Yiğit devrimci İbrahim Kaypakkayayı katledilişinin 29. yılında derin bir saygıyla anıyoruz...
Faşizmin işkencehanelerinde Ölen yoldaşlar için Siz ki canınızı verdiniz halkımız için İbrahim Kaypakkaya Esasen biz komünist devrimciler, prensip olarak siyasi kanaatlerimizi ve görüşlerimizi hiç bir yerde gizlemeyiz. Ancak örgütsel faaliyetlerimizi, örgüt içinde bizimle birlikte çalışan arkadaşlarımızı ve örgüt içerisinde olmayıp da bize yardımcı olan şahıs ve grupları açıklamayız. Kişisel sorumluluğum açısından gerekeni zaten söylemiş bulunuyorum. Ben buraya kadar anlattıklarımı samimiyetle inandığım Marksist-Leninist düşünce uğruna yaptım. Ve sonuçtan asla pişman değilim. Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze alarak ve can bedeli bir mücadeleyi öngörerek çalıştım ve neticede yakalandım. Asla pişman değilim. Bir gün sizin elinizden kurtulursam gene aynı şekilde çalışacağım. (Sorgu zaptından.../21 Nisan 1973) İbrahim Kaypakkaya Devrimci mirası Nazımı sahiplenme ile başlayan devrimci değerlerin içini boşaltma, sistem için kabul edilebilir sınırlara çekme saldırısı boyutlanarak Denizlere kadar vardırılmış bulunuyor. Önce Nazım Hikmet, siyasi kimliği yok sayılarak düzen temsilcileri tarafından sahiplenildi. Adına konserler, geceler organize edildi. Afişlerin, gazete ilanlarının altına Kültür Bakanlığının katkılarıyla notları düşüldü. Ancak bunun nasıl bir ikiyüzlülük olduğunun anlaşılması uzun sürmedi. Tam şu günlerde Nazımın vatandaşlıktan ihraç işleminin eksik kalan hukuki boyutunu tamamladılar. Benzer bir sahtekarlık yıllardır 8 Mart ve Newroz üzerinden yapılıyor. Kadınlar günü söylemi ile 8 Martın emekçi özü yok sayılmaya çalışılıyor. Kürt halkının isyan ateşlerini Demirci Kawadan beri tutuşturduğu gün olan 21 Mart Newroz, devlet tarafından Nevruzlaştırılarak kutlanıyor. Bu yıl bunlara düzen partileri tarafından 1 Mayısın sahiplenilmesi eklendi. 1 Mayısta burjuva partilerinin kimi temsilcileri de emekçinin yanındayız açıklamalarıyla 1 Mayıs eylemine katıldılar. Ve nihayet son dönemde, biçimi farklı olmakla beraber, Denizler, Mahirler, İbolar için de benzer bir durumdan bahsedebiliriz. Kendini büyük bir özveriyle mücadeleye adamış bu yiğit devrimciler, sınıf mücadelesinde yaratılan değerlerle ve devrim mücadelesiyle ilişkisini kesen ya da karşısında yer alanlar tarafından sahtekarca sahipleniliyor. Devrimci değerlere sırt çevirerek yabancılaşan, düzenin yasallığı içine kendini hapseden liberal reformistler özellikle Denizler üzerinden kampanya yürütüyorlar. Liberal işçi politikasının temsilcisi bu çevre sınıftan beklediği karşılığı alamadı ve alacak gibi de görünmüyor. Zira, sermayenin topyekûn saldırılarının azgınlaştığı bir süreçte bu liberaller, Emek Platformunun Emek Programına sarılmanın ötesine geçemediler. Diğer yandan 1 Mayısta açığa çıkan bir tablo var. O da gençliğin taşıdığı mücadele potansiyeli, gençliğin içinde bulunduğu arayıştır. Görünen o ki, bu tablo liberal şefler açısından bir uyarı olmuştur. Sınıftan yüz bulamadıkları bir dönemde, onlara yönelen genç kesimleri saflarında tutmak özel bir önem taşıaktadır. Denizlerin otuzuncu ölüm yıldönümünü bu açıdan bir fırsat olarak değerlendirdiler, tüm güç ve imkanlarını harekete geçirerek, birkaç güne yayılan anma ve etkinlikler düzenlediler. Devrimi ve devrimci değerleri terkeden bu çevre, reformist çizgiyi (hem de bugünkünden çok daha soylu ve samimi olanını) aşarak devrimci bir direniş ve dayanışma geleneği yaratanları sahiplendiklerini iddia edecek kadar ikiyüzlü bir tutum içindedirler. Bu tutumları saflarındaki gençleri bir süre oyalayabilir. Ancak içinde yüzdükleri liberalizm batağı, gerçek yüzlerini uzun zaman saklamaya olanak tanımayacak kadar derindir. Devlet solunu temsil eden çizgiye gelince. Onlar devrimcilere yabancılaşalı, sırt çevireli yıllar oldu. Özellikle 19 Aralık cezaevi katliamı ve devrimci tutsakların direnişi karşısında aldıkları tutum, belleklerden silinmeyecek kadar iğrençti. Öyle ki, Cumhuriyet gazetesi üzerinden kendini ifade eden bu çizgi, onlarca devrimcinin katledilmesine, yüzlercesinin yaralanmasına neden olan devletin faşist saldırısına karşı seslerini çıkarmazken, örgütlerin şiddetini kınamaya, böyle örgütlere bu ülkede yer olmadığını yazacak noktaya vardırdı işi. Böylece faşizmin doğrudan destekçileri konumuna düştüler. Mahirlerin, İboların, Denizlerin kendilerini tereddütsüz adadıkları devrim ve sosyalizm davasının gerçek temsilcileri, devrimci ve komünist güçlerdir. Devlet solu, bu geleneğin bugünkü temsilcilerinin katledilmesine alkış tutacak kadar düşkünleşmiştir. Ancak, İbolar, Denizler, Mahirler ya da kendi deyimleriyle 68 kuşağı sözkonusu olunca (ki bugünkü devlet solcularının bir kısmı o dönemde işkence tezgahlarından geçmiş, zindanlara kapatılmışlardı), sahiplenenlerin başında geliyorlar. 6 Mayıs dolayısıyla Cumhuriyet gazetesinde günlerce 71 devrimcilerini anlatan bir yazı dizisi yayınlandı. O dönemi yaşayanlar tarafından kaleme alınan yazılar, kişisel anılar ve bazı anektodların anlatılması ile sınırlı. Bunlar 70li yılların devrimci coşkusunu yaşayan, fakat devrimciliği tüketmeleri yılları bulan kaçkınlar. Elbette devrim mücadelesi ile özdeşleşen devrimcilerin anlatılması ya da onlarla ilgili anıların yazılması değil sorun. Sorun, devrimci mücadele ve değerlere yabancılaşmanın dolaysız bir sonucu olarak, konunun güncelle bağının kurulmasından özenle kaçınılması. Ya da liberaller örneğinde olduğu gibi ikiyüzlü ve faydacı bir tarzda ele alınması. Bir tarafta reformistler diğer tarafta devlet solu, bir dönemin devrimci önderlerini kendilerince sahiplenip anarken, 70li yıllardaki mücadelenin bugünle olan bağını koparmaya, 71 devrimcilerinin bugünkü gerçek temsilcilerini yok saymaya çalışmaktadırlar. İşçi sınıfı ve emekçileri emperyalist-kapitalist sistemin saldırıları karşısında yüzüstü bırakan mücadele kaçkınlarının bu rahatlığı nereden gelmektedir? Bu olgu, devrimcilerin ve komünistlerin dolduramadığı boşluğun onlar tarafından doldurulmaya çalışıldığını göstermektedir. Bundan dolayıdır ki, tümüyle işçi sınıfı ve emekçilerin davasına ait olan devrimci önderler henüz layık oldukları gibi anılamamaktadırlar. Reformist çizgiyi aşıp devrimci bir gelenek yaratan 71 devrimcilerinin yıkmak istedikleri, kokuşmuş sermaye düzeni ve onun devletiydi. Bu düzen bugün o yıllarla kıyaslanamayacak kadar çürümüş ve kokuşmuştur. Bu düzenin devleti, devrimcileri, komünistleri, işçi sınıfı ve emekçileri, başta Kürt halkı olmak üzere diğer azınlıkları faşist devlet terörüyle ezmeye çalışan bir çete devleti haline gelmiştir. Yıkılması 70li yıllarda olduğundan daha acil bir ihtiyaçtır. 71in devrimci direnişçi geleneğine her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde, bu geleneğin temsilcilerini düzenin kabul edebileceği sınırlara çekip, devrimci değerlerin içini boşaltmaya çalışanlar başarılı olamayacaklardır. Yaşanan tüm sorunlara rağmen devrimci gelenek bu topraklarda yaşıyor, yaşamaya da devam edecek. Ulucanlarda, Burdurda, 19 Aralıklarda sergilenen tutum bunun canlı örnekleridir. Ve sınıf devrimcileri, bu değerleri yaşatarak, daha ileriye taşıma iddia, birikim ve kararlılığına sahiptirler. |
|||||