Çıkarken... Gücümüzü birleştirelim, geleceği kazanalım!.. Suyu ışık, düşü gerçek, düşmanı kardeş, savaşı barış haline getirecek işçiler.... Paletiyle, fırçasıyla, orkestra bagetiyle, kalemiyle, tırnağıyla çalışan işçiler... (Eluard) Düşmanı yenecek işçi sınıfımıza selam! Merhaba, Birlikte yazdık tarihi şimdiye kadar. Yaşamı varettik birlikte. Bizler üretenler: İşçiler, emekçiler... Irgat olduk, yarıcı, rençber, yani toprak işçisi. Pamuk tarlalarını çapaladık, topladık tütünü, ektik buğdayı, çavdarı. Ürettik pancarı, ay çiçeğini, topladık inciri, zeytini. Kum çakıl çektik, harç kardık. Duvarcı olduk ellerimizde malalar, marangoz olduk, demirci, tornacı, madenci... İndik yerin derinliklerine, kazma salladık gece gündüz. Ateşçi olduk kömür attık lokomotife, gemici, teknisyen, şoför... Yaptığımız binada oturamadık, diktiğimiz elbiseyi, pabucu giyemedik. Pişirdiğimiz aşı yiyemedik, yetiştirdiğimiz çiçeği koklayamadık... Fabrikalarda, atölyelerde gece gündüz posamız çıkıncaya kadar çalışıyoruz. Karşılığında patronlara servet, kendimize sefalet biriktiriyoruz. İş güvencemiz yok, emeklilik hakkımız mezara gömüldü, işsizlik çığ gibi büyüyor. Çünkü: Birlikte üretiyoruz, ama birlikte çözüm yolları aramıyoruz. Sorunlarımız ortak, ama birlikte tartışamıyoruz. Acılarımızı sevinçlerimizi birlikte paylaşamıyoruz. Bir araya gelip gücümüzü birleştiremiyoruz. Ve en önemlisi, üretilen herşey biz işçi ve emekçilerin eseri olmasına rağmen yaratıcı motorun kendi yüreğimizde ve kollarımızda olduğunun farkına varamıyoruz. Kendi gücümüzü görmüyor, emeğimize, kendimize yabancılaşıyoruz. Şöyle bir düşünelim!.. Irgatlar, yarıcılar, rençberler, tüm toprak işçileri bir an çalışmaktan vazgeçseler... Kimse pamuk tarlalarını çapalamasa; kimse toplamasa tütünü; kimse buğdayı, arpayı, çavdarı ekmese; kimse üretmese pancarı, ayçiçeğini; sütler sağılmasa, incirler, zeytinler dallarda kalsa... İnşaat işçileri kumla çakıl çekip harç karmasalar, duvarcılar bıraksalar ellerinden malayı, marangozlar kenara koysalar rendeyi, demirciler almasa eline çekici... Torna makineleri dursa... Sönse bütün fabrika kazanları... Kimse inmese madenlere... Ateşçi kömür atmasa lokomotife... Gemiciler yürütmeseler gemileri... Teknisyenler çıkıverseler santrallerden dışarı... Pilotlar uçurmasalar uçağı, şoförler sürmeseler arabaları... Bütün çalışanlar bir anda vazgeçseler çalışmaktan... Tepeden bakışlı, bilgiç edalı, yumuşak elli burjuvalar ne yaparlar acaba? Bir ülkedeki bütün üretim emekçilerin eseridir. Asıl yaratıcı motor onların yüreklerinde, onların kollarındadır! Ancak işçiler bu güçlerine yabancılaşmışlardır. Aralarındaki işbölümü ve her birinin yaşadığı ezik hayat, onları kendi hünerlerinin, kendi gerçek güçlerinin bilincine varmaktan uzak tutar. Koskoca binaları yükseltirler de, bunları kendilerinin yapmış olduğunu fark etmezler bile... Onlara göre binayı yapan parayı verendir. Kendileri ise kireç söndüren, harç sulayan, tuğla ören fakir ve önemsiz işçilerdir. Fakir oldukları için yaptıkları binalarda oturmaya hakları yoktur. Akıllarından bile geçmez, bu binaları yaratan gücün gerçekte kendi güçleri olduğu! Sorunları ortak, çıkarları da ortak olan bir sınıfız biz... İşçiler, emekçiler ve yoksullar... Düşmanımız da ortaktır. Düşmanımız üretim araçlarını elinde bulunduran veya üretim araçlarının denetimini elinde tutan, ülkenin bütün zenginliklerini işbirlikçileriyle yiyen-yağmalayan örgütlü bir avuç azınlıktan oluşan sermaye sınıfıdır. Adalet de, hak-hukuk da onlar için, özgürlük onlar için. Milli gelirin bölüşümü bu sınıfın çıkarlarına dönük olarak yürütülür. On yıllardır bu asalak sınıf ve onun devleti; emeği için, onuru ve geleceği için mücadele eden işçi-emekçiyi, olayların gerçek yüzünü bilip halkı uyarmak isteyen namuslu aydınları, yazarları, düşünürleri, sanatçıları baskılarla ezdi, ezmeye devam ediyor. Mahkemelerde, cezaevlerinde süründürdü, katletti, katletmeye devam ediyor; aç bıraktı, aç bırakmaya devam ediyor, edecek de biz buna dur diyene dek... Oysa; tüm değerleri, milli geliri yaratan bizleriz, onlar yarattığımız değeri sadece ölmemeye yetecek bir ücret karşılığında bizden satın alır. Bunun adı düpedüz soygundur, sömürüdür. Düzen, sömürü üzerine oturan ücretli kölelik düzenidir. Bu düzene son verecek olan da omuz omuza vermiş işçi ve emekçilerin birliğidir. Onların ortak mücadelesidir. Biz güçlüyüz, gücümüz üretimden gelir... Gücümüz tarihsel haklılığımızdan gelir... Haydi! Gücümüzü göstermek için adım atalım.. Beraber üretip paylaşalım. Sorunlarımızı bültenimizde, yayınlarımızda, tabandan öreceğimiz platformlarda tartışalım; ortak çözümler politikalar üretelim ve diğer işçi kardeşlerimize taşıyalım! Gücümüzü birleştirelim, geleceği kazanalım! (İzmir İşçi Bülteninin Nisan 2002 tarihli
Demir-çelik işçisi ile yapılan röportaj: Bu bizim bayramımız! - Bize çalışma koşullarından bahseder misiniz? - Yaklaşık 180 kişiyiz, vardiyalı olarak çalıştırılıyoruz. Sabah 08:00 akşam 20:00. Yaşamın büyük bir bölümü fabrikada geçiyor. Zorunlu mesailer de eklenince, çocuğumun yüzüne hasret kalıyorum. - İşyerinizde işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin ne gibi önlemler alınıyor? - Hiçbir önlem alınmıyor, fabrikada zehir soluyoruz. Maske verilmiyor, demir botlar ve baretler mecbur kalındığından veriliyor. Çünkü düşen demir işçilerin ölümüne neden olabiliyor. Zorunlu mesailer, yorgunluk ve iş koşullarının ağır olması nedeniyle iş kazaları çok sık yaşanıyor. - Aldığınız ücret geçiminizi sağlayabiliyor mu? Fazla mesai ücretleri ne kadar? - Emeğimizin karşılığını alamıyoruz. Asgari ücretin altında çalıştırılıyoruz. Fazla mesai ücretleri normal mesai ücretleriyle aynı tutuluyor. - Fabrikada sendikalı işçi var mı? Sendikal örgütlülük ne durumda? -Sendika çalışmalarımız oldu, ama başaramadık. 100e yakın işçi sendikaya üye olduk. Bunun patronun kulağına gitmesiyle 80 kişi işten atıldı. İşlerin yoğun olmasından dolayı bizi çıkarmadılar. Yeniden bir sendikal örgütlülüğe gidilmemesi için de fabrikaya taşeron sokuldu. Yani bizler şu anda taşeron işçiyiz. - Çevrenizdeki sosyal-kültürel etkinliklere katılabiliyor musunuz? İşçi ve emekçilerin kendilerine ait kültürel, sanatsal faaliyetleri olsa bunlara katılır mısınız? -İsterdim, ama pek mümkün olmuyor. Böyle güzel çalışmalara katılmak isterdim. Fakat bizi öyle bir hale getiriyorlar ki, işten başka hiçbir şey düşünemiyoruz. Güzel olan herşey bizim için yasak. Biliyorum, bu güzellikleri birlikte örgütlenirsek yaratabiliriz ancak. Bizlerin kültürel-sanatsal çalışmalara katılabileceği, bu çalışmaları yürütebileceği bir mekanın olması elbette bu açıdan çok önemlidir. Bu tür çalışmaların önündeki en büyük engel ise işten atılma korkusu. Hepimizin eve ekmek götürme kaygımız var. Ama birleşirsek üstesinden gelebileceğimize inanıyorum. - Yaklaşmakta olan 1 Mayısa ilişkin söylemek istediğiniz bir şey var mı? - Bu bizim bayramımız. Tarihsel bir anlamı var. Bu günde biz işçiler ne pahasına olursa olsun taleplerimizi alanlarda haykırabilmeliyiz. 1 Mayıs mücadele günüdür. Bu güne sahip çıkmalıyız. 1 Mayısta herkesi alanlara çağırıyorum. (İzmir İşçi Bülteninin Nisan 2002 tarihli |
|||||