hüseyin’in yakalanmasının sanki gelişmeleri yeni bir aşamaya oturttuğu izlenimini çıkartyor.

Oysa dokuz aylık yoğun çabaların ardından Saddam Hüseyin’in nihayet yakalanmış olmasının şaşırtıcı olan bir yanı olmadığı gibi, bu gelişmenin işgal güçleri payına öyle çok önemli bir başarı sayılm.sı olanağı da yoktur. 150 bini aşan bir işgal ordusunun devriye gezdiği, binlerce istihbarat ve özel kuvvet elemanının aylardır cirit attığı, ihbarcılığın tarihte eşine az rastlanır biçimde teşvik edildiği ve ödüllendirildiği bir ortamda, Saddam Hüseyin gibi tanınan, düşman sayısı dost sayısından kat kat yüksek olan bir kişinin fazlaca saklı kalma şansı zaten yoktu. İşgal güçlerinin aylardır seferber ettikleri imkanla. ve harcadıkları çabalar dikkate alındığında, Saddam Hüseyin’in iyi dayandığı bile söylenebilir. Dolayısıyla, ABD emperyalizminden Palau cumhuriyetine kadar varan bir yelpazeyi kapsayan devletler topluluğunun bi ihbarın iyi değerlendirilmiş olmasıyla bu kadar övünmeleri, güçten çok bir zayıflığın yansımasıdır.

Saddam Hüseyin’in yakalanması ile birlikte basında yer alan, ABD yetkililerinin ön plana çıkararak işledikleri bilgilerin hiçbiri tesadüf ürünü değildir. Yakalanmanın zamanlaması dışında hiçbir.şey tesadüflerin ürünü ya da kendiliğinden gelişen olayların bir aktarımı değildir. Baştan sona kadar herşey en ince ayrıntısına kadar Pentagon’un ve CIA’nın strateji uzmanları tarafından süzgeçten geçirilmekte, bütünlüklü bir senaryonun işlevsel bir birleşimine dönüştürülerek hazırlanmakta ve onların iletişim kadroları, reklam ajansları tarafından piyasaya sürülmektedir.

Ortada kesin olan iki veri var. Birincisi ABD güçlerinin onu sağ elegeçirme ihtiyacı duymuş olmalarıdır. Çünkü, Saddam’ın sağ yakalanmış olması Pentagon sorumluları tarafından en üst düzeyde önden verilmiş ve ileriye yönelik hesapları olan bir kararın sonucudur. Bu konuda ABD emperyalizminin yaptığı tercih, addam’ın çatışmayı göze almayan, pazarlık etmek isteyen, intihar etmeyi bile düşünmeyen bir korkak kişi olduğu propagandası ile gizlenmeye çalışılmakta. İkinci kesin veri ise, Saddam Hüseyin’in direnişin başını çekmediği, onu yönlendirmediğı ve hatta onunla bir ilgisinin ve ilişkisinin olmadığıdır. ABD özel kuvvetler komutanı ilk açıklamalarında bu gerçeği, “Saddam’ın gizlenme biçimi ve koşulları direnişle fazla bir irtibatının olmadığını gösteriyor” sözleriyle itiraf etmek zoruda kaldı. Eğer Saddam’ı ölü elegeçirmiş olsalardı, işgal güçleri olayın fazla yaygarasını yapamaz, tanık olunan mizanseni düzenleyemez, kamuoyunu oyalamaya hizmet eden, ABD’nin şu günlerde içinde bulunduğu rezaleti geri plana düşürmeyi hedefleyen bir propaganda yürütemezlerdi.

Saddam, sicili ile yalnız Iraklılar’ın değil dünya halklarının yakından tanıdığı bir insan. Onun adı onyıllardır ülkesinin adı ile özdeşleştirilerek anılıyor. Saddam, sıra ile ya da aynı anda, değişik emperyalist güçlerin uşağı oldu. Yüzbinlerce Iraklı ve İranlı masumun kanının dökülmesine neden oldu. Daha doğrusu bu kırımın ve yıkımın taşeronu ve tetikçisi oldu. Saddam bunları yaparken, Kürt halkını ve Şiiler’i boğazlarken, bugün onun kişiliği üzerinde gözü dönmüş çakallar gibi tepinenler onun dolaysız suç ortaklarıydılar. Onun gerçekleştirdiği katliamların, dehşetin ve terörün koulsuz destekçileri, teşvikçileri ve finansörleri oldular.

Günümüzde yoksulu, zayıfı, kaybedeni, yenik düşeni aşağılamak, çamura batırmak, gülünç ve acındıracak konuma düşürmek ve arkasından küfretmek adettir. İnsanlık, büyüklük, g&uu.l;çlülük savaş esirlerinin üzerinde tepinmeye indirgenmiş durumda. Dünyanın en büyük “demokrasisi”, Musul’da Saddam’in çocuklarına yaptığı gibi, insan cesedini sancak gibi dalgalandırarak kendi kamuoyunu yatıştırmaya çalışacak kadar alçalmış durumda. Oysa bununla manevi üstünlük kazanamazlar, ancak kendi gerçek durumlarının anlaşılmasını hızlandırırlar. Saddam Hüseyin iktidarı bileğinin kuv.eti ile ele geçiren ve aynı kararlılıkla onyıllar boyu koruyan hırslı ve ihtiras sahibi bir politikacıydı. Bugün ondan hesap sormak ancak Irak halkına düşer, bu yalnızca onun sorunudur. Böyle bir insana korkaklık veya yiğitli payesi biçmek Bush yönetiminin ak gagalı iletişim uzmanlarına, reklam tacirlerine düşmez. O, iyisi kötüsü, herşeyi ile Irak tarihinin parçasıdır. Bu mirasın muhasebesini ve tanımını yapacak olan da Irak halkıdır. Bugün işlerine geliyor diye, Irak’ı işgal etmelerini biraz meşru kılabilir diye, kalkıp Halepçe katliamının, İran’a saldırının hesabını Saddam’dan sormaya kalkmak emperyalist güçlere düşmez. Tersine onlar bu insanlı suçlarının dolaysız suç ortaklarıdırlar.

ABD emperyalizmi Saddam Hüseyin’i yakalamakla gerçekte Irak direniş hareketine en büyük nimeti sundu. Bundan böyle direniş hareketi ağır bir kamburdan arınmış ve zan altında tutulmaktan kurtulmuştur. Aylardır işgal g&.uml;çlerine karşı gelişen direniş dinamiği Saddam’in kirlenmiş adı ile izah ediliyor, imtiyazlarını kaybetmiş bir kliğin umutsuz ve dolayısıyla çılgınca çırpınışı olarak tanımlanıyordu. Tersi ispatlanmadığı sürece, Saddam’ın direniş hareketine önderlik yaptığı, önemli bir rol oynadığı inandırıcı gücü olan bir iddia idi. Bu iddia abartılarak yoğun bir propaganda malzemesine dönüştürüldü..Bunun, devrik rejimin önderliği ile aynı mevzilerde bulunmak, aynı kavgayı paylaşmak istemeyen Irak halkının önemli bir bölümü üzerinde olumsuz etkiler yaptığı, onu edilgen ve seyirci bir konuma ittiği bliniyor. Saddam’ın gerçek konumunun 14 Aralık günü açığa çıkması sonucu, bu konuda aylardır sürdürülen propaganda kendisini ansızın boşlukta buldu. Pentagon bundan sonra başka dayanaklar keşfetmeye, “dışarıdan gelmiş islamcı militanlar” temasını çok daha fazla önplana çıkarmaya mecbur kalacaktır.

ABD emperyalizmi ile savaşa karşı tavır alan emperyalist güçler, Saddam Hüseyin’in gölgesinde arayı düzeltmeye çalışıyorlar. Onun yakalanması ile koparılan zafer hengamesinin tozu dumanı içerisinde, kapalı kapı.ar arkasında yeniden pazarlıklar başladı. ABD emperyalizmi çıkmazına bir çıkış yolu aramakta, diğerleri ise ABD ile husumetlerini giderme çabası içindeler. Irak’ın biriken faizleri hariç 120 milyar doları aşan eski borçlarının bir bölümünü iptal etme ve dolayısıyla Irak halkının yardımına koşma adı altında, gerçekte başka pazarlıklar yapılıyor. Kimileri bazı ödünler vererek çıkmazına bir çıkış yolu bulma.derdinde, kimileri de fırsattan istifade savaş ganimetinden pay koparma peşinde. Yalnız Saddam’ın ne ABD emperyalizmini çıkmazdan kurtarma, ne de ABD ile diğer güçlerin aynı frekansta yeniden buluşmalarını kolaylaştırabileck kudreti bulunuyor. Çünkü, söz konusu olan bir köy kavgası değil, emperyalist güçler arası temel önemde bir çıkar çatışmasının keskinleşmesidir.

Bu arada konunun bir başka uzantısına değinmek gerekiyor. Sanki Saddam her derde deva olabilirmiş gibi, günlerdir en ciddi sayılan gözlemciler bile Bush’un gelecek seçimler için iyi puan topladığını, yeniden seçilmeyi garantilemiş bulunduğunu tekrarlıyorlar. ABD ekonomisinin yeniden gelişme sürecine girdiği, ciddi bir düzelme yaşadığı iddiası da bunu tamamlıyor. Oysa savaş harcamalarının ekonominin bazı sektörlerinde yol açtığı canlanma, sanki genel bir iktisadi düzelme imiş gibi gösterilmek istenmektedir. Aynı kaynaklara göre Bush açısından bu parlak tablonun tek kara noktası Irak’ın durumuydu. Saddam’ın yakalanması ile birlikte bu da önemli ölçüde silinmekte ve böylece Bush ekibi tüm handikaplarından kurtulmuş olmaktadır.

Olayların seyrinin günübirlik değiştiği bir dönemde bu tür yüzeysel değerlendirmeleri ciddiye almanın bir olanağı yoktur. Saddam Hüseyin’in yakalanmasının Bush’a kazandırdığı mevzi .ccedil;ok geçmeden onun Bağdat ziyaretinden elde ettiği manevi hasılata benzeyecektir.

ABD emperyalizmi Saddam Hüseyin’den çok şey bekliyor. Bu nedenle onu sorgulama görevi CIA’nin müdürü George Tenet’e verilmiş bulunuyor. CIA uzmanlarının misyonu Saddam Hüseyin’den bilgi almak değildir, onların Saddam’ın verebileceği bilgilere ihtiyaçları yok. Onları dertleri ABD emperyalizminin yaralarına merhem bulmaktır. Onun için sorgulayıcıların amacı ellerindeki hazır senaryo çerçevesinde Saddam Hüseyin’e bir rol oynatmaktır. Bu rolün içeriği bellidir ve esas olarak iki temel noktada yoğunlaşıyor.

Birincisi, ABD’nin Irak’a saldırısını haklı ve askeri işgalin meşru olduğuna ilişkin dayanaklar elde etmektir. Irak’ta insan haklarının ihlali, İran’la yapılan savaş, Halepçe katliamı ve Kuveyt’in işgali ön plana.çıkaracakları temel temalar olacaklardır. Irak’a saldırının başlıca gerekçesi olan kitle imha silahları konusunun, bu aşamada, senaryoda tali bir yer tutacağı anlaşılıyor. Çünkü ABD yöneticileri bu konuyu artık ağızlarına almaz oldular.

İkinci yoğunluk alanı ise, Saddam Hüseyin faktörü üzerinden Irak direniş hareketine darbe vurmak, onun aciz bir portresini çizerek böylece moral bozukluğu yaratmak, efsaneleşmiş dış görüntünü.n arkasında bir düşkün kişiliğin yattığını kanıtlamaya çalışmaktır. Bunu yanı sıra Saddam Hüseyin’den devşirilmek istenen başka avantajlar da mevcuttur. ABD onu emperyalist güçler arası çekişmede hasımlarına karşı bir koz olarak kullanmak istemektedir. Başta Fransa, Rusya ve Almanya olmak üzere Saddam’ın geçmişte yakın ilişkiler içinde bulunduğu, silah aldığı, destek gördüğü devletlere karı kullanılmak istenmektedir.

Saddam Hüseyin’den beklenenler onun boyunu aşan taleplerdir. ABD emperyalizmi açısından sorun göle düşüp kurbağaya sarılanın macerasına benziyor. Kaldı ki bu saatten sonra Saddam Hüseyin’in kaybedeceğ. veya kazanacağı fazla bir şey kalmamıştır. Çocukları, torunu, o şımarık soytarı edalı olanı bile, elde silah sonuna kadar ABD güçleri ile çatışarak öldüler. Saddam’ın kendisi bu sınavı yaşadığı çukurda büyük bir soğukkanlılıkla göğüsledi, ülkeleri için bedel ödeyen çocukları ile iftihar ettiğini, eğer yüz oğlu olsaydı yüzünün de aynı yolda ölm.lerini istediğini Irak halkına ve dünyaya duyurma fırsatı buldu. Bugün ona son sözünü söylemek ve damgasını vurduğu Irak tarihinin uzun bir sayfasını kapatmak gibi alternatifi olmayan bir görev düş&uul;yor. Saddam artık yaşanan gelişmelerin bir aktörü değil, nihayetinde basit bir ayrıntısı olduğu için bu bireysel görevdir ve nasıl göğüsleneceğini de zaman gösterecektir. Kendisini en yakında. tanıma fırsatı bulmuş dostlarının tamamı ve görüşü alınan düşmanları, Saddam’ın kolayca diz çökecek türden bir insan olmadığını iddia ediyorlar. Sonuç ne olursa olsun, bu ayrıntı, her halükara gelişmelerin seyrini herhangi bir şekilde bozma gücüne sahip değildir. Tam tersine, ciddi bir ayak bağından kurtulmuş olmakla, direniş hareketi çok daha sağlıklı bir zemin üzerinden gelişme koşullarına kavuşmuştur.

Ortada bir emperyalist işgal ve işgal güçlerine karşı cesurca çatışan bir direniş hareketi var. Irak sorunu bu iki temel faktörün ekseninde irdelenmek durumundadır ve gerisi ayrıntıdır. Direnişin ağır yükün&uum.; işgal güçlerinin “ölüm üçgeni” diye tanımladıkları bölgedeki Sünniler omuzlamaya devam ediyorlar. Ülke nüfusunun %60’ını temsil eden Şiiler bugüne kadar direnişe aktif bir biçimde taraf olmadılar. Kürtler işgal güçlerine uşaklık ederek iktidardan pay almaya çabalarlarken Şiiler ise pazarlık sonucu aynı amaca ulaşabileceklerini sanıyorlar. Kürtler’in işgal güçleri ile karşı karşıya.gelme ihtimali yok denecek kadar zayıf. Ama Şiiler için sorun henüz açıklık kazanmış değildir. Tarih emperyalist güçlerle aynı minderde güreşmenin sonuçta neye malolduğunun kanıtları ile doludur. Şiler de bu sonu beklemeden direnişten yana net bir tercih yapmak zorunda kalacaklardır. Saddam faktörünün aradan çıkmış olması önümüzdeki dönemde Şiiler’in kararsızlığını bozmayı kolaylaştırıyor. Kaldı ki. Irak’ın ulusal onurunu savunma, ülkenin bağımsızlığını, halkın özgürlüğünü sahiplenme, emperyalist işgale karşı direnme, etnik ve dini bir sorun değildir, dolayısıyla sadece Sünniler.in tekelinde kalamaz.