Ergin Yıldızoğlu Johannesburg Zirvesi sürdürülebilir gelişme ile serbest piyasa arasındaki ilişkinin tartışılmasını hızlandırdı. Bu açıdan, zirvenin gündemindeki küresel su krizi konusuna bakmak çok anlamlı. Çünkü Washington konsensüs altında, IMF, Dünya Bankası ve Dünya Su Forumu, krizi, suyu metalaştırarak, özelleştirerek çözmeyi öneriyor. Bu ise tam anlamıyla ateşe benzin dökmeye benziyor. Su çok özgün bir madde Dünyadaki canlıların kimyası suya dayanıyor. İnsan vücudunun yüzde 90ı sudan oluşuyor. İnsan belli bir süre içinde gerektiği kadar su alamazsa, önce aklını kaçırmaya, halisülasyonlar görmeye başlıyor, kısa bir süre sonra da ölüyor. Su besin maddelerinin üretilmesi, sanayinin çalışabilmesi, salgın hastalıkların kökünün kazınması için de yaşamsal bir öneme sahip. İnsan yaşamı açısından suyun, en temel özgürlüklerden bile önce geldiği söylenebilir. Öyleyse, bireysel özgürlükler temel insan haklarının parçası olduğuna göre, temiz içme suyuna sahip olmanın da insan haklarının parçası sayılması gerekmez mi? Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletlere göre gerekmiyor. Onlar suyun bir insan hakkı değil, bir gereksinim olduğunu düşünüyorlar. Ayrım önemli, çünkü insan haklarının aksine insan gereksinimleri, metalaştırılarak ticarete konu olabiliyorlar. Mavi altın Foreign Policy dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre 1950den bu yana küresel kişi başına yenilenebilir su kaynakları yüzde 58 azaldı (Eylül/Ekim 2000). Dünya Bankasının Dünya Gelişme Raporuna göre, bugün küresel taze su kaynaklarının yalnızca yüzde 1i içme suyu olarak kullanılabilecek durumda. Gerisi ya deniz suyundan ya da kutuplardaki buzlardan oluşuyor. Dünya Bankasına göre halen 450 milyon insan ciddi su sıkıntsı çekiyor. Gelişmekte olan ülkelerdeki ölümlerin yüzde 80i suyla ilintili hastalıklardan kaynaklanıyor. Toplam küresel tatlı suyun yüzde 8ini hane halkı, yüzde 23ünü sanayi ve enerji, yüzde 69unu tarım sektörü kullanıyor. Bugünkü trend (küresel su tüketimi her 20 yılda bir ikiye katlanıyor) devam ederse 2025 yılında dünya nüfusunun yüzde 48i su sıkıntısıyla (yılda kişi başına 1700 metre küpten az tüketim) karşı karşıya olacak. ABD hükümeti ve Birleşmiş Milletler kaynaklarına göre 2015te üç milyar insan, temel gereksinimlerini karşılamak için yeterince su elde etmenin çok zor ya da imkânsız olduğu ülkelerde yaşıyor olacaklar. Öyleyse, acilen su üretimine, taşınmasına, arıtılmasına ve su tasarrufuyla ilgili eğitime yatırım yapmak gerekiyor. Ancak Dünya Su Forumuna göre, 1960larda ve 1970lerde bu alanlarda hızla artan mali kaynaklar, hükümetler borç ödemeye ve bütçelerini denkleştirmeye öncelik vermeye başladıkları için, 1980den sonra hızla gerilediler, 1990larda da kurudular. Kurucuları arasında ÇUŞların temsilcilerinin de bulunduğu DSFye göre hükümetlerde para yok ama özel sektörde var. Ancak özel sektör de sağlıklı öngörülerde bulunmaya olanak veren saydam bir düzenleyici yasal çerçeve ve mantıklı kâr olanaklarının sağlanmasını istiyor. Tezgâha bakar mısınız! Küreselleşme döneminde, IMF politikalarıyla kaynaklar kurutulmuş, sonra özel sektör kurtarıcı olarak ileri sürülmüş. O da gelirim ama bana uygun yasa mantıklı kâr garantisi isterim diyor! Dünya Ticaret Örgütü, ulusal hükümetlerin ellerini kollarını bağlayan, su kaynaklarını ÇUŞlara açan Uluslararası Tahkim gibi yasaları dayatıyor. Su krizi derinleştikçe de tüm dünyada hükümetler suyun metalaştırılmasını, taşınmasını hızlandırmak için birbirleriyle rekabet ediyorlar. Böylece suyun özelleştirilmesi daha şimdiden yılda 400 milyar dolarlık bir iş alanı oluşturuyor. Fortune dergisi de 20. yüzyıl için petrol neyse, 21. yüzyıl için su o olacaktır diyor. The New York Timesa göre global su şirketleri, Vivendi, Suez (Fransız), Bechtel (Amerikan), US Global Water (Kanada) büyük kârlar yapıyorlar (26/08). Ancak, küresel su kaynakları üzerine çalışmalarıyla bilinen Maude Barlowun araştırmalarının gösterdiği gibi Özelleştirmelerden sonra her zaman, suyun fiyatı artıyor, suya ulaşım zorlaşıyor, şirketler altyapı yatırımlarını ihmal ediyorlar, sektörde işten çıkarmalar artıyor, suyun kalitesiyle ilgili bilgilere ulaşmak zorlaşıyor. Diğer taraftan şirketler, ihalelere başvururken fiyat kırma telaşıyla gerekli altyapı yatırımlarını hesaba katmıyor, sonra da bunlara sıra gelince kontratları yeniden düzenlemek istiyorlar. Üstelik özel sektör, yatırımları için kendi paralarından çok yerel yönetimlerin, uluslararası gelişme örgütlerinin, Dünya Bankasının vb. kaynaklarını kullanıyor (The New Yor Times). Böyle oluşan borçların geri ödenmesi de hemen her zaman halkın sırtında kalıyor. Halklara gelince, onlar da giderek uyanıyor. Bolivyada, Ekvadorda, Panamada, Arjantinde, Güney Afrikada, Hindistanda ve başka bölgelerde, kendileri için yaşamsal önemi olan su kaynaklarının denetimini çok uluslu şirketlere kaptırmamak için sokaklara dökülüyorlar, Arjantinin Tucuman bölgesinde olduğu gibi başarılı da oluyorlar. Özetle, su ve serbest piyasa kavramlarını yan yana koydunuz mu, ortaya çok ilginç bir durum çıkıyor: Dünyada yaşamın var olmaya devam edebilmesinin temel koşulu bir yanda, kısa sürede muazzam kâr yapma fırsatı öbür yanda. Bu koşullarda insan yaşamına değil de büyük kâr olanaklarına öncelik veren bir doktrini savunanlara ne gibi bir sıfat takmalı acaba? Örneğin insanlık düşmanı diyebilir miyiz? (Cumhuriyet, 28 Ağustos 2002)
Güney Afrika solu ve zirve Soweto Elektrik Kriz Komitesi başkanı ve JW: Siz Johannesburg zirvesini önden eleştirmekle kalmıyor, devlet başkanı Mbekinin politikalarını da eleştiriyorsunuz. Niçin? T. Ngwane: Sivil toplum üyelerinin çoğu şaşkınlık içinde, Thabo Mbekiye neden karşı olduğumuzu soruyorlar. Mbeki zirve ile big guysu Afrikaya getirmeyi başardı ve Afrikayı uluslararası gündeme oturttu. NEPAD, burada herkesin sözünü ettiği o sözde Afrikanın gelişmesi için ortak işbirliği, Mbakinin çok uluslu tekelleri Afrikaya çekme ve özelleştirmeleri hızlandırma planıydı. Bunun için Mbeki büyük bir kahraman olarak kutlandı. Ama bizim tarafımızdan değil. Çünkü Mbeki yoksulları, işçi sınıfını temsil etmiyor. Mbeki başa geldiğinden beri bizim elektriklerimiz ve suyumuz kesildi. Ya onun hükümetinin verdiği daha fazla işyeri açma sözü ne oldu? İşyerlerini en fazla yok eden hükümet Mbekinin hükümetidir. (...) JW: Başbakan Mbekinin tutar yeri yok mu? T. N.: Mbeki Güney Afrika için bir çözüm olamaz. Çünkü o sorunun bir parçası. Bizim Mbekinin GEAR ve NEPAD politikaları ile ve dünya zirvesine ev sahipliği yaparak Güney Afrikada durumu düzelteceğine inanmıyoruz. Bununla bağlantılı olan herşey, emperyalizm, neo-liberalizm sözcükleri, bizi daha fazla özelleştirme noktasına getirebilir. Mbekinin en iyi anladığı, politik kamplar arasındaki sınırları silikleştirme. Bu ülkede halen birileri bizden biri anlamına gelen Mbeki yoldaştan söz ediyor. Ama örneğin ABDde Busha kim yoldaş der? G8 Mbeki gibi yöneticilerin egemenliklerini sağlamlaştırmak için kullanıyor. (...) Mbeki bir oportünisttir. Diğer yandan etkili bir devlet adamı rolünü oynuyor. Kendini yoksullara karşı kurtarıcı olarak gösterirken, NEPAD ile Afrikayı bahtiyar kılıyor, büyüklere Afrikaya birkaç ekmek kırıntısı daha attırıyor. JW: Eğer bu böyleyse, sendikalar birliği COSATU ANC hükümetini neden destekliyor? T.N: COSATUnun ayakları her iki kampta. Bazı sendikalar Mainsteama ait, diğerleri daha çok anti-özelleştirme anti-küreselleşme, yani anti-ANC hareketine... Ama hepsi de COSATU çatısı altında birleşiyorlar. Burada sorun yöneticiler. ANC sol kanadından endişeleniyor. Çünkü o sağa kaydıkça neo-liberalleşip kapitalistleşiyor ve politik boşluk bırakıyor. Bu da anti-özelleştirme forumu, Soweto elektrik kriz komitesi veya AİDS tedavisi için eylem komiteleri tarafından dolduruluyor. COSATU anti-özelleştirme grevi için zirveden sonraki bir tarihi saptadı. Bunun mantığı ne? Biz neden şimdi, özelleştirenler burada iken greve gitmiyoruz. Sandtonda Suez Vivendi, Bush, Blair, tümü de özelleştirmelere zorlayan ve üçüncü dünya üzerinde basınç uygulayanlar oturuyor. |
|||||