13 Nisan'02
Sayı: 14 (54)


  Kızıl Bayrak'tan
  Amerikan işbirlikçileri siyonist İsrail'den, emekçiler direnen Filistin'den yana...
  Filistin sorununu başta Filistin halkı olmak üzere Ortadoğu halkları çözecektir
  Filistinle dayanışma eylemleri ve görevler
  Filistin halkı özgürlüğü için savaşıyor!
  Zafer direnen Filistin halkının olacak!
  Filistinle dayanışma eylemlerinden...
  Kurtuluşun tek olanaklı yolu direnmektir!..
  Siyonist saldırganlık dünyanın dört bir yanında lanetleniyor
  Faşizme karşı omuz omuza!
  Birleşik eylemi yükseltme zamanı!
  Zafer direnen Filistin'in olacak!.."
  "1 Mayıs'ta üretimi durdurarak alanlara akmalıyız!"
  "Geniş emekçi kitleleriyle hareket etme kaygısı içinde olmalıyız"
   Sendika bürokrasisi barikatını 1 Mayıs alanlarında aşalım!
   KESK Genel Kurulu...
   İşçi Kültür Evi Bülteni'nden...
   1 Mayıs'ta iş bırakarak alanlara!...
   Adana Öncü İşçi Platformu Girişimi Bülteni'nden...
   İzmir İşçi Bülteni'nden...
   Mevcut birikime yaslanarak geleceği kazanmalıyız
   "Dahav'ın öbür yüzü Filistin..."
   Gökçesu maden işçileri yeni saldırılarla karşı karşıya
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Ayakkabı sektöründe çalışan sınıf bilinçli bir bayan işçiyle konuştuk...

“1 Mayıs’ta üretimi durdurarak
alanlara akmalıyız!”

- İşçi sınıfı ve emekçilerin yaşadığı sorunlar nelerdir?

Sermayenin saldırılarının uluslararası boyutlara ulaştığı, daha fazla kâr ve pazar arayışı içerisindeki emperyalist güçlerin küreselleşme adı altında oluşturdukları yeni politikalarla kendilerine bağımlı olan ülkeleri hareket edemez duruma getirdikleri bir süreçteyiz. Uygulanan ekonomik politikaların yanısıra son olarak ABD’nin “teröre karşı savaş” adı altında başlattığı asıl terör, tüm dünyada emperyalist saldırının ne kadar açık şekillendiğini gösteren bir gerçekliktir.

Ülkemiz yine bu uygulamalarla artık bir borç ülkesi haline gelmiş, İMF’nin programları ve emirleri dışında hareket edemez duruma düşmüştür. Düne kadar İMF’nin ne anlama geldiğini bilmeyen en bilinçsiz kesimler, işçiler, yoksul halk artık onun kendi yaşamlarını büyük ölçüde belirlediğinin farkındadır. Çünkü bugün İMF programları demek, özelleştirme, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma, esnek çalışma, işsizlik, yoksulluk, açlık demektir. Bugüne dek yapılan uygulamalar tarıma, eğitime, sanayi ve teknolojiye hiçbir katkı sunmamış, tam tersine yabancı sermayeye hizmet etmiştir.

Ülkenin ekonomisi ve üretimi bitirilirken, tamamen dışa bağımlı hale getirilmiştir. Dayatılan bu politikalarla yeni krizler yaratılmış ve bu krizlerin faturası yine işçi ve emekçilere, ezilen yığınlara ödettirilmiştir. Kriz bahanesiyle toplusözleşmelerle kazanılmış haklar bir bir geri alınırken, kamu sektöründe de gönüllü emeklilik ve benzeri yöntemlerle birlikte özelleştirmeler hayata geçirilmeye çalışılmaktadır.

Örgütlü olan kesimlerde bile ücretsiz izin, girdi-çıktı, ödeme aksamaları sözkonusu. Fabrikalar kapatılıyor, işçiler kapı önüne konuluyor. Yaşanan bu olumsuz uygulamalar karşısında sendikalar, hatta işçiler işyerlerinin kapanmaması ve işlerinden olmamak adına, tüm bunları kabulleniyor. İşverenden önce krizi gerekçe olarak sunabiliyorlar.

- Yaşanan tüm olumsuzluklar herkes tarafından görülürken sendikalar ne yapıyor?

Sendikaların genel olarak durumu zaten ortada. Sınıf sendikacılığını hayata geçirmeye çalışan birkaç sendika dışında sendikaların tutumu tamamen sermayeyi kollayan, uzlaşmacı, ihanetçi bir çizgidedir. Daha önce krizden işçileri kurtarmak adına sermaye ile biraraya gelen, sermayedarlara fon aktarma çabası içine giren konfederasyonlar, bugün yine işçilerin tepkisini bastırmak, şirin görünebilmek için farklı yöntemlere başvuruyorlar. Son dönemde Türk-İş’in düzenlediği bölgesel salon toplantıları buna bir örnektir.
Bu toplantıların asıl amacı açığa çıkan ihanetçi tutumlarını örtbas etmeye çalışmaktır. Buna rağmen “söz bitti, sıra eylemde” sloganlarıyla kitlelerden tepki alan Bayram Meral işçilere göstermelik eylem sözü vererek tepkileri yumuşatmaya çalışmıştır. Büyük bir ihtimalle yapılabilecek en büyük eylemlilik bir Ankara yürüyüşü ya da ziyareti ile tepkilerin içini boşaltmak olacaktır.

Bugün sendikaların bu gerçek yüzünü işçiler artık farketmiş, sendikal örgütlülüğe güven zamanla iyice yitirilmiştir. Bugünkü tepkisel çıkışların sınıf bilincinden yoksun ani tepkiler olduğu da açıktır. Sendikaların bu olumsuz yapısı, bürokratik ve uzlaşmacı yanları daha da pekişmekte, işçiler cephesinden hiçbir kazanım, ileri adım sağlamazken, sermaye cephesine hizmet edilmektedir. Bu durum karşısında devrimci-demokrat diyebileceğimiz ileri yapıdaki sendikalar, bu olumsuz işleyişe karşı yeni politikalar üretebilmeli, sadece ekonomik mücadele değil, siyasi mücadele yürüterek oluşan genel olumsuzluklara karşı örgütlenme çabası içerisinde olmalı, bağlı bulundukları konfederasyonların çizgisi etrafında değil, bunun karşısında yerlerini belirlemelidirler.

Bu koşullarda asıl görev ve sorumluluk öncü işçilere düşüyor. İşçiler bu saldırıları ancak örgütlü mücadele ile geri püskürtebilirler. Bunun için işyerlerinde oluşturulacak işyeri komiteleriyle siyasi mücadele önplana çıkarılmalı, tabandan sendikal işleyiş denetlenmeli, sorgulanmalı, alternatif sendikal anlayış harekete geçirilmelidir. Tabanın yeterli ve gerekli siyasi bilince sahip olmayışı hem sendika ağalarının koltuklarını sağlamlaştıracak, hem de sermayenin saldırılarını arttıracaktır. Bugün kazanılmış hakların elimizden alınması ve halen de alınmaya çalışılması, örgütlülüğün ve örgütlü mücadelenin ne denli zayıfladığının somut göstergesidir. İşçi sınıfının gerçek sınıf bilinciyle donanması, silkinmesi, örgütlenmesi ve mücadele etmesi gerekmektedir. Buna her zamankinden çok ihtiyacıız var.

Özellikle işçilerin “birlik, mücadele ve dayanışma” günü olan 1 Mayıs’ta üretimi durdurarak alanlara akmaları, evrensel boyutta sürdürülen saldırılara karşı tüm dünya işçilerinin anti-emperyalist, anti-kapitalist mücadeleyi yükseltmeleri gerekmektedir.



Köle gibi yaşamayı reddedelim mücadele bayrağını yükseltelim...

1 Mayıs’ta alanlara çıkalım!

Tekstil sektörü denilince ilk aklımıza gelen fazla mesailer, sefalet ücretleri, baskı ve sömürüdür. Bunun en önemli nedeni, bu sektörün sınıfın en örgütsüz kesimi olmasıdır. Patronlar fazla bir yatırım yapmadan biz işçilerin emeğini sömürmek istemekteler. Onlar kârlarına kâr katarak zenginleşirken biz işçiler ise günden güne daha fakirleşmekteyiz. Kapitalist düzenin işleyişi budur. Daha fazla kâr etmek için işçi sınıfının alım gücü sürekli düşürülür, sermayedarlar kâr getiren malları üretirler ve kendilerini daha da büyütürler. Bugün savaşlara trilyonlar ayrılırken eğitime, sağlığa vb. alanlara yatırım yapılmamaktadır.

Yıllardır ülkemizde krizden söz edilmektedir. Sermaye devleti krize çözüm bulmayı değil, bizlere “krizle yaşamaya alışmayı” önermektedir. Krizin faturasını işçi ve emekçiye ödetmeyi başardıkları sürece krizi yönetmeyi de başaracaklardır. Her kriz gündeme geldiğinde binlerce işçi işsiz kalır. İşverenler ise az insanla çok iş yaptırmayı planlarlar. Asıl amaç da budur, az insan çalıştırıp çok iş istemek. Öyle ki çalıştığımız fabrikada bu durum daha da arttı. İMF’nin belirlediği sadaka miktarındaki asgari ücret (163 milyon) işverene çok gelmiş olmalı ki, bunu bile nasıl kıyısından, kenarından kırparımın hesabını yapıyor.

Çiğli Organize patronları biraraya gelerek üç-dört sayfadan oluşan bir sözleşme hazırlamışlar. Bu sözleşmenin bazı maddeleri şöyle:

- Pazar günleri ve bayramlarda saat ücreti olarak verilen mesai ücretleri 1.5 milyondan 950 bine düşürülmüştür.

- İşveren işçiyi aynı il içinde bulunan başka bir fabrikasına, birkaç aylığına götürebilir. Bu işçiye sorulmayacaktır, vb. Ve bu sözleşmeyi işçilere imzalatmışlardır. İmza atmayanları ise işten çıkaracaklarını söyleyerek tehdit etmişlerdir. Bu ani bir saldırı olduğu için işçilerin çoğu sözleşmeyi imzalamışlar, bir kısmı da imza atmamışlardır. İşveren bu sözleşmeyi imzalatarak işçilere “siz bizim kölemizsiniz, istediğimizi yaparız” demektedirler. İşçilere de kendi kölelik belgelerini imzalatarak onaylatmışlardır.

Bu bizlerin ne kadar dağınık ve örgütsüz olduğunu gösteriyor. İşverenler işçiyi daha fazla nasıl sömürebiliriz diye bir araya gelerek ortak kararlar alıyorlar. Hem de Alevi, Kürt, Türk ayrımı yapmadan. Bizler devletin oyununa gelip kendi sınıfımızla birlikte mücadele edemiyoruz.

Peki bizler hep böyle sömürülmeye, emeğimizin, alınterimizin çalınmasına göz mü yumacağız? Tek tek arkadaşlarımızın işten çıkarılmalarını mı izleyeceğiz? Ya da sıranın bize, çocuklarımıza gelmesini mi bekleyeceğiz? Kapitalist sistem var olduğu sürece bizlerin, emeğimizin karşılığını almamıza imkan yoktur. Yaşamımız her taraftan hücreleştirilmiş durumda. Kendi hücremizde çürümeyi mi bekleyeceğiz, yoksa ayağa kalkıp önce içimizdeki hücre duvarlarını parçalayıp, daha sonra da çevremizdeki hücre duvarlarını mı yıkacağız?

Ben ikincisini tercih ediyorum. Bir köle gibi yaşamaktansa insanca yaşamak için mücadele ederek ölmeyi yeğliyorum.
Bu sömürü düzenine, kan döken bu sisteme karşı kendi emeğimiz için işyerlerinde biraraya gelmeli örgütlenmeli ve komiteler oluşturmalıyız. Mücadele etmekten başka bir şansımız yoktur. Önümüzdeki 1 Mayıs’a işyerlerindeki örgütlülüğümüzle alanlara çıkmalı; insanca yaşamak için, eşit işe eşit ücret için, genel sigorta hakkı için, insanların ölmemesi için (ne cezaevlerinde, ne savaşlarda) alanlarda olmalıyız.

Yaşasın sınıf dayanışması!
Yaşamın hücreleştirilmesine hayır!

A. Dilan/Tekstil işçisi