Devrimin, sosyalizmin ve hayatı yaratanların şairi...
Nazım Hikmet 100 yaşında!.. Selamlamaya geldim seni yeryüzü umutları adına İşçi sınıfı ve ezilen halkların devrimci ozanı Nazım Hikmetin ölümünden bu yana tam 39 yıl geçti. 3 Haziran 1963te yaşamını yitiren Nazım Hikmet, 61 yıllık yaşamının ardından yüzlerce şiir, onlarca oyun, roman ve komünizme adanmış bir yaşam bıraktı. Devrime ve sosyalizme sevdalı bu yürek, 61 yıllık yaşamında işçi sınıfının davasına ve sosyalizme bağlılığından dolayı baskılar, saldırılar, karalamalar, 13 yıllık tutsaklık ve en ağırı da yurdunu terketmek zorunluluğu ile karşı karşıya kaldı. Birçok insanın ilk kez sosyalizm ile tanışmasında etkin bir rolü olan Nazımın şiirlerini okuyanlar, üzerlerinde taşıyanlar yargılandı, tutuklandı. Nazımın düşüncelerini savunanlar, onunla sınıfsız, sömürüsüz dünya özlemini paylaşanlar ise ağır baskılara uğradı, katledildi. Gerçek bu iken, son birkaç yıldır burjuvazi Nazımı sahiplenmeye yönelik kirli bir kampanya yürütüyor. Ancak kampanya bu yıl doruğuna ulaşmış durumda. Kültür Bakanlığının Türkiyeyi tanıtmak amacıyla yaptığı öneri ile 2002 Nazım yılı ilan edildi. Böylelikle tüm dünyada ve Türkiyede Nazım, eserleriyle birlikte tanıtılacaktı! Nitekim senenin başından beri bizzat Kültür Bakanlığı eliyle büyük bir ikiyüzlülükle siyasi kimliğinden soyundurularak güzel şiirler yazan bir şair olarak tanıtılıyor Nazım. Nazımı yok edemeyenler, onu ehlileştirme ve içini boşaltma yolunu seçtiler. Nazımı Nazım yapan devrimci değerlerden koparmaya, Onu, salt milliyetçilik ve sevda şiirleri yazan bir şaire dönüştürmeye çalıştılar. Bununla da yetinmediler. Bu kirli kampanyalarını devrimci de&curen;erlere saldırıyla da birleştirdiler. Burjuva köşeyazarları Nazımın aşklarını anlatmaktan vakit buldukça (!) komünizme saldırdılar. Tüm bu çabalar boşuna. Nazımı teslim almaya güçleri yetmeyecek. Nazım bizimdir! Nazım Hikmet, Nazımı Nazım yapan değerlerin yaratıcısı işçi sınıfının, ezilen halkların, devrimcilerin ve komünistlerindir. Ben bir insan Nazım Hikmet, ülkenin emperyalist güçlerce işgal altında olduğu dönemlerde, bağımsızlık savaşına katılmak amacıyla öğretmenlik yapmak gerekçesiyle Anadolu topraklarına geçer. Burada Almanyada okumuş ve sonrasında Türkiyeye dönmüş, kendini Spartakistler olarak tanıtan grupla tanışır. Böylelikle, ilk olarak Marksı, Engelsi, Rozayı ve Lenini tanır. Sosyalizm bilinci Spartakistler sayesinde bu dönemde gelişir. Bir süre sonra Marksizmi, Leninizmi daha iyi öğrenmek ve sosyalist inşayı yerinde görmek amacıyla Sovyetler Birliğine gider. KUTVne (Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi) kaydolur. Nazım, bir süre sonra devrime ve sosyalizme sevdalı bir yürek olarak ülkesine geri döner. Dışarıda verdiği mücadele, kısa süreli tutsaklık dönemi, ardından 13 yıllık cezaevi yaşantısı, ülkesinden sürgün edilmesi... Nazım tüm bu süre boyunca yüzünü işçi sınıfına döndü, devrime ve sosyalizme inancını hiçbir zaman yitirmedi, komünizmin militan bir savunucusu oldu. Nazım işçi sınıfı ideolojisini en kararlı tarzda savunmanın ancak örgütlülükle mümkün olacağı bilinciyle davranarak 1923te Türkiye Komünist Partisine üye oldu. Kısa süre içerisinde ileri kadrolarından biri haline geldi. TKPnin yaşadığı sürece rağmen hiçbir zaman umutsuzluğa, karamsarlığa kapılmadı ve daima örgütlü mücadelenin gerekliliğini savundu. Tüm hayatı boyunca TKPyi ve onun üyesi olduğunu büyük bir gururla söyledi. Hayatının en karanlık dönemlerini tek başına geçirdiği zindanda bile, örgütlü bir devrimci gibi davranabilmeyi bildi. Ülkesinden sürgün edildikten sonra Sovyetler Birliği ve uluslararası proletaryanın komünist partileri yanında aktif mücadele içinde yer aldı. Büyük bir hayranlık beslediği Leninin ölümü vesilesiyle Sovyet halkına seslenen şiiri, Nazımın, partili mücadeleye bakışını da tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır. Yoldaşlarım Topraktan, ateşten ve demirden Nazım, tüm hayatı boyunca yüzünü işçi sınıfına ve emekçilere dönmüş, gücünü sınıftan ve emekçi insandan almıştır. İşçilerin, yoksul köylülerin, emekçi kadınların yaşamı onu derinden etkilemiş ve tüm ezilenler onun şiirlerinde yer bulabilmişlerdir kendilerine. Safını ezilenlerden yana belirlediği için, tüm yaşamını da onlarla içiçe geçirmiştir. Dışarıda geçirdiği süreçte emekçilerle kaynaşmaya özen göstermiş, içeride/zindanda ise birlikte cezaevi yaşamını paylaştığı yoksul işçi ve köylüler, onun en yakın dostları olabilmiştir. Her fırsatta onları eğitmek, değiştirmek, dönüştürmek için büyük bir çaba harcamıştır. Hayatı yaratanların şairiyim ben dizesi, Onun sanata bakışını da ortaya koymaktadır. Kendisiyle aynı dönemde yaşayan ve sık sık eleştirilerine maruz kaldığı, hayattan ve toplumsal yaşamdan kopuk şairlere inat, en güzel eserlerin ancak, yaşamın içinden ve hayatı yaratanların acılarının, sevinçlerinin, yokluk ve yoksunluklarının yansıtılarak üretilebileceğini ispatlamıştır. İşçi sınıfı ve emekçilerin şairi Nazım, Asya ve Afrika yazarlarına ilişkin yazdığı bir şiirde olduğu gibi sanatçının misyonunu şöyle dile getirmiştir: Kardeşlerim, Sevdalınız komünisttir Nazım kuşkusuz en güzel eserlerini 13 yılını geçirdiği zindanlarda vermiştir. Dışarıdaki mücadeleden fiilen kopuk olmasına rağmen, kendini onların içinde, onların bir parçası gibi hissedebilmiş, neredeyse her toplumsal gelişmeye içeriden yazdığı eserleriyle yanıt vermiştir. İçeride devrimci bir yaşamı örmüş, her gününü ve saatini kendini geliştirebilmek, daha iyi üretebilmek için geçirmiş, dört duvar arasında kilometrelerce uzakta olan halklara bile umut olmayı başarabilmiştir. Karanlığın, açlığın, sefaletin olduğu ortamda tek başına kalsa bile gelecek günlere inancını hiçbir zaman yitirmediğini her fırsatta dile getirmiştir. Hapislerde boşu boşuna çürüdüğünü iddia edenlere büyük bir öfke ve kızgınlıkla yanıtını vermiştir. Sevdalınız komünisttir Tepeden tırnağa enternasyonalist! Nazıma yönelik saldırılardan biri de onu salt milliyetçi şiirler yazan bir şair olarak tanıtmaktır. En sık kullandığı memleketim vurgusunu ise milliyetçilikle özdeşleştirdiler. Nazımın çok sevdiği memleketimden kastettiği, bu ülkenin ezilen, sömürülen, açlığa, sefalete mahkum edilen ama her zaman üreten, destanımızda yalnızca maceraları olan emekçilerdi. Ancak Nazımın yüreği hiçbir zaman tek başına Türkiyedeki işçi ve emekçiler için çarpmadı. Enternasyonalist yanıyla halkların kardeşliğini vurguladı, her gelişmeye sınıfsal bir tutumla yanıt verdi. Onu dünyaca ünlü kılan, dünya işçi ve emekçilerinin sahiplenmesine yol açan en güçlü yan da budur. Dışarıda ve içerideyken, halklara ve devrimcilere karşı yapılan saldırılara, katliamlara büyük öfke duymuş, onların direngenliklerini, kazanılmış zaferlerini de büyük bir coşkuyla selamlamıştır. Tüm bunları büyük bir renk ahengiyle şiirlerine yansıtmıştır. Öyle ki, Habeşistanlı bir devrimcinin karısı Taranta-Babuya yazdığı mektuplarda İtalyanın tarihini, ekonomisini, siyasi gelişmelerini, aşkı yansıtan mektuplarla, faşizmin acımasızlığını bütün açıklığıyla vermiştir. 2. Dünya Savaşı sırasında Fransada direnişe öncülük eden Komünist Partisi üyesi Gabriel Perinin kurşunlanması onda derin izler bırakmıştır. Keza yine Sovyetlerde direnen genç partizan Tanyanın asılması, Nazımın öfkesini ve Tanyanın direngenliğinden dolayı ona beslediği derin sevgi ve saygıyı yansıtmaktadır. Bu örnekler alabildiğine çoğaltılabilir. Çünkü Nazımın yüreğinin yarısı buradaysa yarısı Çindedir. Nazım, Sovyetler Birliğini büyük tarihsel kazanım olarak görmüş ve Doğu Avrupadaki sosyalist ülkelerde yaşanan gelişmelerden büyük heyecan duymuştur. Macaristanı ziyaretinden sonra yazdığı dizeler onun geleceğe dair özlemlerini de yansıtmaktadır. Hoşça kal Nazım sadece dizeleriyle değil pratiğiyle de enternasyonal mücadeleye hizmet etmiştir. Hapishaneden çıktıktan sonra ülkesini terketmek zorunda kalarak Sovyetler Birliğine gitmiştir. Yaşamının geri kalan kısmını uluslararası proletaryanın çıkarları doğrultusunda geçirmiştir. Savaşa karşı oluşturulan Dünya Barış Konseyinin yöneticiliğini yapmış ve bu vesileyle birçok ülkeyi ziyaret etmiştir. Amerikan emperyalizminin çıkarları doğrultusunda Türk askerlerinin Koreye gönderilmelerine karşı çıkan Nazım Hikmet, bu konuda aktif bir mücadele yürütmüştür. Emperyalist saldırganlığın giderek tırmandığı, Afgan halkından sonra Ortadoğuyu ele geçirmek için Filistin halkının vahşi bir katliamdan geçirildiği günümüzde Nazımın tavrı, günümüz aydınlarına örnek olmalıdır. Tüm bu anlatımlardan sonra Nazımın eksiklikleri, hataları yok mudur denebilir. Kuşkusuz sayılabilecek birçok yan vardır. Kürt sorunu karşısında aldığı ilgisiz tutumdan yurt dışına çıkmasına kadar bir dizi konuda eleştiride bulunulabilir. Ancak bizim için belirleyici olan 61 yıllık yaşamının her evresinde devrimden, sosyalizmin ve eşit özgür bir dünyanın yaratılması özleminden hiçbir zaman vazgeçmemesi ve bu değerleri yaşamında herşeyin üstünde tutmasıdır. Tüm yaşamını proletaryaya ve dünyanın ezilen halklarına adamasıdır. Nazım Hikmetin Türkiyede (içeride ya da dışarıda) bulunduğu zamanların ülkenin en karanlık, en zorlu dönemleri olduğunu hatırlatmak faydalı olacaktır. Ülkede ağır baskı ve sömürü koşulları altında, devrimci hareketin olmadığı, sınıf hareketinin oldukça cılız olduğu bu zor dönemlerde, Nazım yüce ideallerini, komünizmi her zaman canlı tutmuş ve inancını hiçbir zaman yitirmemiştir. Herkesi yaşamının her döneminde aktif olarak devrimci mücadeleye çağırmıştır. Biz de son sözlerimizi onun çağrısıyla noktalayalım. Sen de çıkar |
|||||