18 Mayıs'02
Sayı: 19 (59)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermayenin işçi sınıfı hareketi içindeki ajanları
  Yakıcı sorunlar karşısında yasak savma tutumu
  Göstermelik eylem işçilerin basıncı karşısında zamanından önce bitirildi
  Lastik işçisi grev hakkına sahip çıkmalıdır!
  Kamuda çalışan binlerce işçi ve emekçinin tasfiyesi gündemde
  Kamu bankalarında büyük tasfiye
  Yonca Teknik işçisi greve devam ediyor
  16. Geleneksel İTÜ Şenliği ve devrimci tavır
  Paralı Eğitim Karşıtı Öğrenci Platformu Bülteni'nden...
  Platform çalışmasının güncel sorunları
  Düzen siyasetinin açmazı ve iflası
  AB tartışmaları, yoksulluk ve demokrasi...
  Siyonizm ve uluslararası emperyalizm/2
   Hollanda parlamento seçimlerinde politik deprem
   Türkiyeleşme" politikasının içyüzü ve birleşik mücadelenin gerekleri
   Filistin kazanacak!..
   Kadın hakları için ayağa kalkın!..
   Faşizmin işkencehanelerinde ser verip sır vermedi!..
   Ezilen halklarla dayanışmayı yükseltelim!
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Yiğit devrimci İbrahim Kaypakkaya’yı katledilişinin 29. yılında derin bir saygıyla anıyoruz...

Faşizmin işkencehanelerinde
ser verip sır vermedi!..

Ölen yoldaşlar için

Siz ki canınızı verdiniz halkımız için
Siz ki herşeyinizi verdiniz bu kavga uğruna
Göğsümüzde onurla dalgalanan
Kavganın bayrağına siz ki al rengini verdiniz
Ey, ölümsüz halkımız için toprağa düşenlerimiz
Ey, yüce oğulları halkımızın
Gururla ve sabırla dinlenin şimdi
Kavganızı sürdürüyor yoldaşlarınız...

İbrahim Kaypakkaya

“Esasen biz komünist devrimciler, prensip olarak siyasi kanaatlerimizi ve görüşlerimizi hiç bir yerde gizlemeyiz. Ancak örgütsel faaliyetlerimizi, örgüt içinde bizimle birlikte çalışan arkadaşlarımızı ve örgüt içerisinde olmayıp da bize yardımcı olan şahıs ve grupları açıklamayız. Kişisel sorumluluğum açısından gerekeni zaten söylemiş bulunuyorum. Ben buraya kadar anlattıklarımı samimiyetle inandığım Marksist-Leninist düşünce uğruna yaptım. Ve sonuçtan asla pişman değilim. Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze alarak ve can bedeli bir mücadeleyi öngörerek çalıştım ve neticede yakalandım. Asla pişman değilim. Bir gün sizin elinizden kurtulursam gene aynı şekilde çalışacağım.” (Sorgu zaptından.../21 Nisan 1973)

İbrahim Kaypakkaya



Devrimci mirası
devrim uğruna savaşanlar yaşatabilir

Nazım’ı sahiplenme ile başlayan devrimci değerlerin içini boşaltma, sistem için kabul edilebilir sınırlara çekme saldırısı boyutlanarak Denizler’e kadar vardırılmış bulunuyor.

Önce Nazım Hikmet, siyasi kimliği yok sayılarak düzen temsilcileri tarafından sahiplenildi. Adına konserler, geceler organize edildi. Afişlerin, gazete ilanlarının altına “Kültür Bakanlığı’nın katkılarıyla” notları düşüldü. Ancak bunun nasıl bir ikiyüzlülük olduğunun anlaşılması uzun sürmedi. Tam şu günlerde Nazım’ın vatandaşlıktan ihraç işleminin eksik kalan hukuki boyutunu tamamladılar.

Benzer bir sahtekarlık yıllardır 8 Mart ve Newroz üzerinden yapılıyor. “Kadınlar günü” söylemi ile 8 Mart’ın emekçi özü yok sayılmaya çalışılıyor. Kürt halkının isyan ateşlerini Demirci Kawa’dan beri tutuşturduğu gün olan 21 Mart Newroz, devlet tarafından “Nevruz”laştırılarak kutlanıyor. Bu yıl bunlara düzen partileri tarafından 1 Mayıs’ın sahiplenilmesi eklendi. 1 Mayıs’ta burjuva partilerinin kimi temsilcileri de “emekçinin yanındayız” açıklamalarıyla 1 Mayıs eylemine katıldılar.

Ve nihayet son dönemde, biçimi farklı olmakla beraber, Denizler, Mahirler, İbolar için de benzer bir durumdan bahsedebiliriz. Kendini büyük bir özveriyle mücadeleye adamış bu yiğit devrimciler, sınıf mücadelesinde yaratılan değerlerle ve devrim mücadelesiyle ilişkisini kesen ya da karşısında yer alanlar tarafından sahtekarca sahipleniliyor.

Devrimci değerlere sırt çevirerek yabancılaşan, düzenin yasallığı içine kendini hapseden liberal reformistler özellikle Denizler üzerinden kampanya yürütüyorlar. Liberal işçi politikasının temsilcisi bu çevre sınıftan beklediği karşılığı alamadı ve alacak gibi de görünmüyor. Zira, sermayenin topyekûn saldırılarının azgınlaştığı bir süreçte bu liberaller, Emek Platformu’nun “Emek Programı”na sarılmanın ötesine geçemediler. Diğer yandan 1 Mayıs’ta açığa çıkan bir tablo var. O da gençliğin taşıdığı mücadele potansiyeli, gençliğin içinde bulunduğu arayıştır. Görünen o ki, bu tablo liberal şefler açısından bir uyarı olmuştur. Sınıftan yüz bulamadıkları bir dönemde, onlara yönelen genç kesimleri saflarında tutmak özel bir önem taşıaktadır. Denizlerin otuzuncu ölüm yıldönümünü bu açıdan bir fırsat olarak değerlendirdiler, tüm güç ve imkanlarını harekete geçirerek, birkaç güne yayılan anma ve etkinlikler düzenlediler.

Devrimi ve devrimci değerleri terkeden bu çevre, reformist çizgiyi (hem de bugünkünden çok daha soylu ve samimi olanını) aşarak devrimci bir direniş ve dayanışma geleneği yaratanları sahiplendiklerini iddia edecek kadar ikiyüzlü bir tutum içindedirler. Bu tutumları saflarındaki gençleri bir süre oyalayabilir. Ancak içinde yüzdükleri liberalizm batağı, gerçek yüzlerini uzun zaman saklamaya olanak tanımayacak kadar derindir.

Devlet solunu temsil eden çizgiye gelince. Onlar devrimcilere yabancılaşalı, sırt çevireli yıllar oldu. Özellikle 19 Aralık cezaevi katliamı ve devrimci tutsakların direnişi karşısında aldıkları tutum, belleklerden silinmeyecek kadar iğrençti. Öyle ki, Cumhuriyet gazetesi üzerinden kendini ifade eden bu çizgi, onlarca devrimcinin katledilmesine, yüzlercesinin yaralanmasına neden olan devletin faşist saldırısına karşı seslerini çıkarmazken, “örgütlerin şiddetini” kınamaya, “böyle örgütlere bu ülkede yer olmadığını” yazacak noktaya vardırdı işi. Böylece faşizmin doğrudan destekçileri konumuna düştüler.

Mahirler’in, İbolar’ın, Denizler’in kendilerini tereddütsüz adadıkları devrim ve sosyalizm davasının gerçek temsilcileri, devrimci ve komünist güçlerdir. Devlet solu, bu geleneğin bugünkü temsilcilerinin katledilmesine alkış tutacak kadar düşkünleşmiştir. Ancak, İbolar, Denizler, Mahirler ya da kendi deyimleriyle “68 kuşağı” sözkonusu olunca (ki bugünkü devlet solcularının bir kısmı o dönemde işkence tezgahlarından geçmiş, zindanlara kapatılmışlardı), “sahiplenenlerin” başında geliyorlar.

6 Mayıs dolayısıyla Cumhuriyet gazetesinde günlerce ‘71 devrimcilerini anlatan bir yazı dizisi yayınlandı. O dönemi yaşayanlar tarafından kaleme alınan yazılar, kişisel anılar ve bazı anektodların anlatılması ile sınırlı. Bunlar ‘70’li yılların devrimci coşkusunu yaşayan, fakat devrimciliği tüketmeleri yılları bulan kaçkınlar. Elbette devrim mücadelesi ile özdeşleşen devrimcilerin anlatılması ya da onlarla ilgili anıların yazılması değil sorun. Sorun, devrimci mücadele ve değerlere yabancılaşmanın dolaysız bir sonucu olarak, konunun güncelle bağının kurulmasından özenle kaçınılması. Ya da liberaller örneğinde olduğu gibi ikiyüzlü ve faydacı bir tarzda ele alınması.

Bir tarafta reformistler diğer tarafta devlet solu, bir dönemin devrimci önderlerini kendilerince sahiplenip anarken, 70’li yıllardaki mücadelenin bugünle olan bağını koparmaya, ‘71 devrimcilerinin bugünkü gerçek temsilcilerini yok saymaya çalışmaktadırlar.

İşçi sınıfı ve emekçileri emperyalist-kapitalist sistemin saldırıları karşısında yüzüstü bırakan mücadele kaçkınlarının bu rahatlığı nereden gelmektedir? Bu olgu, devrimcilerin ve komünistlerin dolduramadığı boşluğun onlar tarafından doldurulmaya çalışıldığını göstermektedir. Bundan dolayıdır ki, tümüyle işçi sınıfı ve emekçilerin davasına ait olan devrimci önderler henüz layık oldukları gibi anılamamaktadırlar.

Reformist çizgiyi aşıp devrimci bir gelenek yaratan ‘71 devrimcilerinin yıkmak istedikleri, kokuşmuş sermaye düzeni ve onun devletiydi. Bu düzen bugün o yıllarla kıyaslanamayacak kadar çürümüş ve kokuşmuştur. Bu düzenin devleti, devrimcileri, komünistleri, işçi sınıfı ve emekçileri, başta Kürt halkı olmak üzere diğer azınlıkları faşist devlet terörüyle ezmeye çalışan bir çete devleti haline gelmiştir. Yıkılması ‘70’li yıllarda olduğundan daha acil bir ihtiyaçtır.

‘71’in devrimci direnişçi geleneğine her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde, bu geleneğin temsilcilerini düzenin kabul edebileceği sınırlara çekip, devrimci değerlerin içini boşaltmaya çalışanlar başarılı olamayacaklardır. Yaşanan tüm sorunlara rağmen devrimci gelenek bu topraklarda yaşıyor, yaşamaya da devam edecek. Ulucanlar’da, Burdur’da, 19 Aralıklar’da sergilenen tutum bunun canlı örnekleridir. Ve sınıf devrimcileri, bu değerleri yaşatarak, daha ileriye taşıma iddia, birikim ve kararlılığına sahiptirler.