31 Ağustos'02
Sayı: 34 (74)


  Kızıl Bayrak'tan
  Düzenin savaş ve seçim çıkmazı
  Saflar netleşiyor: İki sınıf, iki program!
  İhanetin simgesi olarak işçi sınıfının hafızasına kazınacaklar!
  Derviş'li CHP solculuğu İMF-TÜSİAD solculuğudur!
  Amerikancı düzen partilerine verilecek her oy, İMF yıkım programını kabul etmek demektir!
  Irak'ın yağmasından pay kapma kavgası
  Türk gericiliği Musul ve Kerkük'ü işgal etme hevesinde
  İMF programını ileri süren devlet yetkilileri kamu çalışanlarını oyalamakla meşgul...
  Kamuda toplu görüşme komedisi...
  Burjuvazi kendi çıkarı için insan yaşamını ve doğayı hiçe sayıyor!
  Topyekûn saldırıya karşı sınıf seferberliği!/1
  "Esnek üretim" saldırısına karşı mücadelenin güncel önemi
  Dünya tekellerinin zirvesi sürüyor!
   Su ve serbest piyasa
   Tekellerin Afrika sovu
   Bask yurtseverleri kararı protesto gösterileriyle karşıladılar
   KADEK'in "yeni" saldırı ve karalama kampanyası
   Esenyurt İşçi Bülteni'nin Ağustos sayısından...
   Devrimci basın susturulamaz!
   Neden direniyoruz? Neden feda ediyoruz canlarımızı?
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Çukurova Üniversitesi’nde sömürü...

Ben size geçen sene mail yollayarak sosyal tesislerdeki bahşiş yolsuzluğunu haberdar eden öğrencinin arkadaşıyım. O mail gazetenizde yayınlandıktan sonra rektörün basın danışmanı haberi okudu. Haber rektörün kulağına gittikten sonra bahşiş yolsuzluğu araştırıldı ve olayın gerçek olduğu saptandı. Yolsuzluğu yapan müdürlerin ilgili yerlere tayinleri çıkarıldı ve öğrenciler bahşiş almaya başladılar.

Başta da söylediğim gibi ben Adana'dan bir Kızıl Bayrak okuruyum. Şu ana kadar sadece bir sayınızı okudum ve okur olmaya karar verdim. Şu anda Adana Çukurova Üniversitesi’nde geçici işçi konumunda çalışmaktayım. İlgileneceğinizi düşünerek bu yazıyı size yazıp göndermeye karar verdim.

Benim çalıştığım yer Çukurova Üniversitesi sosyal tesisleri. Burada öğrencilerle beraber yaklaşık 60 kadar personel çalışmakta. Bunun büyük bir kısmını da öğrenciler oluşturmaktadır. Öğrenciler; resepsiyonistlikten garsonluğa, ahçılıktan mezeciliğe kadar bütün işlerde çalıştırılıyorlar.

Sosyal tesislerin dışındaki birimlerde de durum pek farklı değil. Örneğin geçen ay Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak, Vali Oğuzhan Köksal, Rektör Yalçın Kekeç de dahil olmak üzere birçok önemli devlet adamının katılımıyla bir "Bar" açıldı. Bu barın bir eğitim kurumu tarafından açılması, bu açılışın halka açık bir kokteyl olarak düzenlenmesi ve kokteyl masraflarının üniversitenin "Araştırma Fonu" tarafından karşılanması ayrı bir konu.

Benim burada asıl bahsetmek istediğim bu yeni açılan barda 2 tane geçici işçi ve 10 kadar öğrenciyle işin yürütülmeye çalışılması. Aynen diğer birimlerde olduğu gibi. Bu birimlerde çalışan işçilerin (öğrencilerin dışındaki işçilerin) %90'lık bir bölümü geçici işçi statüsünde. Üstelik Çukurova Üniversitesi gibi eski bir kurumda. Geçici işçilik, adından da anlaşılacağı gibi, geçici bir süre için geçerlidir. Bu süre 3 aydır. 3 aydan sonra bu işçilere vize verilmesi gerekir. İşte bu noktada çok önemli bir sorun ortaya çıkıyor. Çukurova Üniversitesi’nde çalışan tüm geçici işçilere 3 ayda bir giriş-çıkış yaptırılıyor. Böylece vize sorunu olmadığı gibi masraf da azalıyor ve işçiye işten çıkarıldı¤ında tazminat vermek gibi bir sorun da ortadan kalkıyor.

Evet! Bunu bir özel işletme yapsa normal karşılardım; fakat bunu yapan bir üniversite. Yani devletin bir kurumu. Üstelik tüm topluma örnek olması düşünülen ve "üst düzey bir eğitim kurumu" olması gereken bir sosyal yapı.

Biz burada üniversite gibi üst düzey bir kurumda sömürüyü yaşıyoruz. Hem de çoğu özel işletmedeki uygulamaları aratmayacak düzeyde. Sömüren: Üniversite (ya da onun bağlı olduğu DEVLET). Sömürülen: Biz geçici işçiler.

Bazen günde 18 saate varan mesailerle çalışıyoruz. İtiraz ettiğimizdeyse "Sen geçici işçisin. Seni çıkarttığımızda yerine geçecek birçok öğrenci var" yanıtını alıyoruz. Öğrencilerin üniversiteye maliyeti çok az. Sosyal güvenceleriyse göstermelik. Geçici olarak kaza sigortası yapıyorlar. SSK'ları olmasına rağmen sağlık hizmetinden ve diğer sosyal imkanlardan yararlanamıyorlar. Yani herşey göstermelik.

Üniversitenin birimlerindeki müdürlerin hemen hemen hepsi Rektör’ün yalakası. Rektör’ün bizi sömürmek için verdiği emirleri aynen Kemal Derviş'in İMF'nin direktiflerini harfiyen uyguladığı gibi uyguluyorlar.

Bazen sendikacılar görevlerini yapıyorlar mı diye bir soru geliyor aklıma. Aslında yapıyorlar. Örneğin geçici işçilerin 3 ay çalıştıktan sonra vizeli olması gerektiğini kabul ettirmişler, işçilerin 8 saat mesai ile çalışması gerektiğini kabul ettirmişler, sosyal güvencesiz eleman çalıştırılmaması gerektiğini kabul ettirmişler... Fakat bunlar ne derece uygulanıyor? Acaba sendikacıların bunlardan haberi yok mu? Biz, sendikacılardan yeni haklar istemiyoruz. İsteğimiz kazanılmış hakların uygulanması. Hem sendikalardan hem de duyarlı tüm çevrelerden.

Sizden isteğim, bu konuyu araştırmanız ve en kısa zamanda haber yapmanız. Bu konuda istedikleriniz olursa ben her zaman size yardım etmeye hazırım...

Bir okur/Adana



Bir gün mutlaka hesap vereceksiniz!

Bir insanın hayatıyla oynamak sizin için çok basit. Ağzınızdan çıkacak iki kelimeye bakıyor herşey. Herşeye, her zorluğa katlanıyoruz fabrikalarımızda, ama onursuzluğa asla! Sonucu işten atılmak bile olsa, asla!

Siz bir avuç asalak takımı her ay milyarları cebinize indirirken, bizler sefalet ücretleriyle geçinmeye çalıştık. Siz soğuk kış günlerinde sıcacık yatağınızda yatarken, biz evlerimizde yakacak bir şey bulamadığımızdan bir yorganın altında nefeslerimizle ısındık. Siz sofranızda kan tokuştururken, yanında mezelerinizi midenize indirirken, biz evlerimizde kuru bir ekmekle geçirdik gecelerimizi... Açlıktan nefesimiz kokarken bizim, siz dişlerinizin arasında kalan yemek artıklarını temizlediniz. Ezildik, sömürüldük, aşağılandık. Kafamızı kaldırıp gerçekleri gördüğümüzde, ağzımızı açtığımızda ise işten atıldık, yaşamdan kovulduk.

Korkaktınız. Sınıfın ileri unsurları öncü işçileri bahanelerle işten attınız. Yaptığınız ve yapacağınız hiçbir şey öncü işçilerle, devrimcilerle işçi sınıfının bağlarını koparmaya yetmeyecek, buna gücünüz yetmez. Bugün bana yaptığınız onursuzlaştırma, aşağılama politikalarınız işçi sınıfına yaptığınız bir harekettir ve işçi sınıfının hafızası çok güçlüdür. Üzerinden yıllar geçse de, isimleriniz hafızamıza kazılı.

Biz gücümüzü haklılığımızdan alıyoruz. Sınıfa hesap vereceğiniz gün yakındır beyler. Ben iş arkadaşlarımın, yoldaşlarımın gözlerindeki kini, öfkeyi, hüznü gördüm. Şimdi daha güçlüyüm. Beni işten atarken (korktuğunuz için) nasıl ağzınız titremediyse, benim de zamanı gelince ellerim titremeyecek. Benim yanımda, giderken “esas arkadaşlığımız şimdi başlıyor”, “seni özleyeceğiz”, “onlar şerefsiz”, “bize vermiş olduğun herşey için sağol dostum” diyerek iş aramaya başlayan işçi kardeşlerim var. Sizin ise birkaç sahte dostunuzdan ve paranızdan başka hiçbir şeyiniz yok. O yüzden ben güçlüyüm. O yüzden ben kazandım.

İşçi arkadaşlarım! Esas ben size teşekkür ederim, bana verdiğiniz herşey için. Sizden öyle çok şey aldım ki... Gerçek yaşamı öğrettiniz bana, acısıyla, tatlısıyla. En ufak şeylerden mutlu olmayı mesela. Güçlü olmayı, paylaşmayı... Baskılar bizi yıldıramadı, yıldıramayacak... Güzel günler göreceğiz, hayallerimizi gerçekleştireceğiz; temiz hijyenik tuvaletler, tenis kortları, sinemalar, yüzme havuzları, iyi ve sağlıklı çalışma ortamı, huzur dolu gecelerinde aç yatılmayan gündüzlerinde sömürülmeyen bir toplum...

Menemen Deri Organize’den
işten atılan bir deri işçisi



Onlar savaşa hazırlanıyor,
biz de mücadeleye hazırlanmalıyız!

Devlet yöneticileri ülkemizi Amerika’nın çıkarları için yapılacak bir savaşa sokmaya hazırlanıyorlar.

Amerikalı bakanlar ve generaller yakın zamanda peşpeşe Türkiye’ye gelerek kapalı kapılar ardında devlet yöneticileriyle pazarlıklar yaptılar. Bu pazarlıklar sonucunda savaş sırasında Türkiye’ye ne tür görevler verileceği belirlendi.

Savaş hazırlıkları bunlardan ibaret değil. Türk ordusunun yönetimini de bir savaşa göre yeniden düzenlediler. Ağustos ayı başında yapılan Yüksek Askeri Şura toplantısında basın tarafından “sürpriz” diye nitelenen kararlar alındı. Savaş deneyimi olan, konusunda uzman generaller en kritik görevlere getirildiler. Sorun çıkaracağı düşünülenler ise emekli edildiler.

Ayrıca daha şimdiden Amerikalı askeri görevliler Türkiye’nin Irak sınırını didik didik inceliyor, ayrıntılı savaş planları hazırlıyorlar. Bu bölgede yeni kamplar ve askeri üsler kuruluyor. Irak’ın Türkiye’ye füze atacağı bahanesiyle Türkiye-Irak sınırına oldukça pahalıya mal olan füze savunma sistemleri kuruluyor.

Amerikalı yetkililer savaş sırasında, başta Türkiye olmak üzere, 8 ülkenin topraklarının kullanılacağını açıkladılar. Bu savaşın her an birçok ülkeye yayılması ihtimali demek. Sadece Irak’ın değil bütün Ortadoğu’nun ateşe verilmesi demek. Yani Amerika petrol için bütün Ortadoğu’yu kana bulamaktan çekinmiyor.

İşçi arkadaşlar, bu duruma şaşırmamak lazım. Amerika emperyalist bir ülke olduğu için bu normaldir. Onu halkların çekeceği acılardan çok kendi çıkarları ilgilendirmektedir. Onlar için bir damla petrol, dökülecek onca kandan çok daha değerlidir. Emperyalizm yaşadıkça da halkların acı çekeceği, çocukların bir hiç uğruna öleceği kirli savaşlar dünyadan eksik olmayacaktır.

Dünyada bütün halkların savaşmadan kardeşçe yaşayacakları günler de gelecektir. Dünyaya barış ve kardeşlik sosyalizmle gelecektir. Sosyalizm işçi sınıfının iktidarda olması demektir. Fakat sosyalizmin kurulması, dünyada sömürü ve savaşların son bulması için işçi ve emekçiler olarak bugünden örgütlenip emperyalizme karşı mücadele etmemiz ve onu yenmemiz gerekmektedir.

Bir metal işçisi/Esenyurt