31 Ağustos'02
Sayı: 34 (74)


  Kızıl Bayrak'tan
  Düzenin savaş ve seçim çıkmazı
  Saflar netleşiyor: İki sınıf, iki program!
  İhanetin simgesi olarak işçi sınıfının hafızasına kazınacaklar!
  Derviş'li CHP solculuğu İMF-TÜSİAD solculuğudur!
  Amerikancı düzen partilerine verilecek her oy, İMF yıkım programını kabul etmek demektir!
  Irak'ın yağmasından pay kapma kavgası
  Türk gericiliği Musul ve Kerkük'ü işgal etme hevesinde
  İMF programını ileri süren devlet yetkilileri kamu çalışanlarını oyalamakla meşgul...
  Kamuda toplu görüşme komedisi...
  Burjuvazi kendi çıkarı için insan yaşamını ve doğayı hiçe sayıyor!
  Topyekûn saldırıya karşı sınıf seferberliği!/1
  "Esnek üretim" saldırısına karşı mücadelenin güncel önemi
  Dünya tekellerinin zirvesi sürüyor!
   Su ve serbest piyasa
   Tekellerin Afrika sovu
   Bask yurtseverleri kararı protesto gösterileriyle karşıladılar
   KADEK'in "yeni" saldırı ve karalama kampanyası
   Esenyurt İşçi Bülteni'nin Ağustos sayısından...
   Devrimci basın susturulamaz!
   Neden direniyoruz? Neden feda ediyoruz canlarımızı?
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Amerikancı düzen partilerine verilecek her oy, İMF yıkım programını kabul etmek demektir!

Türkiye’de bugüne kadar 17 kez İMF programı uygulandı. Her seferinde de işçi ve emekçilere, ekonominin düzeleceği, sıkıntıların sona ereceği söylendi. Ancak en son uygulanan ve kurtarıcı olarak ithal edilen ABD-DB memuru Derviş’in mimarı olduğu 18. yıkım programı tüm bunların koca bir yalan olduğunu bir kez daha gösterdi.

18. İMF programı da tıpkı diğerleri gibi, bırakın işçi ve emekçilerin sorunlarını çözmeyi, her geçen gün işten çıkarmalar, peşpeşe gelen zamlar, yeni ve artan vergiler, düşen ücretler vb. uygulamalarla krizin işçi ve emekçilere fatura edilmesi işlevi gördü. İMF programları yalnızca patronlar sınıfının sıkıntılarını çözerek işbirlikçi burjuvazi ve uluslararası sermayeye işçi ve emekçileri daha rahat, daha fazla sömürebilmeleri için yeni sömürü ve talan alanları açtı. Böylece patronların sefahati artarken, işçi ve emekçilerin sefaleti daha da derinleşti.

Buna rağmen Ecevit hükümetinin altı oyularak bir hükümet darbesi gerçekleştirildi. Zira yıkım programını daha pervasızca uygulamak, ABD haydutunun Irak’a yönelik saldırısına ortaklığın sorunsuzca gerçekleşmesini sağlamak, bunun karşısında gelişebilecek bir muhalefeti ezmek için yıpranmış eski hükümet yerine yeni bir hükümet ihtiyacı duyuyorlar. İMF ve TÜSİAD’a uşakça hizmet etmesine rağmen gözden çıkarılan 57. hükümetin Bahçeli, Ecevit, Erkan Mumcu gibi temsilcileri yapılan bu kaba müdahalenin bir “komplo” olduğunu söylüyorlar. Erken seçim kararının alınmasıyla, komploda kısmen de olsa başarılı olan İMF ve TÜSİAD, şimdi de “4 Kasım sabahı pişman olmamak için” düzen siyaseti ve partileri için gerekli balans ayarlarını yapıyor.

İMF yıkım programına bağlılık yemini

Merkez Bankası Başkanı S. Serdengeçti’nin, iç ve dış piyasalara güven vermek gerekçesiyle, uygulanan İMF programının seçim sonrasında devam edeceği yönünde siyasi partilerin mutabık kaldığı bir metnin oluşturulması önerisi üzerine, ekonomiden sorumlu devlet bakanı M. Türker “hazırlığınızı yapın ve getirin” talimatını verdi. Merkez Bankası’nın hazırlayacağı metin siyasi partilere imzalatılarak, İMF programının devam ettirilmesi yazılı olarak teminat altına alınmış olacak. Türker, yaptığı açıklamada, kendilerinin ve siyasi partilerin büyük bir kısmının programı sürdüreceklerini ifade ettiklerine de dikkat çekiyor. Bu, düzen partilerinin hangisine oy verilirse verilsin, sandıktan her koşulda İMF çıkacak demek oluyor.

İMF’nin kendisine bağımlı ülkelerin seçimlerine yaptığı müdahalenin benzer örneği yakın dönemde Brezilya’da yaşandı. Latin Amerika’da İMF programlarının uygulanması sonucu ekonomisi çöken birçok ülkede patlak veren krizin Brezilya’nın da kapısına dayanmasıyla, İMF Brezilya’ya yönelik 30 milyar dolarlık bir kredi planı açıkladı. Ancak karşılığında yürürlükte olan İMF programının en sıkı şekilde uygulanmasını dayattı. İMF karşıtı bir adayın kazanmasını engellemek için, 30 milyar dolarlık kredinin 6 milyar dolarının seçim öncesi, geri kalanın ise seçim sonrası verilmesi kararlaştırılarak, şantaj unsuru olarak kullanılıyor. Bolivya’da yapılacak seçimlerde köylülerin adayı Evo Moreles’in kazanması halinde ekonomik yardımların dondurulacağını açıklaması bir başka örnek.

Amerikancı düzen partilerinin imzalayarak İMF’ye sunacakları ‘programı devam ettireceğiz’ sözü, işçi ve emekçilere yönelik yeni yıkım saldırılarını uygulayacaklarının teyid edilmesi olacak. 57. hükümetin giderayak İMF’ye sunduğu ek niyet mektubunda bu saldırıların neler olduğu yer alıyor. Bunları kısaca özetlersek; tüm tüketim mallarına yapılacak yeni zamlar, Paşabahçe’de olduğu gibi KİT’lerde çalışan işçilerin işten çıkarılması, zorunlu emeklilik uygulamasının memurları da kapsayarak genişletilmesi, kamu bankalarının özelleştirilmesine hız verilmesi, özel bankalara sermaye desteğinin sağlanması, kamuya ait elektrik varlıklarının, Petkim, Botaş gibi KİT’lerin özelleştirilmesinin tamamlanması, SSK başta olmak üzere sosyal güvenlik kuruluşlarının tasfiyesi ve benzer bir dizi uygulamadan oluşuyor. Amerikancı düzen partilei bugünden, yarın iktidara geldikleri koşullarda tüm bu saldırıları hayata geçireceklerini İMF’ye sundukları imzalı metinle belgeleyecekler.

Hepsi Amerikanca, hepsi İMF’ci!

İMF’ye sunulmak üzere hazırlanan bu metin düzen partilerinin İMF’ye uşaklıkta, işçi ve emekçilere düşmanlıkta geldiği yerin belgesidir. Seçimlerin en büyük iki adayı olan AKP ve CHP’yi bu açıdan ele almakta fayda var.

Seçim anketlerinde AKP ve CHP önde gösterilerek, seçimin bu iki parti arasında geçeceği iddia ediliyor. Peki biri “sağ”da, diğeri ise “sol”da gösterilen AKP ve CHP’nin gerçekte birbirinden bir farkı var mı? Bırakalım temel bir takım farklılıkları, bu iki parti arasında söylem düzeyinde bile hiçbir fark yoktur. Abdullah Gül 25 Temmuz tarihli Tempo’da İMF konusunda şunları söylüyor: “İMF-Dünya Bankası ile iyi ilişkiler içinde olmak zorundayız. Borcu olan bir ülkenin ben seni tanımıyorum demesi mümkün değil, gerçekçi olmak zorundayız.” Benzer sözler AKP programında da yer alıyor:

“Partimiz aşağıdaki temel ilkeleri benimser:

· Tüm kurum ve kuruluşlarıyla işleyen piyasa ekonomisinden yanadır.

· Devletin ilke olarak her türlü ekonomik faaliyetin dışında olmasını benimser.

· Özelleştirmeyi daha rasyonel bir ekonomik yapınını oluşması için temel araç olarak görür.

· Avrupa Birliği, Dünya Bankası, İMF ve diğer uluslararası kuruluşlarla olan ilişkilerin ekonomimizin ihtiyaçları ve ulusal çıkarlarımız doğrultusunda sürdürülmesi gerektiğine inanır.”

Bunlar “sol”da ya da “sağ”da herhangi bir partinin programında bulabileceğiniz cümleler. Bu açıdan CHP programı da farklı değil. 26 Ağustos’da Hürriyet gazetesinde yayınlanan söyleşisinde Baykal, İMF programlarıyla CHP arasında sorun bulunmadığını söylüyor ve devam ediyor: “Biz Türkiye’nin pazar ekonomisi çerçevesinde yöneltilmesi gerektiğini yıllardır söylüyoruz.” Baykal ve CHP’sine, gerek programında yer verdiği gerekse yaptığı açıklamalarda sayfalarca yer bulan bu sözler yetmemiş olacak ki, İMF’ye verilmek üzere hazırlanan metnin bir benzeri aylar öncesi TÜSİAD’ın önde gelen temsilcilerine sunuluyor. 19 Ağustos tarihli Sabah gazetesinde yeralan habere göre, Mustafa Özkan’ın İstanbul-Yeniköy’deki yalısında Sakıp Sabancı, Tuncay Özilhan, Erdoğan Demirören Hüsamettin Kavi gibi iş dünyasının “önderleriyle” bir araya gelen Deniz Baykal, iktidara geldikleri koşullarda patronların isteklerini yerine getirecekleri taahhütlerini veriyor. Sabancı’nın “İyi de ağam bunları hep lafta diyon, kağıda yazıp bize vermiyon” demesi üzerine de, önceden hazırladığı dökümanı çantasından çıkarıp imzalayarak Sabancı’ya armağan ediyor. Kısacası Baykal’ın senedi şu ada Sabancı’nın çantasında. İşte Baykal’ın ve CHP’sinin, “altı ok”ta yeralan “bağımsızlıkçılık”, “halkçılık”, “devletçilik”ten anladığı tastamam budur. Yani işçi ve emekçilerin alınterinin, ülke kaynaklarının İMF’nin ve TÜSİAD’ın hizmetine sunulmasıdır.

Tüm bunlar, “sağ”da ve “sol”da iki ayrı parti olarak gösterilen AKP ve CHP’nin gerçekte İMF çatısı altında tek bir programa sahip olduklarını gösteriyor. Bu durum yalnızca bu iki parti için değil, diğer tüm Amerikancı düzen partileri için de geçerlidir. Seçim sonrası hangisi iktidar olursa olsun, ülke ekonomisi İMF ve Dünya Bankası’na bırakılacak, dış politikada savaşa girmek dahil ABD’nin istekleri doğrultusunda hareket edilecek, demokratikleşme, insan hakları vb. AB’ye havale edilerek, yeni düzenlemelerle kırıntı düzeyinde olanlar da elden alınacaktır.

Kısacası düzen partilerine verilecek her oy İMF-DB, ABD ve AB’ye verilmiş olacaktır. Bu da İMF yıkım programlarının kabulü, ABD’nin Irak savaşına ortak olmak, AB uyum yasaları adı altında meclisten geçirilen saldırı yasalarına onay vermek demektir. Böyle bir tercih ise işçi ve emekçilerin değil sermayenin tercihi olabilir. İşçi ve emekçilerin, mazlum Kürt halkının, geleceği elinden alınan gençliğin, ezilen ve sömürülen milyonların artık yapacağı bir seçim yoktur. Çünkü sermaye sınıfından ve onun tüm kurumlarından hesap sormak, devrimci sınıf mücadelesini yükseltmek ve kendi bağımsız sınıf tutumlarını ortaya koymaktan başka tercih edeceği bir yol kalmamıştır.