Geçen hafta Iraklı Kürtlerle girdiği demeç savaşında Türk gericiliği ipin ucunu iyice kaçırdı ve böylece gerçek niyetler gün yüzüne çıkmış oldu. Musul ve Kerkük üzerinde hak iddiası temelinde yürütülen söz savaşında, Türk devletinin tarihi yayılmacı emelleri Savunma Bakanı Çakmakoğlunun dilinde şu sözlerle ifadesini buldu: Kuzey Irak, Misak-ı Milli hudutlarımızda bize emanettir. O günün İstiklal Savaşı şartları içinde, egemen güçlerin Türkiyenin o günkü şartlarını istismar ederek zorla koparttığı bir yerdir. Kuzey Irak, öyle veya böyle, şu veya bu kimselerin hevesine kurban edeceğimiz bir bölge değildir. Ulu Önder Atatürkün Hatay için dediği gibi, Musul ve Kerkük de Türk toprağıdır. Ancak burjuva gericiliğinin bu gönüllülüğü her zaman ve her konuda yeterli değildir. Hele de söz konusu olan savaş gibi siyasi, ekonomik ve insani maliyeti çok yüksek olan bir konuysa, kitlelerin de belirli oranda ikna edilmesi gerekiyor. Musul ve Kerkük üzerine tarihi emelleri ortaya döken sözkonusu demeçler bir de bu yönden anlam taşıyor.. Başlangıçta, pazarlık payı anlamında da olsa, devletçe de kabul edilmiş ve öne çıkarılmış bir konu olan savaşın getireceği kayıplar, halk kitlelerinin savaşa karşı çıkmasında önemli bir etken durumunda. Elbette, devlet öncelikle ve sadece parasal, halk kitleleri ise can kayıplarını önemsemektedir. Bununla birlikte zarar ortak kanıdır. Şimdi ise, Musul ve Kerkük üzerinden yarar fikri kitlelere aşılanmaya çalışılıyor. Oysa Körfez Savaşı sırasında da Türk devleti aynı taktiği izlemiş, sonuçta nasıl bir hüsran ve zararla çıktığını ise yine kendisi itiraf etmek zorunda kalmıştı. Kaldı ki, o gün Türk devletinin savaşa fiili bir katılımı sözkonusu değildi. Bugünse, Türk ordularının Kuzeyden Iraka girmesinden söz ediliyor. Bu durumda uğranacak zarar artık parayla sınırlı olmayacak, özellikle halk kitleleri açısından can kaybı mal kaybının üstünde ve öncelikli sırada yerini alacaktır. Bu nedenle devletin işçi ve emekçi kitleleri menfaatler üzerinden iknası oldukça zordur. Erken ilan edilen seçim ve üzerinde koparılan yaygara, bir bakıma, savaş ve savaş hazırlıklarına ilişkin gelişmelerin üstünü örtmesi açısından sistemin işine gelmektedir. Şu ya da bu nedenle ertelenme ihtimali olduğu halde, seçim faaliyeti ve tartışmalarına hız verilmesi, diğer konuların ise el altından yürütülmesi biraz da bu nedenledir. Savaşa hazırlık çerçevesinde önemli yatırımların yapıldığı, büyük kaynakların ayrıldığı aşikardır. Oysa aynı süreçte pek çok zorunlu giderde kısıntı devam etmektedir. Devlet, kamu emekçileriyle sürdürdüğü toplu görüşmede, seçim yatırımı çerçevesinde dahi bir ücret zammını göze alamamakta, zorunlu geçim araçlarına yönelik zamları sürdürmekte ise hiçbir sakınca görmemektedir. Bu gelişmeler, hiç kuşkusuz, seçimlere yönelik siyasi tabloyu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Daha güçlü bir siyasal iradeyle düzenin tahkim edilmesi için gündeme getirilen erken seçim, tersinden, düzen partilerinin iç çekişmelerini de körüklediğinden, düzen partileri cephesinden bir irade zayıflamasına da yol açıyor. İttifak arayış ve tartışmaları, transferler, seçim erteletme girişimleri, karşılıklı sataşma ve suçlamalar, partilerin, seçim sürecinden güç kazanarak değil kaybederek çıkması yönünde etkili oluyor. Kitlelerin karşısına yeni adıyla çıkmaya soyunanların hiçbir yenilik taşımamaları, eski hükümet içinde olanlarının 3 yıllık icraatları, dışında olanların ise bu icraata karşı muhalefet yürütmemiş olmaları yüzünden, düzen partilerinin zaten beş paralık itibarları kalmamış durumdadırlar. Belirli amaçlar uğruna girişilen bir operasyonun parçası olduğu çok açık olan kamuoyu araştırmaları bile düzen partilerinin içinde bulunduğu durumu gizlemeye yetmiyor. Bu araştırmalara bakılırsa, halihazırda büyük partilerin barajı aşabilmesi bile imkan dahilinde görünmüyor. Değişik cephelerden yürütülen araştırmaların bu konuda ortaklaştığı tek sonuç ise AKPnin ilk sırada göründüğüdür. Tek başına bu gösterge bile, söz konusu araştırmalar güven verici bulunduğu taktirde, düzen cephesinde seçim erteleme ittifakının yolunu düzlemeye yetebilecektir. Tayyipin AKPsi, her ne kadar Amerikadan icazet alarak kurulduysa da, içinde bulunduğumuz süreç açısından, henüz siyasal iktidarı emanet edebilecekleri düzeyde güven verebilmiş değil. AKP sadece Türk devleti açısından değil, Amerika için de henüz yeterli güveni telkin eder duruma gelmemiştir. Bu, yöneticilerinin sadakatına duyulan kuşkudan değil, arkasındaki oy desteğinin niteliğinden dolayı böyledir. Gerçi, AKP dahil olmak üzere, hangi parti hükümet olursa olsun, ABD-İMF programlarının dışına çıkması söz konusu bile değildir. Böyle olmakla birlikte, Iraka yönelik bir saldırının artık gün meselesi haline geldiği bir süreçte, temel müttefik sıfatıyla savaşa sürülmek istenen Türkiyede, dinci oylar üzerinden hükümete taşınan bir parti, doğal olarak tercihlerin dışında tutulmak istenecektir. Seçimlere doğru sistemin en fazla zorlandığı konulardan biri budur. Seçim konusu üzerinden zorlanma alanı yaratan bir başka konu da HADEP ve ittifak girişimleridir. PKKnin teslimiyeti ve tasfiyesi, düzeni Kürt sorunundan kurtarmaya yetmemiştir. Bu ülkede, bu derece büyük bir Kürt nüfus yaşamaya devam ettiği sürece de sorun politik önemini ve ağırlığını korumaya devam edecektir. Şimdi de, seçimler nedeniyle meclise taşınma riski ortaya çıkmış bulunuyor. Diğer yandan, Kuzey Iraktaki Kürtler ve Iraka saldırı ortamında bağımsız devlet kurma ihtimalleri, Türk egemenlerinin temel bir kaygısı olarak ortada duruyor. Dolayısıyla, düzeni derinden yönetenler seçimlerle Kürt vekillerin meclise taşınması ihtimalini de hesaba katmak zorunda kalıyorlar. Böyle bir siyasal ortamın, egemenler açısından hiç de istenir/tercih edilir bir durum olmadığı açıktır. Önümüzdeki sürecin, bu istenmeyenlerin bir biçimde dışlanmasına yönelik çabalara da sahne olması kaçınılmaz görünüyor. Nasıl bir gerekçe bulunacağı, ne tür bir yöntem izleneceği ise yakında ortaya çıkacaktır. Sınıf devrimcileri, düzenin bu zorlanma alanlarını iyi değerlendirmek, onlardan sınıf mücadelesinin güçlendirilmesi yönünde yararlanmak durumundadırlar. Emperyalist savaşı ve saldırganlığı dizginlemenin tek imkanı olan sınıf mücadelesinin yükseltilmesi, Türkiye halklarının ve emekçi kitlelerinin tek şansıdır. Bu şans sonuna kadar zorlanmak durumundadır. |
|||||